Aydınlığın yazarı Eco

21 Şubat 2016 Pazar

Bu sabah Umberto Eco’nun ölüm haberiyle uyandım. 84 yaşında o kadar enerjikti ki onu hiç yaşlı olarak düşünmediğimi fark ettim.
Umberto Eco’yu Boğaziçi Üniversitesi’nde Orhan Pamuk’la bir konferans vermeye geldiğinde tanımıştım.
Şunu söyleyebilirim. Eco ile konuşmak, Pamuk’la konuşmaktan çok daha rahat ve kolaydı. Şimdi ölümü ardından İtalyanlar nitekim Eco’yu “dünya çapında snob bir edebiyat starı” olarak değil de gayet “erişilebilir bir aydın” olarak anlatıyorlar. Yakın zamana değin ders verdiği Bologna Üniversitesi’nde odasına çat kapı giren öğrencileriyle diyaloğunun güçlü olduğunu aktarıyor, “hoca”lığından büyük haz duyduğunu belirtiyorlar.
Yazar, düşünür, profesör, gazeteci, yorumcu ve çok insanın onunla keşfettiği bir göstergebilim uzmanı… Umberto Eco, bunların hepsiydi.

Popüler kültürü çözümledi
Eco, ölümsüz yazarlar arasına 1980’lerde kaleme aldığı “Gül’ün Adı” kitabıyla girdi...
Uzmanlık alanı olan “ortaçağı” konu aldığı romanında karanlığa karşı aydınlığın çatışmasını polisiye bir örgüyle konu eden yazar; bir dizi keşişin bir ortaçağ manastırındaki gizemli ölümünü anlatır….
Keşişler; manastır kütüphanesinde gizlenen ve okunması engellenmek istenen bir kitaba (“aydınlığa”) erişmek istedikleri için zehirlenmişlerdir. Ortaçağda, kitap herkesin eline alabileceği bir şey değildir. Bilginin erişilebilir hale gelmesi dogmaları yok edeceğinden bu, kilise otoritesini sarsacaktır. Bu nedenle işte Eco öyküsünü “yasak alan” olarak tarif ettiği bir kütüphane etrafında inşa etmiştir.
Dünya çapında “en çok satan 100 kitap” arasına giren “Gülün Adı”ndan sonra Eco’nun yazdığı her kitap yalnız İtalya’da değil, hep dünya çapında ses getirdi.
Claudio Magris’le birlikte İtalya’nın yaşayan en büyük iki çağdaş yazarından biri olan Eco’nun ölümü bu nedenle doldurulması imkânsız bir boşluk bıraktı.
Eco’nun özgünlüğü sırf romanlarının başarısından kaynaklanmıyordu. Eco, İtalyan kültürünü fikirleriyle sürekli yenileyen, gençleştiren, diri tutan bir düşünce adamıydı aynı zamanda.
Çizmede popüler kültürü örneğin daha ’60’larda masaya yatıran ve entelektüel analizini yapan ilk kültür insanı o olmuştu. Türkiye’de de her gün TV’lerde onlarcasını gördüğümüz cehaletle prim yapan popüler kültür kahramanlarının kitlelerce bunca yüceltilmesinin sebebini yıllar önce Eco, “vasatların bu kahramanlar sayesinde aşağılık komplekslerini yenmesiyle” açıklamıştı.

Akışkan toplumu anlatıyor
Eco, medyada iki cilalı lafla yer tutan aydınlarından değildi. Buna rağmen çok popülerdi. Biraz bizim İlber Ortaylı gibi; etkinliği bilgisini geniş kitlelere başarıyla aktarabilmesinden kaynaklanıyordu.
Umberto Eco, L’Espresso dergisinde “Bustina di Minerva” adlı köşesini ölümüne dek yazmayı bırakmadı.
2000’lerde kaleme aldığı bu yazılar şimdi ölümü, ardından “Pape Satan Aleppe” adıyla bir kitap olacak.
Mayısta çıkacak son kitabı için seçkiyi bizzat kendisi hazırlayan Eco bu yazılarında, “ideolojilerin çöküşü, toplumsal bellek ve değerlerin yitirilişi, görünmek tutkusu gibi yeni akışkan toplumun sorunsallarını” irdelediğini söylemişti.
Eco’nun yayımlanan son romanı da modern zamanlar gazeteciliğini anlattığı “Sıfır Sayı”.
Son romanında “gazeteciliğin haberleri yaymak için değil haberlerin üzerlerini örtmek için yayımlandığı” temasını irdeleyen yazar; hiç çıkmayacak ancak şantaj aracı olarak kullanılan bir gazeteyi konu ediyor.
Bütün bu fikirlerinden anlaşılabileceği üzere Berlusconi ve Berlusconiciliğe kökten karşı olan yazarın son girişimi de, bağlı olduğu yayınevinin Berlusconi grubuna geçmesiyle buradan ayrılıp yeni bir yayın evi kurmak oldu.
“Teseo’nun Gemisi” adıyla vaftiz edilen çiçeği burnunda bu yeni bağımsız yayınevine verdiği emek ve geç yaşında kattığı enerjiyle hep hatırlanacak olan yazar, son jestiyle de büyük hayranlık topladı.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Boş koltuk 5 Mayıs 2024
Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları