‘Eyy konsoloslar!’ fırçası

27 Mart 2016 Pazar

Erdoğan Anayasa Mahkemesi’ne Dündar ve Gül kararı için “uymuyorum, saygı duymuyorum” restini çektiğinde, Türkiye’de geçmişte büyükelçilik yapan bir Batılı diplomata kriz hakkındaki değerlendirmesini sormuştum.
Bana Erdoğan’ın AYM’ye aldığı son tavırdan sonra “bir Rubikon nehrinin geçildiğini” ve Cumhurbaşkanı’nın artık “dönüşü olmayan bir yola girdiğini” söylemişti. “Bu sonun başlangıcı ve bildiğimiz Türkiye’nin sonudur” diyerek eklemişti:
“Türkiye son yüzyılda ait olduğu, parçası olduğu evrenden kopuyor!” uyarısı yapmıştı.
Dündar ve Gül davasını Çağlayan’da düzineyle Batı diplomatının izlemeye geldiğini görünce, aklıma deneyimli büyükelçinin söylediği sözler geldi.
Avrupa kançılaryaları üstelik Paskalya rehavetine girmişken; bunca kalabalık bir diplomat misyonunun bir basın davasını izlemek için mahkemeye gelmesi çok açık biçimde standart bir durum değil.

Rejim değişikliğinin resmi
Tabii ya.. diye düşündüm: AYM dönemecinin alındığı sırada konuştuğum büyükelçi muhatabımın seri biçimde dikkat çektiği gibi; diplomatlar, bir Rubikon’un “aşıldığını” not ettikleri için tam da bu salonda olmalılar.
Batı, Türkiye’nin “bir sonun başlangıcında” olduğunu açık ve net görüyor.
Ve farklı bir “rejime kaydığımızı” kaydediyor!
Can Dündar ve Erdem Gül davası; bu kaygı verici “rejim değişikliğinin simgesi” oluyor.
O nedenle dava, bunca büyük ve yakın diplomatik ilgiyle izleniyor.
Çağlayan’a gelen diplomatlar, Türkiye’deki demokratik değerler ve kurumsal yapının hangi kertede aşındığının ve ufalanarak yok olduğunun farkında.
Uluslararası platformlarda öteden beri “hibrit/melez rejim” olarak nitelendirilen “Türk tipi demokrasinin”, artık başına bir ek almayan damardan kaba “rejim”e dönüştürülmesine Çağlayan’da doğrudan tanıklık ediyorlar.

‘Kuzey Kore’de miyiz?’
Bu “rejim değişikliğine” uluslararası diplomasinin gösterdiği yeni ilginin içeriği ve mahiyetini yeniden bir diplomat arkadaşımla konuşurken tam işte... Erdoğan’ın Çağlayan’daki büyükelçilik mensuplarına fırçası ekranlara düştü.
“Siz kimsiniz ya! Ne işiniz var ya!” diye Çağlayan duruşmasına giden konsoloslara çatan Cumhurbaşkanı, kendisini engelleyemeyip diplomatlara bir de yeni “ev hapsi” kriterleri getirdi:
“Diplomasinin de edebi, adabı var!” dedi: “Burası senin ülken değil, Türkiye. Sen konsolosluk binası veya konsolosluk sınırları içinde hareket edebilirsin. Diğerleri izne tabidir!”
Gerçekte bu kuralın tam da tersinin söz konusu olduğuna işaret eden diplomat ahbabım; “Aslında Türk yetkililerin diplomatik temsilciliklere adım atamayacaklarını; ama buna karşın diplomatların diledikleri her yere gitmek hakkına sahip olduklarını” belirterek, “bunun tersi diplomatlara ev hapsi uygulamak olur” dedi ve ekledi:
“Türkiye Kuzey Kore mi oldu? Bunlar belki Babiâli’nin padişahlık dönemi kuralları olabilir. O dönemde diplomatlar belki de Galata’dan çıkamıyorlardı. Ama biz 21. yüzyıldayız. Diplomatlar bugün kamuya açık her yere gider. Parlamentodaki oturumları nasıl izleyebiliyorlarsa kamuya açık mahkemelere de gidebilirler. Ben bu mesleğe gözümü faşist Pinochet Şili’sinde açtım. Sonra Sovyetler Birliği’nde görev yaptım. İran’da büyükelçi olarak bulundum. Tüm Sovyet tarihi, Rus muhaliflerin yargılandığı davaları izleyen Batılı diplomatların örnekleri ile doludur. Ama İran’da bu davalar ‘gizli’ yapılır. O nedenle orada izleyemezsiniz. Sanırım Erdoğan’ın şimdi yapmak istediği bu. Can Dündar davasını İranlı muhaliflerin davaları gibi dünyanın gözleri önünden kaçırıp gizli kılmak istiyor anlaşılan...”
Faşist Şili, komünist Sovyetler Birliği ve İslamcı İran totalitarizmlerinin baskı terazisine vurulduğunda, Türkiye’deki “rejim değişikliğinin” nereye gittiği açık değil mi?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Boş koltuk 5 Mayıs 2024
Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları