Je suis Cumhuriyet

18 Şubat 2016 Perşembe

Erdoğan Türkiye’sine uyarlanan fıkrayı biliyorsunuz… Napolyon yeniden dünyaya gelmiş… Dünya liderlerini peşi peşine ziyaret ederken yolu Ankara’ya da düşmüş, Beştepe’ye uğramış.

Ak Saray’da hiç yaprak kıpırdamayan durumu görünce Türkiye Cumhurbaşkanı’na derhal şu sözleri fısıldamış: “Beyefendi sizdeki bu medya bende olsaydı, Waterloo’da yenildiğimi kimse duymazdı!”

Berlusconi ailesinin etkili basın organlarından Foglio bu fıkra misali tam; Cumhuriyet ve Can Dündar için yayımladığı makaleye bu ana fikirle başlıyor.

“Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan” diyor Foglio, “Ortadoğu’daki AKP marka siyasetlerinin fecaat sonuçlarıyla aylardır yüz yüze. Kendisine kolay yoldan zafer sağlayacak tek cephe içteki gazetecilik cephesi. Ama bu, (AKP) hükümeti için kolay bir zafer olsa da Türkiye’de zaten çok kötü durumda olan basın özgürlükleri için yıkıcı bir zafer. Mücadelenin hedefinde bir defa daha Türk medyasında asgari tarafsızlık adına kalan ender adacıklardan olan, laik ve ilerici Cumhuriyet gazetesi var!”

Başsayfadan “Je suis Cumhuriyet” başlığıyla işlenen, arka sayfada devam eden yazı, Cumhuriyet’in Charlie Hebdo dayanışmasına da yer veriyor ve Ceyda Karan- Hikmet Çetinkaya davalarını da aktarıyor.

 

‘Müebbet’le sınanan özgürlük

Karan-Çetinkaya adına Roma’da Türk sefareti önünde İtalyan gazetecilerle birlikte Sınır Tanımayan Gazeteciler ve Uluslararası Af Örgütü’nün geçen ocak sonunda düzenlediği dayanışmaya da dikkat çeken gazete, arkadaşlarımızın başları üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan 4.5 yıllık hapis riskine de göndermede bulunuyor...

Yazının en çarpıcı bölümleri haliyle Dündar ve Erdem Gül’ün “ağırlaştırılmış müebbet”e kadar varabilecek Silivri tutsaklığına ayrılmış.

“Türkiye’de hapiste bulunan ve yargılanan gazetecilerin, artık (Batı’da!) her ne kadar ‘haber’ değeri yoksa da başlı başına istenen cezaların ağırlığı Erdoğan’ın basın özgürlüğü ile savaşta hangi noktaya geldiğini gösteriyor” diyen “Foglio”; Erdoğan’ın Dündar’ı televizyonlarda “Bu haberin ardında kim varsa bedelini ödeyecek!” diye açıkça tehdit ettiğini hatırlatıyor ve daha sonra “bu tehdidini lafta bırakmadığını”; doğrudan, bizzat “davacı olduğunu” kaydediyor.

 

Korunacak ne kaldı?

Dündar’ın İtalyan Başbakanı Renzi’ye “Türkiye’deki basın özgürlüklerini” korumak adına devreye girmesi için Silivri’den bir mektup da yazdığını anımsatan gazete, Cumhuriyet’e ayırdığı makaleyi; “Ama Türkiye’de artık korunacak bir şey kaldı mı diye sormak gerekir!” diye bitiriyor.

Yurtdışında artık böyle açıkça “ruhuna el fatiha” kıvamında yazılarla anılan Türk basınının içindeki tabloya son örnek; Hatay Yayladağı sınır karakolunda “boynu kesilerek” yaşamını yitiren uzman çavuş Mustafa Uygun’un hazin öyküsü.

“Suriye’ye kara operasyonu” söylemlerinin en yetkili ağızlardan ortaya atıldığı sırada, T. C. sınırını bekleyen bir askerimiz hunharca katlediliyor. Yandaş basına bakıyorsunuz çıt yok. Konu orada burada birkaç paragraflık haberlerle geçiştiriliyor.

Vahşi saldırının cereyan ettiği Güveççi Sınır Karakolu’nun “cihatçı hesaplar tarafından internet ortamında tehdit edildiği” bilinmekteyken resmi açıklamalar dikkatleri derhal kaçak göçmenlere çekiyor. Ve “İnsan kaçakçıları” tarafından işlenen akıllara seza bir cinayetten söz ediliyor…

Devletin her durumda muazzam bir güvenlik açığı söz konusu. Kendi sınırlarınızı koruyamazken sınır ötesi harekâttan bahsediyorsunuz… Basın özgürlüklerinin bu kertede buharlaşmadığı bir ülkede, böyle bir konjonktürde, böyle bir haber, manşetten hiç inmez, günlerce sorgulanırdı. Ama durum artık Napolyon fıkrasındaki gibi. Bir Waterloo olsa da önemi yok. Çünkü nasılsa hiç kimse bilmeyecek.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Boş koltuk 5 Mayıs 2024
Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları