Siyasi Kültürde Döneklik Olmayınca...

08 Haziran 2014 Pazar

İspanya’nın siyaset tarihinde “döneklik” kültürü yok.
İtalya’da “dönek” tabirinin -trasformista!- bire bir karşılığı var da, İspanyolcada bu tanımla anılan bir aydın/siyasetçi kategorisi yok.
İspanya’da siyasi tercihler, gece-gündüz gibi açık ve net: Cumhuriyet-monarşi, demokrasi- diktatörlük, dincilik-laiklik, merkeziyetçilik- yerelcilik, sağ-sol, iç savaş veya iç barış...
İspanya’nın siyaset tarihinde; bu net tercihler arasında “nüans”lar, “ara durak”lar, “savrulmalar” pek yok...
İspanyollar, inançları için çok kanlı bir iç savaşı (1936-39) göze almış insanlar...
Bu tutarlılık çizgisine ilaveten, bizdeki siyasi oluşumların aksine, İspanyol siyasi partilerinin arkasında, Avrupa siyasetiyle örtüşen ve buluşan çok uzun bir siyasi tarih var.
Yani demokrasinin miladı İspanya’da Franco’nun 1975’teki ölümüyle başlamıyor.
Bizde alabildiğine zayıf olan “sol”un geçmişi fevkalade uzun ve zengin örneğin...

Köklü gelenek, kopmayan bağlar
“Diktatör”ün ölümünden sadece 7 yıl sonra “mutlak çoğunlukla” iktidara gelen ve 1982- 96 arası Gonzalez, 2004-2011 arasında da Zapatero ile... Franco sonrasının İspanyası’nı 21 yıl boyunca yöneten Sosyalist İşçi Partisi- PSOE’nin 135 yıllık bir tarihi var örneğin.
1921’de içinden İspanyol Komünist Partisi’ni çıkaracak PSOE, 1879’da kurulmuş...
Demokrasiye geçiş döneminde gene önemli bir sağ parti olan ve bugün iktidardaki Halk Partisi de (Partido Popular), 1930’lu yıllar Frankoculuğundan geliyor.
Bitmedi.
Yerel Bask politikasının tarihi siyasi gücü “Partido Nacionalista Vasco” (PNV), keza 19. yüzyıl sonunda kurulmuş.
Benzer biçimde Katalan siyasetini yönlendiren “Convergencia i Unio”nun kökenleri de 1931’e uzanıyor.
Büyük siyasi geleneğe sahip iki yerel partinin tarihsel duruşları tartışmasız olarak demokrat ve antifaşist.
Bu farklı fikirler ve ideolojilerin mücadelesi İspanyol toplumunda bir yüzyılı aşkın süredir kıyasıya yapılıyor....
Siyasi partilerin yanı sıra o denli köklü geçmişi olan işçi hareketini ve sendikal geleneği unutmamak lazım.
İspanya’da “cumhuriyetçi, Marksist, komünist” siyasetin efsane liderlerinden “La Pasionaria” Dolores Ibarruri, 20. yüzyıl başında Bask yöresinin maden işçileri arasından çıkmış.
Güçlü sosyalist işçi sendikası -UGT- lideri Nicolas Redondo, Franco sonrası demokrasiye geçiş döneminin keza en önemli isimlerinden biri.
Redondo’nun sendikasının kuruluş tarihi ise 1888!
İspanya’da başka deyişle daha 20. yüzyıla girerken bir Batı demokrasisinin kök salması için gereken her şey ve her altyapı mevcut. İç savaş ve 40 yıllık Franco dönemi bu yapıyı sadece askıya alıyor.
Muhalefet liderleri bu durumda ya yurtdışına kaçıp sürgüne gidiyor ya yeraltına iniyor.
Fakat 38 yıl Fransa’da sürgün yaşayan Carrillo örneğinde görüldüğü gibi sürgün yıllarında da Batı demokrasilerinden kopmuyorlar, bir yandan Batı fikirlerinden beslenirken, İspanya ile de engellere rağmen siyasi bağlarını sürdürmeye çalışıyorlar.

Türkiye’nin yalnızlığı
Osmanlı’nın son yıllarında Batı’nın fikir dünyasından beslenen Jön Türklerin siyasete getirdiği “yenilenme” ne ise sürgündeki liderlerin Franco sonrası dönemde İspanya’ya dönüşlerinde getirdikleri soluk da bir anlamda, o oluyor...
Türkiye’de 20. yüzyılın ikinci yarısında ise Batı’ya bağlı böyle bir ikinci yenilenme dönemi olmuyor.
Türkiye, İspanya’nın tam tersine 20. yüzyılın ikinci yarısında tümüyle kendi kendiyle hallolan, kendi yağıyla kavrulan konuma giriyor.
İspanya’da 40 yıllık faşizme rağmen, Avrupa ile siyasi bir alışverişin sürdüğünü görüyoruz. Avrupalı demokratlar, İspanya’nın muhalif, sürgün liderlerine, her destek ve yardımı veriyorlar.
Franco’nun son döneminde hele, François Mitterand, Felipe’nin sosyalistlerinin sosyal demokrat dönüşümünü hazırlayan Fransa’nın tarihi Suresnes kongresi için bizzat önayak oluyor.
Willy Brandt, Franco sonrasına hazırlamak için Felipe’yi kanadı altına alıyor. Alman sosyal demokratlarının Ebert Stiftung Vakfı, genç Gonzalez’in yanına Helga Soto adındaki önemli bir temsilcilerini “yardımcı” tayin ediyor.
Türkiye’deki siyasi partiler, ilerde İspanya’nın AB’ye giriş sürecinde çok etkili olacak tüm bu yakın bağlardan ve işbirliğinden yoksunlar.
Ne Avrupa, Türkiye’ye parçası gördüğü İspanya’ya gösterdiği yakın alakayı gösteriyor, ne Türk tarafı Batı ile ilerici güçlerin böyle sıkı fıkı diyaloğa girmesine hoşgörüyle yaklaşıyor...
Çeşitli darbeler sonunda Avrupa ülkelerine göçe zorlanan sol kökenli Türk aydınları da beri yandan, İspanya’nın sürgün politikacıları gibi demokrasiyi yeniden kurmak için bir geri dönüş düşünmüyor. Çoğu gittiği yerde kalıyor, ülkedeki gelişmeleri uzaktan seyrediyor...
Türkiye bu nedenle İspanya’nın yararlandığı yoğun siyasi kültür mayasından yararlanamıyor. Siyasi yalnızlığını aşamıyor. Devam edecek.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Boş koltuk 5 Mayıs 2024
Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları