Kalem mi Kılıç mı?

13 Ocak 2015 Salı

İngiliz “The Economist” dergisinde ekteki karikatürü görünce lise yıllarıma gittim. Edebiyat öğretmenimiz sınıfta “münazara” yapacağımızı söyleyerek iki grup belirlemişti. Münazarada “Kalem mi daha keskin, yoksa kılıç mı” konusunu tartışacaktık. Kalem kazanmıştı!
Yabancı basında, Sultan’ı Atatürk’e göre eleştirisel kıyaslayan ya da elindeki bıçakla üzerinde “demokrasi” yazılı döneri parça parça kestiğini gösteren karikatürler gittikçe artıyor.
Gazetemizin değerli karikatüristi Musa Kart’a hapis istemiyle dava açınca, dünyanın dört bir köşesindeki meslektaşlarımız Sultan’ı kılıçları ile değil, kalemleri ile boy hedefi yaptılar, Amerikan Nev York Times gazetesi de kapsamlı bir yazı yayımladı. Şimdi söyleyin bakalım, Sultan’ın kılıcı mı daha keskin, yoksa Musa’nın kalemi mi?
Ya da Paris’te yayımlanan mizah dergisine saldıran İslami teröristlerin kılıçları mı, yoksa öldürülen karikatüristlerin kalemleri mi daha güçlü? Başta Paris olmak üzere 1.5 milyon kişinin yanı sıra dünyanın dört bir köşesinde sokaklara dökülen yüz binlerce insan mı “kalem kıran kılıçlara” üstün geldi?
Sultan’ın Veziriazamı bir ikilem içinde Paris’te öteki devlet ve hükümet başkanları ile yürümekte zorlandı!

***

Sultan, “Osmanlı” diye tutturuyor! Osmanlı, ister Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da Müslüman ya da Avrupa’da Hıristiyan ülkeleri ele geçirmiş olsun, kimsenin dinine karışmamış, kiliseleri, havraları yıkmamıştır. Herkesin dinsel inançlarına saygı göstermiştir.
Bırakın yakın tarihi, İÖ 2. binyıla gidelim... Hititler, Anadolu’da ele geçirdikleri yörelerin halklarına “Senin dinin, benim de dinimdir!” güvencesini vermişlerdi. Bu nedenle tarihe “Bin tanrılı halk” olarak geçtiler.
Osmanlı, Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da çökünce, dinsel hoşgörü kayboldu; yobaz, dar görüşlü insanlar egemen oldu.
Atatürk, o günlerde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurunca, devlet ve dinsel inançları ayrı tutan “laiklik” kavramını anayasaya koydurdu. Türkiye Cumhuriyeti dinsel inançlara saygı duyan, çağdaş anlayışla kalkınmasını sürdürdü. Dünyada herkes O’nun önünde saygıyla eğilir oldu!

***

İşin ilginç yanı, İslami terörde Müslüman, Müslümanı da öldürüyor. Örneğin daha geçen hafta “Irak Şam İslam Devleti (IŞİD)Suriye’de Rakka’da 13 Sünniyi, kendi saflarında savaştan ayrılmak isteyen 100 kadar İngiliz Müslümanını bir çırpıda öldürmedi mi?
İslami terör örgütü “Taliban”, Pakistan’da bir okulu basarak 132’si çocuk 148 masum Müslümanı öldürmedi mi?
Geçen hafta Nijerya’da İslami terör örgütü “Boko Haram” 16 kasaba ve onlarca köyü yakarak 2 bin masum Müslümanı öldürmedi mi? Ayrıca, aynı günlerde Gumsun köyünde 200 masum çocuk ve kadını kaçırırken 35 kişiyi de öldürmedi mi?
Bu ne biçim İslamiyettir?
Yeryüzündeki bazı İslami terör örgütlerini anımsayalım: İslami Cihat, IŞİD, El Kaide, Taliban, Hamas, Hizbullah, Boko Haram, El Nusra, Ebu Sayyaf, El Bedir, Müslüman Kardeşler, Leşkar-e-Taiba, Abdullah Azam Tugayı, El Şahap Somalya, Ensaru, Cemaati İslamiye...
Tabii bu örgütler eylemlerinde yalnızca Müslüman ülkelerde değil, dünyanın dört bir kentinde masum insanları da öldürüyorlar. Son olarak Paris’te mizah dergisinde karikatüristler hedef alınmadı mı?
Madrid tren, Londra metro istasyonlarının; Beyrut, Libya ve Kenya’da ABD elçiliklerinin bombalanmasını, 11 Eylül 2001’de Nev York’ta “İkiz Kuleler”in yıkılması olaylarını anımsayalım.
Bu eylemlerde hangi terör örgütünün istekleri gerçekleşti? Tam tersine, milyonlarca insan kılıca değil, kaleme destek için sokaklara döküldü. Sonuçta terör mü, yoksa “İslamofobi (İslam korkusu - düşmanlığı)mı kazandı?

İçi Boş Bayram!
Gazetecilik yaşamıma başlayalı daha 2 ay bile olmamıştı! Kurucu Meclis’in toplanmasına 2 gün kala “Milli Birlik Hükümeti” 4 Ocak 1961’de, “basın mesleğinde çalışanların haklarını koruyan” 212 sayılı yasayı Resmi Gazete’de yayımlatarak yürürlüğe koydu.
Türkiye basın tarihinde ilk kez 9 gazetenin patronu birleşerek 10 Ocak’ta “gazetelerini 3 gün yayımlamayacaklarını” açıkladılar. Çalışanlar da birleşerek 3 gün boyunca, “Basın” adıyla kendi gazetelerini çıkarıp kamuoyunu habersiz bırakmadılar.
10 Ocak’ın “Çalışan Gazeteciler Bayramı” olarak kutlanmasına başlandı. Bir askeri yönetimin çalışanlara sağladığı haklar, daha sonra 12 Mart 1971 askeri yönetiminde sınırlanınca adı “Çalışan Gazeteciler Günü” olarak değiştirildi.
9 gazete arasında Milliyet de vardı. Ama Milliyet’in değerli Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi, çalışanların “Basın” gazetesinin sorumluluğunu yüklenerek “onurlu” bir davranış sergilemişti.
Aradan yıllar geçti. Basında “gazeteci patronların” yerini “holding patronları” aldı. “Yandaş basının” yanında, ihale peşinde koşan “çıkardaş basının” patronları da iktidara yaranmak için yalnızca çalışanların haklarını dışlamakla kalmadılar, kamuoyunun doğru haber almasını da engellediler.
Öyle oldu ki el değiştiren bir gazeteye gelen yeni patronun “Gazeteden sendika çıkarsa içeriye adım atarım!” sözü üzerine İpekçi ile ters orantılı bazı genel yayın yönetmenleri, binanın girişine noter diktiler. İçeriye girmek isteyen gazeteci, ancak noter önünde istifa edecek, yoksa kovulmuş olacaktı! Ekmek parası uğruna istifalar imzalandı. Yöneticiler, Petrus şarap kadehlerini kaldırdılar.
Günümüzde bazı gazetelerde, televizyonlarda, radyolarda sendikalı çalışanlar varsa da, hiçbirinde toplusözleşme bulunmuyor. Sonrasında ne oldu? Patronlar ve yöneticileri sayesinde Sultan, AK Saray’a taşındı, “The Economist” de 10 Ocak’ta o karikatürü yayımladı!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları