Otoriter rejim kıskacında, yaşam hakkı olabilir mi?

27 Eylül 2022 Salı

Dünkü postamda birikmiş, birbirinden ilginç, olup bitenleri gündemlerine göre kendi uzmanlık dalları üzerinden masaya yatırmış, fotoğraflı, belgeli, değerli, kanıtlı sorgulamaların özü haksızlık, hukuksuzlukların sınır tanımazlığındaki pervasızlığın dozundaki tırmanışı, zembereğin kopuş halini yansıtıyor.. Konu, yaşamsal öncelik seçebilmenin yorgunluğunda, yazarı bilinmeyen bu tekerlemedeki ilginç sorgulamayı sizinle de paylaşmak istedim: “Yalanlar mı yalan, gerçekler mi yalan?”

Sizce insanımızın yaşamı karabasana dönüşmüşse, seçmen çoğunluğun yaşayabilmeye dönük kayıpları dibe vurmuşsa, seçmen kardeş, oyunu parlak ufuklar çizilemese de yalanlara isyan edenlere mi verecektir? Yoksa, yalan söyleyenlere, “sadakat” adı altında, haksızlıkları, hukuksuzlukları, vurgunları, soygunları bile bile, “Belki bana da bir pay düşer” umuduyla vermeyi sürdürecek midir? Hele de kaynakların kuruduğunu ortaya koyan verilerin sonsuz akışında..

Dün yinelenen taze verilere göre Türkiye enflasyonda dünya birincisi oluvermişken, Türkiye genelinde gayrimenkul fiyatları, hele de İstanbul, İzmir özellerinde de bakıldığında en iyimseri ile sondan üçüncü dördüncü sıralarda dolaşırken, yaşamsal hastalıklarında ilaç bulamayanları, tedavilerini sürdüremeyenlerinin sonu gelmeyen kanıtlı, örnekli haberleri patlaması yaşanıyorken, “Aşı sıranız geldi” diye uyarı yapan bakanlığın, hangi hastane ya da aile hekimliği sorunuza, “Randevu verilemedi” yanıtını yapıştırırken...

***

Yandaşlar korosuna, yandaşlığı sürdürebilme adına maddi manevi verilen kazanımlarda gözümüz yok. Ancak pişkinlikteki yeteneklerine, pazarlama güçlerini sürdürebilmelerine şapka çıkarmak mı gerek bilemiyorum. Gerçekleri bu kadar saklayabilmek, yalanları yüceltebilmek, en hafifi ile seçmen vatandaşın algısının kapsama alanının dışına çıkarabilmek, yalanlar üzerinden umutlar vaat edebilmek gerçekten zor olmalı.

Siyasette kullanılan sağ-sol, dini bütün, dinsiz kavramlarının anlamları ile o kadar kolay oynanıyor ki.. Yukarıda paylaştığım tekerlemedeki gibi “yalan” sözcüğünün bir anlamı kalmamış. Çıkar algısı kirlendikçe günübirlik ak dediğine kara diyebilmek. Teknoloji sayesinde anında yalanın yalan olduğunun kanıtlanabilmesi söz konusu iken, yalandan yüzü kızaran bile kalmamış. Yeter ki o anda pazarlanacak siyaset için alıcı bulunabilmesi düşlenebilsin. Gelin görün ki açlığın, çaresizliğin, yaşayamamanın, çektirilen acıların bedelleri sınır tanımaz, kitleselleştikçe seçim kazanabilmenin olanaksız hale gelebileceğinin de bilimsel verileri, gerçekleri ortada.

***

Son birkaç günün birikmiş belgeli, fotoğraflı, gerçeğe dayalı verilerin çokluğunda sağ-sol,dini bütün, dinsiz kavramları üzerinden seçmenin nasıl hâlâ kandırılabileceğine doğrusu aklım hiç yatmıyor. Çok fazla yalan, kirli çamaşır, vurgun, yağma üzerinden olayların belgeleri ile yüzleşmekteyiz ki.. Tecavüzcü kurtuluyor, kadınlar çocuklar, güçsüzler, göz göre göre, kanıtlı saldırılara, ölümlere sürükleniyorlar ki. Gözler önünde suç işleyenler adeta özendiriliyor.

İnsanı yaşatma sorumluluğu olan meslek örgütlenmeleri, hak-hukuk yaşatma sorumluluğu olan tüm meslek örgütlenmeleri isyanlarda. Hastasını kurtaramayan sağlıkçıdan, işçinin hakkını arayan sendikaya, üretimden sorumlu çiftçi, esnaf, biraz ahlaklısı ise işveren örgütlenmelerine kadar, dahası yandaş bilinenlerin çoğunluğu bile olup bitenleri savunamadıkları için, eylemleri ile olamasa da söylemleri ile mağdurların yanında çıkış yapmak zorunda kalıyorlar. Akla gelemeyecek daha büyük suçlarla daha da ustalıklı yalanlar üretilmesinin olanağı yok gibi. Bu tablonun böylece sürdürülebilirliğinin olurunu bulmak zor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları