‘Ölüm fermanına’ direniş!

17 Ekim 2014 Cuma

Ergun Çağatay’ın merceğinde elli yıl:

İçimden, beni bu fotoğraflara bunca çeken ne diye düşünüyorum:
Bireysel ve toplumsal belleğime seslenmeleri mi? Gerçeklik duygusuyla, estetik mükemmellik arasında sağladıkları denge mi? Çağrışımlarla kendi öykülerimi anlatmama yol açmaları mı? Gerçeğin aynı zamanda sahici olduğunu ispatlamaları mı? Yoksa bu fotoğrafları çekenin çocukluk ve ilk gençlik yıllarımın, İzmir coğrafyamın bir parçası olması mı?
Galiba hepsinin biraz payı var... Öyleyse baştan başlayayım:
Fotoğraf sanatçısı Ergun Çağatay’ın Ortaköy Afife Jale Kültür Merkezi’nde açılan ve 25 Ekim’e dek sürecek olan “Merceğimde 50 Yıl” başlıklı fotoğraf sergisinden söz ediyorum.

Fotoğrafta daha iyiyi yaratma peşinde
Nicedir, hepimizin elindeki cep telefonları, harika birer fotoğraf makinesine dönüştü... Bir düğmeye basmamızla o minicik alet ideal ışık ayarını, ideal mesafe ayarını otomatik olarak anında yapıveriyor. Hatta çerçevelemede dahi size önerilerde bulunuyor. Ne dersiniz? Artık “gözümüz kapalı” fotoğraf çekebilir miyiz?..
Teknik olarak belki “gözü kapalı” fotoğraf çekilir ama gelin görün ki “yürek kapalıysa” bu iş olmuyor.
Ergun Çağatay’ın bu sergide yer alan fotoğraflarına bakıyorum. Yalnız gözünü değil, gönül gözünü, yüreğinin gözünü, belleğinin gözünü de açarak çektiği fotoğraflar.
Tüm yaşamını fotoğrafçılık mesleğine, fotoğraf sanatına adamış, bu yolda büyük mücadele, çok emek, çok çaba vermiş, özveride bulunmuş Ergun Çağatay, “Benim açımdan bu meslek öldürüldü” diyor. O, teknolojinin getirdiği yenilikleri ve sağladığı kolaylıkları hiçbir zaman sevmedi, şimdi de sevmiyor. Çünkü daha iyiyi yaratmak için kolay değil, zor olanın; tembellik, kopyacılık değil emeğin gerekliliğine inanmıştı.
Sergidekiler, kendi deyişiyle “Fotoğrafın ölüm fermanı verilmeden önce çekilen” fotoğraflar ... O “daha iyiyi” saptamak ve sımsıkı tutabilmek için yoğun emek, dikkat, özen ve göz açıklığı, gönül açıklığı gerektiren fotoğraflar...
Her birinin altında tarihleri var: 40 yıl önce, şimdiki katakullilerin yapılamadığını bilerek bakıyoruz bu fotoğraflara...
O nedenle 60’ların Bodrum’unu, 70’lerin Birgi ya da Göreme’sini gördüğümüzde, gören gözün farklılığıyla çarpılıyoruz.. Hasankeyf, Sultan Ahmet ya da Âşık Veysel fotoğraflarının bunca farklılığına şaşmıyoruz. Paris sokaklarından Uppsala-İsveç’in doğasına; New York’tan Moskova’ya, St. Petersburg’a savrulurken daha önce hiç görmediğimiz özgünlükle kanatlanıyoruz. Orta Asya cumhuriyetlerinden seçilmiş fotoğrafların ritmi ve devinimi başımızı döndürse de bunların hiçbir dijital fotoğrafın olamayacağı kadar kalıcı olduklarını görüyoruz...

Yaşamla ölüm arasında
Bu yazının başlığını koyarken Ergun Çağatay’ın, “fotoğrafçılığın ölüm fermanı” diye nitelediği dijital fotoğrafa direnişini düşünüyordum. Yazıyı yazarken onun bir başka “ölüm fermanına” da direndiğini anımsadım.
Ergun Çağatay İzmirliydi. Kız kardeşi İlgün, sınıf arkadaşımdı. Bir uçak kazası, onu çok genç yaşta lise yıllarında Paris semalarında aramızdan aldı. Yıllar sonra, Paris Orly Havaalanı’nda herkesi hedef alan bir bomba patladı. 1983 yılında ASALA’nın koyduğu bomba, geriye on ölü ve sayısız yaralı bıraktı. Associated Press ve Gamma Fotoğraf Ajansı’nın elemanı, dünyanın dört bir yanından çektiği fotoğrafları Time/Life grubu dergilerinde ve daha nice yayın organında yayımlanan fotomuhabiri Ergun Çağatay, o gün, o anda Orly Havaalanı’ndaydı.
Tepeden tırnağa yanmıştı. Koma’dan çıktığında ameliyatlar ve beş yıl sürecek tedavi dönemi başladı. Ölümle yaşam arasında gidip geliyordu. Bir daha fotoğraf makinesin eline alamayacağına inanıyordu.
Ellerini hiç ama hiç kullanamadığı o günleri çok iyi anımsıyorum. Yıkılmadı, yılmadı, hiç pes etmedi. O ölümle yaşam arasında gidip geldiği günlerde karar verdi “Türkçe Konuşanlar” (Turkic Speaking Peoples) kitabını yapmaya. Yanık elleriyle sarıldı bu düşünceye ve de düşlerine... Fotoğraf, düşlerinden hiç ama hiç çıkmamıştı ki!
14 yılda tamamlandı bu proje. 110 bin kilometre kat edip 35 bin kare fotoğraf çekti Arta Osya’da. Ergun Çağatay- Doğan Kuban editörlüğünde bu dev eser önce İngilizce (2006) sonra Türkçe (2008) yayımlandı. Dünyanın dört bir yanına dağıldı. Sergide o kitaptan da seçmeler var.
Yurtiçinde ve yurtdışında sergiler, belgesel filmler, kat edilen yollar... Terörün ölüm fermanını da yendikten sonra doludizgin devam etti, yaşamaya ve fotoğraf çekmeye... Şimdilerdeki düşü bir Çin kitabı gerçekleştirmek. Başaracağından hiç kuşkum yok...
Ortaköy Afife Jale Kültür Merkezi’nde Ergun Çağatay’ın sergisi 25 Ekim’e dek sürecek. Kaçırmayın!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kaburga sohbetleri 28 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları