‘Sürdürülebilirlik trend değil, yaşam biçimi’

‘Sürdürülebilirlik trend değil, yaşam biçimi’

30.09.2025 04:00:00
Güncellenme:
Ayça Ceylan
Takip Et:
‘Sürdürülebilirlik trend değil, yaşam biçimi’

Yeşil influencer, atıksız yaşam uzmanı ve iklim aktivisti Nil Ormanlı ile çevresel sürdürülebilirliğin sosyal medyadaki yansımalarından iklim hareketine birçok konuyu konuştuk.

“Yeşil influencer” olmayı nasıl tanımlıyorsunuz? Sosyal medyada görünürlük ile gerçek dönüşüm arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz?

Ben “yeşil influencer” olmayı bir unvandan çok bir sorumluluk alanı olarak görüyorum. Yani mesele sadece sosyal medyada görünür olmak değil; kendi hayatımda uyguladığım ve deneyimlediğim şeyleri paylaşmak ve ilham olmak. Çünkü ekoloji, sürdürülebilirlik ya da atıksız yaşam gibi konular bir trend değil, yaşam biçimi. Burada takipçilerle kurduğum bağın en önemli yanı samimiyet. Uyguladığım, faydasını gördüğüm veya zorlandığım pratikleri olduğu gibi aktarıyorum. Kendi yaşamımı göstererek de insanları tüketime değil de daha ekolojik yaşamaları konusunda “influence” ediyorum diyebilirim.

Sosyal medyada görünürlük, bu mesajların daha fazla insana ulaşması için bir araç ama nihai amaç toplumsal ve bireysel dönüşüm yaratmak. Dengeyi de şeffaflıkla kuruyorum. Mükemmeliyet iddiası taşımadan, herkesin kendi imkânlarıyla atabileceği küçük adımların büyük değişimlere yol açabileceğini vurguluyorum. Bu sayede sosyal medyadaki görünürlük, bir vitrin değil; kolektif dönüşüme açılan bir kapı oluyor.

BİREYSELDEN KOLEKTİFE DÖNÜŞÜM

İklim aktivizmine yönelmenizde kırılma anı neydi? Sizi bu yola çıkaran ya da bakışınızı kökten değiştiren bir deneyim oldu mu?

Aslında bu alana bir “içerik üreticisi” olarak adım attım. Sonra bir dernekte iklim kampanyaları danışmanı olarak çalışmaya başladım ve işim gereği yerelde verilen mücadelelere de yakından tanık oldum. Ama benim için en derin kırılma noktası Akbelen direnişiydi. İkizköylülerin ormanları, zeytinlikleri ve aslında yaşamları için verdikleri mücadeleye tanık olmak. O ormanın önünde tuttukları nöbet, inatla ve inançla haklarını savunmaları, beni çok etkiledi. Onların evlerinde kaldım, sofralarına oturdum, zeytin topladım, hep beraber direndik. Ve bir gün, gözlerimin önünde o ağaçların kesilmesine şahit oldum. O sesi duymak, gökyüzüne uzanan ağaçların birer birer yere düşüşünü görmek, benim için kırılma noktası oldu.

O an anladım ki mesele yalnızca kentlerde “plastiklerimizi azaltalım” demekten ibaret değil. İklim ve çevre mücadelesi, hayatın her alanına yayılan, hep birlikte omuzlamamız gereken bir mücadele. İşte o yüzden artık sadece bireysel dönüşümü değil, toplumsal dönüşümü de odağıma alarak içerik üretiyorum. Çünkü bu yol, tek başımıza değil, birlikte yürüdüğümüzde anlam kazanıyor.

Kendi yaşamınızda sürdürülebilirliği nasıl somutluyorsunuz? Günlük alışkanlıklarınızda küçük ama etkili değişimler neler?

Sürdürülebilirliği kendi yaşamımda somutlamak, büyük değişimlerden çok günlük alışkanlıklarla başlıyor. Tek kullanımlık plastikleri hayatımdan çıkarmak, alışverişte gerçekten ihtiyacım olanı almak, yiyecekleri israf etmemek, az tüketmek, az atık çıkarmak, yerelden ve plastiksiz alışveriş yapmak, mevsimsel beslenmek bunlardan sadece bazıları. Aynı zamanda su ve enerji kullanımımı gözlemleyip azaltmaya çalışıyorum. Ayrıca uzun süredir de veganım.

Image

AZ TÜKET, ONAR VE YENİDEN KULLAN

Atıksız yaşam sizin için ne ifade ediyor?

Atıksız yaşam benim için aslında “kusursuzluk” değil, “sorumluluk” demek. Yani hayatımdan bütün atıkları bir anda silip mükemmel bir noktaya ulaşmak değil; her gün biraz daha farkında olmak, biraz daha az tüketmek, biraz daha onarmak ve yeniden kullanmak. Atıksız yaşamı bir hedef değil, bir yolculuk olarak görüyorum. Çünkü mesele, doğayla uyumlu bir yaşamın peşinden gitmek.

Türkiye’de iklim hareketinin son yıllardaki dönüşümünü nasıl görüyorsunuz? Sizi umutlandıran veya endişelendiren gelişmeler neler?

Türkiye’de iklim hareketi son yıllarda çok daha görünür ve çok daha organize hale geldi. Artık yerellerin sesi, hak mücadelesinin en güçlü parçası haline geldi. Akbelen’den Kazdağlarına kadar pek çok yerde insanlar yaşam alanlarını savunmak için bir araya geliyor. Beni en çok umutlandıran şey, bu yerel direnişlerin toplumun geniş kesimlerinde karşılık bulması. Artık bir köydeki mücadele yalnızca o köyün değil, hepimizin meselesi haline geliyor. Özellikle maden yasasına karşı yükselen tepki, çok güçlü bir dayanışma zemini oluşturdu. Çünkü insanlar artık biliyor ki bu mücadele sadece bir ağacı, bir zeytinliği ya da bir köyü korumak değil; yaşam hakkımızı, suyumuzu, gıdamızı ve geleceğimizi savunmak demek.

Endişem ise, tüm bu haklı mücadelelere rağmen devletin ve şirketlerin ısrarla doğa talanını sürdürmesi. Yasalar halkın değil, sermayenin lehine değiştiriliyor. Ama şunu da çok net görüyoruz: her yeni olay, aynı zamanda yeni bir direnişi de doğuruyor. Ve bu bana geleceğe dair umut veriyor. Çünkü iklim hareketi, artık geri dönülmez bir biçimde toplumsal hafızaya kazındı.

KÖMÜRDEN ÇIKIŞ, İKLİM HEDEFİ, İKLİM ADALETİ

Sizce iklim değişikliği konusundaki en acil üç mesele nedir?

Bence Türkiye’de iklim değişikliği konusunda en acil üç mesele şu: Birincisi kömürden çıkış. Türkiye hâlâ kömüre dayalı enerji politikalarında ısrar ediyor, yeni termik santralları yatırımlar planlanıyor. Oysa kömür hem iklim krizini derinleştiren en kirli enerji kaynağı hem de halk sağlığı için büyük bir tehdit. Kömürden adil ve planlı bir çıkış, ertelenemez bir zorunluluk. İkincisi, ülkenin net, güçlü ve bilimsel verilerle uyumlu bir iklim hedefi olmaması. 2053 net sıfır hedefi açıklansa da bunun arkasında somut bir yol haritası, şeffaf bir plan ve bağlayıcı adımlar yok. Bu hedefler, sadece kâğıt üzerinde değil, gerçekten uygulanabilir ve hesap verebilir olmalı. Üçüncüsü ise iklim adaleti. İklim krizi herkesi aynı şekilde etkilemiyor. Yoksul kesimler, kadınlar, çocuklar ve göçmenler en çok zarar gören kesimler. İklim politikaları bu eşitsizlikleri görmeden, hak temelli bir bakış açısıyla kurgulanmadan gerçek bir dönüşümden söz edemeyiz.

Son zamanlarda okuduğunuz, dinlediğiniz, izlediğiniz ve size ilham veren neler oldu?

Şu an Değişim Elçileri isimli bir programın eş yürütücülüğünü yapıyorum. Bu programda kadınlar ve gençlerle birlikte iklim ve çevre savunuculuğu üzerine çalışıyor, onların kendi hikâyelerini ve deneyimlerini görünür kılabilecekleri alanlar açıyoruz. Çünkü iklim krizinden en çok etkilenen kesimlerden biri kadınlar ve gençler, dolayısıyla bu mücadelenin en önemli aktörleri de onlar. Onların güçlenmesi, kendi taleplerini dile getirmesi ve karar süreçlerinde yer alması, iklim hareketini hem daha adil hem de daha dönüştürücü kılıyor. Onların her hareketi bana her gün yeniden ilham oluyor.

Eğer bir bitki olsaydınız, hangisi olmak isterdiniz ve neden?

Zeytin ağacı olmak isterdim. Çünkü kökleri çok derin, gövdesi dayanıklı, binlerce yıl yaşayabilen bir ağaç. Hem bereketin hem de barışın sembolü. Akbelen’de ve pek çok yerde verilen mücadelede gördüğüm gibi, zeytin ağacı yaşamı savunmanın kendisi. Yerinden sökülmeye çalışılsa da yeniden kök salan, tüm baskılara rağmen varlığını sürdüren bir direniş simgesi. Ben de hayatın karşısına çıkan tüm zorluklara rağmen köklerinden güç alarak direnebilmeyi, üretmeyi ve yaşamı çoğaltmayı istiyorum

ATIKSIZ BİR YAŞAM İÇİN ATILACAK ADIMLAR

"Başlamak isteyenlere en büyük tavsiyem küçük ve sürdürülebilir adımlar atmaları. Bir anda her şeyi değiştirmeye çalışmak yorucu ve yıldırıcı olabilir. Önce tek kullanımlık ürünleri azaltmak, çantanızda bir matara ya da bez çanta taşımak, evinizde gıda israfını fark etmek gibi basit adımlar bile çok şey değiştiriyor. Bu kadar basit görünen şeyler aslında çok politik. Çünkü bireysel tercihler, toplumsal dönüşümün de temelini oluşturuyor. Önemli olan “benim çöpümden ne olacak ki” demek yerine, “benim seçimim bu düzeni değiştirebilir” diyebilmek. Atıksız yaşam da tam olarak bu bilincin pratiğe dönüşmüş hali."

İKLİM DOSTU GELECEK

"Hayalimdeki iklim dostu gelecek; kömürden çıkmış, yenilenebilir enerjiyi adil bir şekilde yaygınlaştırmış, suyun ve toprağın değerinin bilindiği, kimsenin yaşam alanı için mücadele etmek zorunda kalmadığı bir Türkiye. İnsanların tüketim alışkanlıklarını sorguladığı, doğayla uyum içinde, daha adil ve dayanışmacı bir yaşamın kurulduğu bir gelecek. Bu hayallerin hayal olarak kalmaması için de ben “inatçı iyimser” olmaya devam edeceğim."