Boşlukları doldurma sanatı

Sanatın ortaya çıkışındaki en temel isnani dürtü, boşlukları doldurma konusundaki bitmek bilmez ısrarı olabilir mi? Farklı dönemler ve kültürlerden sanat akımlarını incelediğinizde “boşluğun” insan ruhu için ne kadar zorlu bir kavram olduğunu görmeniz mümkün.

Boşlukları doldurma sanatı
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 30.01.2022 - 13:00

Çoğumuz, düz bir yüzeye dakikalarca bakmakta ya da bütün günü hiç birşey yapmayarak geçirme konusunda pek başarılı sayılmayız. Her anımızı verimli yada verimsiz pek çok şeyle doldurma çabasındayız. Peki, bir şeyler yapmak için kendimizi zorlamamız gerekiyor mu? Ya da kendimizi, çevremizi, zihnimizi hiç birşey yapmadan rahat bırakamaz mıyız? Bütün bu çabamızın temel sebebi, boşluktan korkuyor olmamız olabilir mi?

Duyularımızı dış dünyaya bir süreliğine kapatmayı sağlayan eylemlerden olan meditasyon yapmak ya da inzivaya çekilmekte çok zorlanırız, çünkü bu durumlarda zihin bir süre her şeyden vazgeçer, sanki hiçbir şey yokmuş gibi hisseder ve boşluk duygusu duymaya başlar. Aristotales “doğa boşluk kabul etmez” demiştir. "Boşluk" tuhaf bir kavramdır, mesela, doğaya baktığımızda, çıplak toprak bitki örtüsüyle kaplanır, insan ise doğanın bir parçasıdır ve pek çok şeyi doğadan öğrenir. Bu yüzden, tıpkı doğada olduğu gibi bazı zamanlar odaklanmamış zihin boş kalır ve düşünceler içinde boğulmaya başlar, bu süreçte farkına bile varmadan kafamızı, varoluşsal sorularla, endişelerle, çeşitli konularla doldurabilir yada hayatımızdaki boşlukları bize iyi gelecek ve hiç iyi gelmeyeceğini bildiğimiz insanlarla, nesnelerle doldurup bu amaçsız ürpertiyi sona erdirmeye çalışabiliriz.



Sanatta ise bu boşluğu doldurma arzusuna "boşluk korkusu" anlamına gelen "horror vacui" denir. Bu his, sanatsal üretim sürecinde bir yüzeyi boş alan bırakmaktan korkarcasına hınca hınç doldurma saplantısı olarak ortaya çıkar. Bu yaklaşımı, Flemenk ressam Bosch’un ve Bosch’tan ilham alan Bruegel’in çalışmalarında sıklıkla görebiliriz, iki sanatçının da resimlerinde her yer o kadar doludur ki; eserlerin odak noktası kaybolmaktadır.

Benzer bir durum İslam sanat geleneğinde de geçerlidir. İslam sanat geleneğinde, gözün boş bir yüzeye uzun sure bakamayacağı düşünülür ve bu yüzden de fazlasıyla bezemeli yüzeyler görürüz; örneğin Selçuklu Devleti döneminde yapılmış olan taç kapılarda, sonsuza kadar giden geometrik formlar, boşluk korkusu temelinde gelişmiş bir tutumdur.
Yaşanılan dönem ve coğrafya fark etmeksizin bütün insanlar bu korkuyu yaşamaktadır; Maleviç'in 20. Yüzyılın başında yaptığı, herhangi bir nesneyi göstermeyen ve bir şeyi anlatmayan "sıfır biçim" olarak adlandırdığı ‘Siyah Kare" isimli eseri; "hiç birşeyin" resmi olarak karşımıza çıkar. Malevich bu resmin boşluğu resmetmediğini; resmin, boşluğu saranı gösterdiğini söyler. Sanatçıya göre, ‘boşluk’, aslında her yerdedir, ancak, bu tabloya bakan insanlar resme baktıklarında boşluktan ve hiçbir şeyin olmamasından dolayı rahatsızlık hisseder ve zamanla, çalışmadaki renk çatlaklarını fark ederler, çünkü insanlar hep ‘bir şeyler’ görmeye koşullandığı için çatlaklar resmin “hiç” ya da boşluk olan görüntüsünü bastırmaktadır.



Hayatımızda karşılaştığımız boş "yüzeyler" tuval, kağıt, duvar gibi pek çok farklı mecra olabilir ya da insanın bedeni, zihni yaşadığı yer, hayatı da olabilir. Etrafımıza baktığımızda bu korku yüzünden çevremizde ve dünyada dolmadık tek bir alan bırakmadığımızı fark ederiz.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler