İçinde yaşadığımız çağın hızı ve sınırsızlığı hepimizi büyülerken bir yandan da derin bir soruyu gözlerimizin önüne seriyor: Neden bu kadar bağlıyken bu kadar yalnızız? Akıllı telefonlar, sosyal medya, anında mesajlaşmalar... Her şey, dünyayı avucumuzun içine sığdırıyor. Ancak bütün bu teknoloji bizi birbirimize yaklaştırmak yerine daha da uzaklaştırıyor. Her şey elimizin altında, ama bir şeyler hâlâ eksik gibi. Öyle değil mi?
YALNIZLIK EPİDEMİSİ
2021'de Harvard Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre ABD'deki her üç yetişkinden biri derin bir yalnızlık hissi yaşadığını söylüyor. Gençlerde bu oran daha da korkutucu: Z kuşağının yüzde 61'i yalnızlıktan şikâyetçi. Çünkü "çevrimiçi" olmak her zaman "bağlı" olmak anlamına gelmiyor.
Eskiden insanlar mahalle kahvelerinde buluşur, komşularıyla kapı önünde sohbet ederdi, ellerinde telefon olmadan gözlerinin içine bakarlardı. Bugün, komşularımızı tanımıyoruz, yüz yüze bir kahve içmek yerine "Zoom toplantısı" düzenliyoruz. Elbette teknoloji çok faydalı ama insanın doğası gereği fiziksel ve duygusal bağların yerini "emoji"ler alamıyor…
Yalnızlık, sırf psikolojik değil fiziksel sağlığımızı da etkiliyor. Araştırmalar, uzun süreli yalnızlığın bağışıklık sistemimizi zayıflattığını, kan basıncını artırdığını ve hatta erken ölüm riskini yüzde 26 oranında yükselttiğini gösteriyor. Amerikan Psikoloji Derneği'nin bir raporuna göre yalnızlık, günde 15 sigara içmek kadar zararlı olabilir. Dahası kronik yalnızlık, stres hormonlarının sürekli olarak yüksek kalmasına neden olarak kalp hastalıkları riskini ciddi şekilde artırıyor. Bu etkiler, yalnızlığın bir ruh hali değil bir halk sağlığı sorunu olduğunu kanıtlıyor.
SAHTE YAKINLIKLAR
Sosyal medya yaşantımıza büyük kolaylıklar getirdi, doğru. Arkadaşlarımızın yaşamına ilişkin her şeyi, ne yediklerini, nereye gittiklerini, ne yaşadıklarını gösterdikleri haliyle görebiliyoruz. Ancak bu gerçekten "bağ" kurmak mı? İnsan beyni, samimi bir sohbetteki mikro ifadelere, jestlere ve ses tonuna tepki vermek üzere evrimleşmiş. Gerçek sıcaklık ve enerjiyi hissetmemiz gerekli. Ancak Instagram hikâyeleri veya WhatsApp iletileri bu gereksinimi karşılayamıyor. Böylece kendimizi paradoksal bir durumda buluyoruz: Her şeyi paylaşıyor ama yine de anlaşılmıyor hissediyoruz
ÇÖZÜM NE?
Peki, bu dijital yalnızlık çemberini nasıl kırarız? Aslında yanıt basit ama cesaret istiyor: Gerçek bağlantılar kurarak. Örneğin, sosyal medyada "like" atmanın yanında, bir arkadaşınızı arayıp nasıl olduğunu sormayı deneyin. Başta garip gelebilir. "Neden arıyorum ki hayırdır?” “Mesaj atsaydım daha kolay olurdu" diye düşünülebilirsiniz ama samimi bir telefon konuşmasını hangimiz özlemedik? Teknolojiyi akıllıca kullanarak ve onu yaşamdaki tek özgürlük alanı kaynağı haline getirmeyerek dengeyi bulabiliriz.
‘HYGGE’ ZAMANI
Toplum olarak neler yapabiliriz diye düşününce; Okullarda ve işyerlerinde, sosyal medya bağımlılığını azaltmak için bilinçlendirme kampanyaları başlatılabilir. Bilinçli kullanım, yalnızlığın önlenmesinde önemli bir adım olabilir. Bu tür uygulamaların, toplum genelinde yalnızlık krizini hafiflettiği kanıtlandı. Örneğin, Danimarka'da "hygge" adı verilen küçük, samimi buluşmaların teşvik edilmesi toplumsal refahı artırmada oldukça etkili oldu. Biz de bu tür kültürel alışkanlıkları kendi toplumumuza adapte edebiliriz. Dijitalden çıkıp fiziksel alanlarda buluşmaları daha çok organize etmeliyiz ve buna yeniden alışmalıyız. Çünkü gerçek yakınlık, "çevrimiçi" değil "bağlı" olmaktan geçiyor.