Uzay’ın okulunda, sosyal medyada veya sokakta pembe tütüler, mor tokalar, parıltılı etekler, pullu bluzlar, boncuk bileklikler içinde zar zor koşuşturan kız çocuklarını izlerken baskısız tişörtlerle ve beyaz–mavi–kahverengi renk skalasıyla “dede tarzı” giyinen oğlumun acaba bir şey mi kaçırdığını düşünmeden edemiyorum. Aslında işin doğrusu, o da böyle sakin bir paleti tercih ediyor. Merak ediyorum: Uzay kız olsaydı biz de üzerimize dev bir pamuk şeker yapışmış gibi pembe tütülerle mi gezecektik? Muhtemelen evet. Çünkü kız çocuklarının —çoğu zaman rahat etmelerine bile izin vermeyen— payetli, tüllü, süslü ve neredeyse istisnasız pembe tonlarındaki kıyafetleri “kendi seçimleri” gibi görünse de aslında yönlendirildikleri bir kalıbın ürünü. Başka bir deyişle: Bu ışıltılı yaşamı onlar seçmedi, her ne kadar seçtiklerini sansalar da…
Peki nereden geliyor bu pembe? Çocuk giyiminde pastel renkler popüler olmadan önce çoğu ebeveyn çocuklarını altı yaşına kadar beyaz elbiseler giydirirmiş. Beyaz pamuklu kumaş kolayca ağartılabildiğinden bu seçim akla oldukça yatkın. Daha sonra bebek kıyafetlerinde pastel renkler moda olmuş ama hâlâ bu renkler belirli bir cinsiyete pazarlanmıyormuş: Hem erkek hem de kız çocukları, mavi ve pembe de dahil olmak üzere çeşitli pastel renklerle giydiriliyormuş. Paoletti’nin “Pembe ve Mavi” kitabında anlatıldığı üzere ilk kez 20. yüzyılın başlarında, bazı mağazalar “cinsiyete uygun” renkler önermeye başlamış. Ancak günümüzün aksine pembe, kırmızının “güçlü” bir tonu olarak erkek çocuklarıyla; mavi ise Meryem Ana ve masumiyet simgesi nedeniyle kız çocuklarıyla özdeşleştiriliyormuş. Time dergisinin 1927 tarihli bir sayısında da Boston, Chicago ve New York'taki büyük mağazaların erkek çocuklar için pembe önerdiği belirtiliyor. Yani bugün “doğalmış” gibi sunulan pembe-kız, mavi-erkek eşleşmesi aslında çok yakın tarihli bir olgu ve tüketim kültürünün ürünü. 1946-65 arası doğan “baby boomers” kuşağı bugün alışkın olduğumuz cinsiyete özgü giysileeri giyen ilk nesil. II. Dünya Savaşı sonrası genişleyen çocuk pazarı renkleri tamamen cinsiyetlendiriyor. 1980’lerde doğum öncesi cinsiyet öğrenme teknolojileri de bunu iyice pekiştirince, günümüzdeki sosyal medya teşhirciliğiyle körüklenmiş “cinsiyet partisi” diye saçma sapan bir furyanın doğmasına kadar uzanıyor bu iş. Hatta birkaç yıl öncesine kadar kadınların pembe, erkeklerin maviydi kimlik kartları… Böylesine yerleşmiş bir cinsiyet-renk kodlaması yani…
RENGİN NORM OLMASI
Sorun elbette rengin kendisinde değil; rengin, toplumsal cinsiyeti kalıplaştıran bir norm haline getirilmesinde. Yani pembenin -veya herhangi bir rengin- “kız rengi” olarak kodlanması, çocukların kimliklerini daha ilk yaştan itibaren şekillendiren kültürel bir müdahale. “Pembe vergi” olarak nitelendirilen kavram ise bu müdahalenin ekonomik yüzü. Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik ürünlerin —oyuncak, deodorant, giysi— erkek sürümlerinden daha yüksek fiyatla satılması. New York Tüketici İlişkileri Departmanı’nın 2015 tarihli çalışmasına göre kadınlara yönelik ürünler ortalama yüzde 7 daha pahalı. Kişisel bakım ürünlerinde bu fark yüzde 13’e kadar çıkıyor. Kız ve erkek çocuk ürünlerinde de tablo aynı. Birleşik Krallık’ta yapılan araştırmalarda kız çocuk tişörtlerinin yüzde 13, bebekler gibi kızlara yönelik pazarlanan oyuncakların yüzde 11 daha pahalı olduğu görülmüş. Yani bir scooter yalnızca rengi “pembe” olduğu için daha pahalı satılabiliyor. Anne olarak mağazada buna tanık olduğum her an içimden “Bu fiyat farkı neyin bedeli” diye sormadan edemiyorum. Küçücük bir cinsiyet etiketi, aynı ürünü sanki “daha özel”, “daha değerli”ymiş gibi göstererek fiyatını artırabiliyor. Yani bu “pembe vergi” dediğimiz şey, kadınları daha minicik yaşlarından itibaren pazarlama stratejilerinin hedefi yapıp onları belirli bir prototipe oturtarak onlara aynı ürünü ufak bir dokunuşla daha pahalıya satma işi. Bu veriler tek bir ürün veya hizmet için “biraz daha fazla ödeme yapmak” olarak görülebilir ancak yıllar içinde birikince maddi yükün oldukça büyük olduğu yadsınamaz. Bu farkların üzerine bir de kadınların ortalama daha düşük gelir elde ettiğini eklediğimizde, pembe vergi yalnızca bir fiyat politikası değil, derinleşen ekonomik adaletsizliğin adı haline geliyor.
Peki anne–çocuk dünyasında ne yapabiliriz? Ürünleri cinsiyet etiketine göre değil, içerik ve fiyatına göre karşılaştırmak bir seçenek. Veya unisex ürünlere yönelebiliriz ama çocuklarımızla bu farklılıkları konuşmak, onların da tüketim eşitsizliğini sorgulamalarını sağlamak önemli bir adım. Çünkü eşitlik yalnızca kazançta değil, harcamada da başlar.
Kaynakça
- Paoletti, J. B. (2012). Pembe ve mavi, Indiana Üniversitesi Yayıncılık.
- Wishart, G., Poo, M. C. P., Baxter, K., & Lau, Y. Y. (2024). Kişisel bakımda cinsiyet ücreti eşitsizliği ve “pembe vergi”. Ansiklopedi, 4(3), 1279-1285.
- Hıristiyan Bilim Monitörü. (2017, February 28). İşte kadınların günlük ihtiyaçlarında uygulanan 'pembe vergi'nin maliyeti.