Bergamalı Müderris Ahmet Cevdet Efendi neden İzmir Mebus’u seçilemedi?
KONUK YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet Ege için yazdı...
Birçok kişi sessiz sedasız geçer gider hayattan.
Dünya’yı, toplumu değiştiren önderlerin gidişi ise törenseldir. Unutulmazlar. Mutlaka anılırlar.
Bazıları ise kendi çaplarında çevrelerini etkilemişler, küçük büyük önemli izler bırakmışlardır ama pek hatırlanmazlar.
Bergamalı Müderris Ahmet Cevdet Efendi renkli kişiliği ile toplumsal, siyasal, kültürel, dinsel tutumuyla Osmanlı ülkesinde ve İzmir’de, 1873-1926 yılları arasında var olmuş, ilim sahibi, erdemli ve değiştirici, çok sevilen kişilerden biridir.
****
1873 yılı ocak ayında, İzmir’in Bergama ilçesi Alibeyli köyünde doğmuş Ahmet Cevdet daha üç yaşındayken Osmanlı ülkesi yeni bir döneme girmişti.
Bergama-Alibeyli Köyü
Dünyadaki değişime ayak uyduramayan Osmanlı Devleti sarsıntılı yılların içinde 31 Ağustos 1876’da II. Abdülhamid’i padişah yapmış, ardından, 26 Aralık’ta Meşrutiyet ilan edilmişti.
Ülke, Meşrutiyet denilen bu yeni yönetim biçimi ile yasama ve yürütme gücünün Padişahın iradesinde bulunduğu katı mutlakiyetçilikten, bazı yetkilerinden feragat ettiği yarı monarşik bir düzene geçmek üzere yola çıkmıştı.
Hazırlanan Kanuni Esasi (Anayasa) ile Padişah II. Abdülhamid kendi seçtiği kişilerden oluşan “Meclis-i Ayan” (Toplumun ileri gelenlerinden oluşan Meclis) ve halkın ikili dereceli bir sistemle seçeceği “Meclis-i Mebusan”ın (Millet Meclisi) katılımıyla birlikte kararlar alacak, ülkeyi yönetecekti.
Yapılan genel seçimler sonucu, bu iki meclisten oluşan “Meclis-i Umumi” (Genel Meclis) adı verilen “Büyük Meclis” 19 Mart 1877’de büyük bir törenle açıldı.
19 Mart 1877’de Meclis-i Mebusan’ın açılışı
Bu usulle, Padişahı denetleyebilecek yönetim iyi işlememiş olacak ki II. Abdühamid, bir yıl geçmeden, Rusya ile yapılan savaşta alınan ağır yenilgiyi ve hızlı karar alınamadığını gerekçe göstererek, “Meclis-i Umumiyi: Genel, Büyük Meclisi” 14 Şubat 1878’de kapattı.
Ardından gelen yıllarda ulaşım ve iletişimde sağlanan ilerlemeler, eğitimin dallanması ve yaygınlaşması gibi gelişmelerin olmasının yanı sıra Osmanlı toprak kaybetmeye devam ediyordu.
Devlet borçları ödenemez hale gelmişti. Halk homur homur homurdanıyordu.
Hürriyet için halk yürüyüşü-1908
Bu ortamda, II. Abdülhamid’in iktidarını ayakta tutabilmek için aydınlar ve halk üzerinde uyguladığı baskı onun “Kızıl Sultan” olarak anılmasına yol açacaktı
Ülkede “kahrolsun istibdat/baskı” sesleri yükseliyor, yer yer isyanlar çıkıyordu.
Bu yönde yapılan mücadele “hürriyet/özgürlük” mücadelesi olarak anılıyordu.
***
II. Abdülhamid.
II. Abdülhamid bu olaylar karşısında taviz verdi.
1908 yılında bir kez daha (II.) Meşrutiyete geri döndü. Yetkilerinin hayli kısıtlanmasına razı oldu.
Bu süreçte mevcut yönetime karşı, yurt dışında filizlenen “Jön Türkler=Genç Türkler/Osmanlılar”la başlayan muhalefet; sonra “fırka=parti”ye dönüşen “İttihad ve Terakki Cemiyeti” (Birlik ve İlerleme) eliyle yükselecek, bu çalkalanma önce 1908’de II. Meşrutiyeti, ardından II. Abdülhamid’in tahttan uzaklaştırılmasın getirecekti.
Jön Türklük ve “İttihad ve Terakkicilik” o zamanlar “ilericilik” sayılıyordu.
17 Aralık 1908- Meclis-i Mebusan’ın II. Meşrutiyetle yeniden açılışı. Sultan II. Abdülhamid alt orta locada ayakta duruyor. (Servet-i Fünun gazetesi)
***
Bu ortamda büyüdü, gelişti Bergamalı Ahmet Cevdet.
İstanbul Üniversitesinden Prof.Mevlut Güngör’ün verdiği bilgilere göre babası Hüseyin Aşki Efendi Çemişgezek’in (Tunceli-Dersim) Başvertenk köyündendi.
Osmanlının Adliye teşkilatında “dava vekili” olarak görev yapıyordu.
O zamanlar “dava vekili” kavramı “avukat” yerine kullanılıyordu. Demek ki Ahmet Cevdet’in babası Hüseyin Bey de eğitimli, bilgili bir kişi idi.
1907’de II. Abdülhamid zamanında yapılmış Hükümet Konağı.
Bergamalı yerel araştırmacı Emin Urgun’un aktardığına göre Hüseyin Aşki Efendi, Bergama’ya memur olarak gelmişti.
Bakırçay Ovasının kuzeybatısında bir yörük köyü olan Alibeyli köyünden Fatma Hanım’la evlenmişti.
Çiftin, Ahmet Cevdet’in yanı sıra bir de kızları olmuştu.
Aile, Ahmet Cevdet üç yaşındayken, ülkede I. Meşrutiyet ilan edildiği yıl, 1876’da Alibeyli köyünden kaza merkezi Bergama’ya taşındı.
Bir ayağı aksayan, nüktedan baba Hüseyin Efendi Bergama’da kendini sevdirdi.
Eğitimli olmasıyla beraber münevver/aydın bir kişi olmalıydı ki oğluna, Osmanlının yetiştirdiği en yetkin tarihçi ve yazarlardan, o dönemde hayatta olan Ahmet Cevdet Paşa’nın adını vermişti.
Hüseyin Efendi, Dava Vekilliğinin yanı sıra güzel sözler söyleyebilen bir şair ve bir hiciv ustasıydı.
Böyle edebi yeteneklerinden dolayı “Aşki” (aşık, şair anlamında) lakabı Hüseyin Efendi’nin ismine eklenmiş olmalıydı.
Bergama ve çevresinde, bilinen 11 kadar mezar taşı, kitabe, çeşmenin manzumelerini o yazmıştı.
Bergama’da 1399 yılından kalma, Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt zamanında yaptırılan Ulu Cami bahçesine sonradan eklenen Şadırvana yazdığı kitabe de onun elinden çıkmıştı.
Araştırmacı Erol Şaşmaz’ın verdiği bilgiye göre Kasapoğlu Caddesinde 1906-1907 yıllarında yapılmış gösterişli Refik Efendi çeşmesinin kitabesinin ikinci bölümünde:
“Şânına dinse sezâ aynen tesemmi-i selsebil /
Göster bu nükte-i mazmûnu el-hakk ilm-i zîç /
Sene 1324 /
Akdı gevher lüleden Aşkî tarih-i nevi /
Gel Hüseyin’in aşkına doldur şarab-ı kevser iç.”, diyordu.
(Cennet çeşmesinin adıyla anılmak şanına yaraşır/Gökyüzünün gizli ilmi gel bu zarif sözlerin anlamını anlat/Yıl 1906-7/Aşki’nin tarihi cevherin özünden aktı/Gel Hüseyin’in aşkına kevser şarabını doldur, iç. (ST).”
Bergama-Barbaros Mah. Kasapoğlu Caddesinde, Refik Efendi çeşmesi.
Ulu Cami bahçesindeki Şadırvana yazdığı kitabenin sonunda da:
“Aşki, gevher tarihin bi-aba işrab eyle sen/Akdı şadırvandan kevser gibi cennet suyu. Sene 1327”
(Aşki, cevher tarihini susuz kalmış gibi içirt sen/Sene
1908/Şadırvandan cennet şarabı gibi aktı cennet suyu (ST.);
onun sözleri yazılıydı.
Bergama Ulucami Şadırvanı Kitabesi son parça
Çeşme kitabelerine bile böyle anlamlı ve uyaklı sözler söyleyebiliyordu Hüseyin Aşki Efendi.
Birçok başka yere de böyle kitabeler yazması için aranan, itibar gören bir kişiydi.
Tabii ki onun gibi bilgili ve söz söylemeye yetenekli bir şairin (Aşki’nin) oğlu, Ahmet Cevdet de kültür yolundan farklı bir yolda olsa da babasının izinden gidecekti.
***
Prof. Mevlut Güngör’in anlattığına göre Ahmet Cevdet 13 yaşına kadar Bergama’da kaldı ve ilk öğrenimini kentte bulunan diğer bilgili kişilerin yardımıyla tamamladı.
Ablasının İstanbul’a gelin olmasıyla, eğitimini geliştirmek için 1886 yılında o da İstanbul’a gönderildi.
Kendi de eğitimli bir kişi olan babası Hüseyin Aşki Efendi oğlunun ilimde ilerlemesini istiyordu demek.
Yüksek öğrenimini, o zamanki İstanbul’un önemli eğitim kurumlarından Ayasofya Medresesinde tamamlayan Ahmet Cevdet geldiği kentin adıyla, Bergamalı diye anılmaya başlandı.
Kendi de böyle tanınmak istiyordu demek.
Eğinli (Kemaliye-Erzincan) İbrahim Efendi’den icazet (eğitimini tamamlayarak diploma) aldı ve 1898’den itibaren Beyazıt Medresesinde ders vermeye başladı.
İki yıl sonra “Dersiam=Öğretim Üyesi” görevine getirildi.
Ağustos 1908’de ise öğrencilerine o da icazet vermeye başlayacak kadar yükselecek ve II. Abdülhamid tarafından özel armağan ve madalya ile ödüllendirilecekti.
Artık o, Bergamalı Müderris Ahmet Cevdet Efendi olarak Payitaht’ta, eğitim camiasında ünlü bir kişiydi. Daha 35 yaşındaydı.
“Ahmet Cevdet Efendi, ilim ve kitap aşığı, dini ilimler ile ilgili konularda görüşüne başvurulan, Arapça ve Farsçayı iyi bilen bir kimseydi”.
Prof.Mevlut Güngör’ün tanımıyla: “Boyu oldukça alçak, tıknaz yapılı, sakalı kırca ve kısa, gözünün birisi biraz sakatça, zeki, izzeti nefsine düşkün, alabildiğine iffetli ve dürüst, temkinli, ağırbaşlı, onurlu, ince latifeler ve nükteli sözler edebilen, şair, kahkahası bol, akranları arasında önde gelen birisi idi.”
***
II. Meşrutiyetin açılışında Meclis-i Mebusan’da Sadrazam Said Paşa’nın Padişahın bildirisini okuyuşu
Bergamalı Ahmet Cevdet Efendinin, genç yaşında İstanbul’da ünlü ve gözde bir ilim adamı olduğu, Müderris olarak anılmaya başladığı günlerde, II. Meşrutiyet’in ilanıyla Osmanlı Ülkesinde yeniden anayasal düzene geçildi.
Tarih 23 Temmuz 1908 idi.
1876’da, I. Meşrutiyette kurulan sistem yeniden devreye sokuldu.
“Heyet-i Ayan (ileri gelenler)” ve “Heyet-i Mebusan”dan (Milletvekili Heyeti, Meclisi’nden) oluşan Meclis-i Umumi (Genel, Büyük Meclis) Padişahın yanında ülkeyi yönetecekti.
Yetkileri daraltılan “Heyet-i Ayan” üyeleri Padişah tarafından atanacaktı.
1908- II. Abdülhamid’in seçtiği Meclisi Ayan (İleri gelenler meclisi üyeleri)
“Heyeti Mebusan”ı, halk temsilcilerini belirlemek için ise “Genel Seçim” süreci başlatıldı.
Seçimler 1908’in Kasım ve Aralık ayında yapıldı.
Aydın-Adnan Menderes Üniversitesi’nden Mesude Sezer Özdilli’nin verdiği bilgiye göre II. Meşrutiyet’te de ilki gibi Genel Seçimler iki aşamalıydı.
Önce her Sancak’ta (İl’de), seçme seçilme hakkına sahip Osmanlı vatandaşları, “ön seçmenler”, bugünkü “delege” anlamında “Müntehib-i sani”,“İkinci seçmenleri” seçiyordu.
“İntihâb-ı Mebûsân Kânûnu”na, dönemin “Seçim Yasasına” göre seçme ve seçilme hakkına sahip olanlar; yirmi beş yaşını tamamlamış, medenî haklardan mahrum olmayan, bir başka kimsenin hizmetinde bulunmayan (!) ve devlete az çok vergi veren erkekler olacaktı”.
Kadınların seçme hakkı yoktu
Bu “Ön seçmenlerin”, erkek vatandaşların belirlediği “İkinci seçmeler” (delegeler) de “Mebusları=Milletvekillerini” seçiyordu.
Süreç uzun olduğu için seçim bir günde bitmiyor, zamana yayılıyordu.
İstanbul’da Mekteb-i Sultanî (Galatasaray Lisesi) bahçesinde seçim ortamı ve denetimi
***
Osmanlının İdari sistemine göre 19.yüzyılın başında, Batı Anadolu’da Aydın Vilayetinde; İzmir, Aydın, Menteşe (Muğla), Saruhan (Manisa), Denizli olmak üzere beş Sancak (İlçe) vardı.
Mebuslar bu Sancaklardan seçilecekti.
45-50 bin kişiye 1 Mebus düşecekti.
Türk tarihinin ilk çok partili seçimi olan 1908 seçimlerinde yarış, “İttihad ve Terakki” ile “Ahrar Fıkrası” olmak üzere iki parti arasında geçti.
Bu seçime katılan partilerden, ideolojisi tam olarak şekillenmemiş “İttihad ve Terakki Fıkrası” ilerleyen yıllarda Enver, Talat ve Cemal Paşaların mutlak hakimiyetine girecek, vatanperver olarak algılanan Padişah karşıtı radikallerden oluşuyordu.
“Ahrar Fıkrası”nda da Prens Sabahattin önderliğindeki liberaller toplanmıştı.
1911’de partileşen Padişah yanlısı, başkanlığına Damat Ferit Paşanın getirildiği “Hürriyet ve İtilaf Fıkrası” bir sonraki seçimlere katılacaktı.
İzmir’de Ahenk gazetesi 27 Temmuz 1908 Kanuni Esasi ilanı
***
1908 yılı seçimlerinde Bergamalı Müderris Ahmet Cevdet Efendi de İzmir Sancağından “Mebus=Milletvekili” adayı oldu.
Kariyerinde yükselmiş, ilim camiasında kendini kabul ettirmiş, saygın ve tanınır bir kişiydi.
Demek ki siyasete de ilgi duyuyordu.
Yeri geldikçe kendine;
''Ne lazım serfüru bed gevheran-ı asra ey Cevdet= ZAMANIN SOYSUZLARINA BOYUN EĞMEYE NE GEREK VAR EY CEVDET”.
diyebilen bir anlayışı vardı.
Sorgulama edasıyla Dünya işlerine olan bakışını nükte ile açıklıyordu!
Ne de olsa (Şair) Aşki Hüseyin Efendi’nin oğluydu.
Bergama 1900’ler. Şimdi olmayan Mektebi Rüştiye (Orta Okul) binası.
Ona madalyalar verecek kadar Padişah II. Abdülhamid’ten takdir görmesine karşın, daha sonraki yıllardaki tutumundan anlaşıldığına göre mevcut sisteme karşı, muhtemelen “İttihad ve Terakki”ye yakındı.
Zaten bu bilimli, acar, çevresinde sivrilen bir kişiliğe sahip Müderris Ahmet Cevdet Efendi’nin, o zaman için değişimciliği temsil eden “İttihad ve Terakki”nin yanında olması doğaldı.
Fethi Tevetoğlu’na göre Mustafa Kemal bile 1907’de arkadaşı Fethi Okyar’ın ısrarı ile “İttihad ve Terakki” Derneğine katılmıştı.
Erol Mütercimler’e göre de 1909’da yapılan “İttihad ve Terakki Derneği” kongresinde, Mustafa Kemal aksi yönde eğilimler görüp, “Ordunun siyaset dışında bırakılması doğrultusunda” görüş bildirerek, bir asker olarak 1919’a kadar siyaseti bırakmıştı.
Bu yönde davranmayan “İttihad ve Terakki” zaman içinde ciddi yanlışlar içine girecek, ülke bundan çok büyük zararlar görecekti.
Müderris Ahmet Cevdet Efendi, 1908 yılında Meşrutiyetle birlikte Osmanlı Ülkesine “Hürriyet geldi” ortamında yapılacak seçimlerde İzmir’den mebus adaylığına, hep öyle anılmak istediği ve anıldığı Bergamalı lakabıyla, doğduğu kentin adıyla müracaat etti.
Ana soyunun yaşadığı, babasının ekmek parası kazandığı Bergama ile ilişkisi sürüyordu. Gelip gidiyor olmalıydı baba ocağına.
***
Bergama’da Müderris Cevdet Sokağı ve Mehmet Ağa Çeşmesi
Muhtemelen, 1774 yılının Bergama Voyvodası (bir tür yerel yönetici) Hacı Mehmet Ağa’nın bir çeşme yaptırdığı sokakta büyümüştü.
Yakınları orada yaşıyordu.
Çevresinde bugün dahi “Yanık Konak” olarak anılan bir boş alanda Voyvoda konutu, söylentiye göre bir zamanlar yanmış eski “Hükümet Konağı” varmış.
Daha sonraları, kıymet bilenler tarafından Bergama’da, kent içi Turabey Mahallesinde küçük bir sokağa, Müderris Cevdet Efendinin adı verilmiş.
***
Enver Paşa ve bir İttihat ve Terakki Propaganda Kart Postalı: Yaşasın Vatan, Yaşasın Millet, Yaşasın Özgürlük.
Büyük bir değişim getireceği düşüncesiyle tüm Osmanlı Ülkesinde sevinçle karşılanan II. Meşrutiyet anayasal olarak kararlaştırıldığı gibi şimdi seçimle taçlandırılacaktı.
Bergamalı Müderris Ahmet Cevdet Efendi böyle bir ortamda İzmir’in mebus adaylarından biri olmuştu.
Dr. Serhan Kemal Saygı‘nın verdiği bilgilere göre, İzmir Sancağında yapılacak seçimlerde seçmen listelerinin oluşturulmasında muhtarlıkların kayıtsız ve ilgisiz olmasına karşın etnik ve dini cemaatlerin mecliste daha fazla mebusla temsil edilmek istemeleri seçimlerin heyecanını arttırıyordu.
Osmanlı çok kültürlü, çok milliyetli bir Devletti.
Ülkenin her yanında olduğu gibi İzmir’de de seçimleri düzenlemek, sağlıklı bir şekilde yürütmek için Heyet-i Teftişiye (Denetim Heyeti) adı verilen merkez kurulmuştu.
Bu heyetin başkanlığına Belediye Reisi Tevfik Paşa getirilmişti. Teftiş Heyeti, Belediye Meclisinin altı üyesinin yanı sıra, Ragıp Paşa, Rum Dimitraki ve Yahudi Nesim Levi Efendi’den oluşuyordu.
Osmanlıda seçim
9 Eylül Üniversitesinden Prof. Fevzi Demir’in verdiği bilgilere göre; oluşturulan kayıtlarda yapılan düzeltmelerle, İzmir Sancağında genel nüfusun 287.437 olduğu ve buna tekabül eden (her 45-50 bin kişiye bir mebus) 6 mebusun seçileceği açıklanmıştı.
İzmir’den mebus adaylığını koyan Bergamalı Müderris Ahmet Cevdet Efendi bu altı kişiden biri olabilecek miydi?
İzmir Sancağı çok kozmopolit bir çevreydi. Türkler, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Levantenler bir arada yaşıyor ve hepsi Osmanlı vatandaşı, seçme ve seçilme hakkına sahip bireylerden oluşan topluluklardı.
Bu cemaatler de kendi kimliklerini taşıyanları mebus seçtirmek, Payitaht’ta, Başkent İstanbul’da Meclisi Umumi’de (Genel, Büyük Meclis’te) temsil edilmek istiyordu.
Bu ortamda Doktor Nazmi Bey ve Bursalı Tahir Bey önderliğinde “İttihad ve Terakki” İzmir’de kök salmış, güçlü bir seçim propagandası yürütüyordu.
Gayrı Müslim cemaat de seçimlere var gücüyle asılıyordu.
Ülke düzeyinde seçime katılan Ahrar (Hür, Özgür) Partisi ise İzmir’de henüz örgütlenememişti.
30 Ekim 1908’de oy verme işlemi başladı. 15 Kasım 1908’de bitti.
Beyoğlu seçim sandıklarının Cadde-i Kebir (Büyük Cadde-Pera İstiklal) Caddesinden geçirilmesi.
***
Mebusları seçecek 300’e yakın “İkinci Seçmen”in, “Delege”nin belirlendiği ortam, özellikle İzmir merkez kazada çok tartışmalı geçmişti.
Prof. Fevzi Demir’in verdiği bilgilere göre İzmir Merkez’de 79 Türk, 25 Rum, 4 Ermeni, 4 Yahudi olmak üzere, mebusları seçecek 112 “İkinci Seçmen=Delege” seçilmişti.
Bu sayı büyük kazalardan Ödemiş’te: 28 Türk, 3 Rum, 2 Ermeni olmak üzere 33;
Bergama’da: 24 Türk, 8 Rum olmak üzere 32 delege, ikinci seçmendi.
Tire’de ise 19 Türk, 2 Rum, 2 Yahudi, toplam 23 delege, ikinci seçmen belirlenmiş.
Bu sayılar aynı zamanda yörelerin etnik yapısını gösteriyordu.
“Mebusları=Milletvekilleri”ni seçecek olan, önceden sandıkta oy verilerek saptanan bu delegeler, ikinci seçmenlerdi.
Dr.Serhan Kemal Saygı aralarında Bergamalı Ahmet Cevdet Efendinin bulunduğu 37 Mebus adayının adını veriyor.
Böyleyse, demek seçilecek 6 mebusluk için 37 kişi başvurmuştu.
İkinci Seçmenlerin, delegelerin yaptığı seçim sonucunda, Prof. Fevzi Demir’in İzmir’de yayınlanan Ahenk gazetesine dayanarak verdiği bilgiye göre, “İttihad ve Terakki”nin oluşturduğu listede olan:
Müftü Mehmet Sait Efendi (294), Çelebizade Hoca Mehmet Seyyid Bey (289), Rum Aristidi Paşa (252), Yahudi Nesim Mazliyah Efendi (186), Doktor Taşlızade Ethem Bey (185), Ermeni Ispartalı İstepan Efendi (149) oy alarak mebus seçildi.
Mebusların seçilmesinde İttihat ve Terakkinin büyük ağırlığı olduğu görülüyordu.
Ancak bunların arasında “İttihad ve Terakki”ye yakınlığı bilinen bilim adamı Bergamalı Müderris Ahmet Cevdet Efendi yoktu.
1908 İzmir Mebusları
Bu ortamda Rumların seçilmesini ısrarla istedikleri aday Pavlo Kaloridi yeterli oy alamamış, 135 oyla liste dışı kalmıştı.
Ancak, 32 İkinci Seçmene sahip Bergama’da yapılan seçim daha sonuçlanmamıştı.
***
Müslüman, Rum, Ermeni önderler II. Meşrutiyeti onayladıklarını açıklıyorlar
Bu arada ortaya ciddi bir sorun çıkmıştı.
Osmanlı vatandaşı olmasının yanı sıra, aynı zamanda Yunanistan vatandaşı olduğu nedeniyle yeterli oyu alamadığı ileri sürülen Pavlo Kaloridi’nin seçilenler arasında bulunmaması İzmir Rumları arasında tepki oluşturmuş, oldukça sıkıntılı olaylar meydana gelmişti.
Türklerin saldıracağı söylentisi yayılmış, çalınan çanlarla Aya Fotini Kilisesinde toplanan gayrı müslim ahali Kemeraltı, Başdurak, Halimağa Çarşısı, Arasta başı, Odunpazarı, Peştemalcılarbaşı ve Frenk Mahallesindeki işyerlerini kapatmışlardı.
Aya Fotini Kilisesi/Çan Kulesi-İzmir-1908
Böyle bir dedikodu zaten Eylül ayından beri vardı.
Kentte ekonomik hayat nerdeyse durmuştu.
15 Kasım 1908 günlü Ahenk Gazetesinde yer alan habere göre; İzmir Liva (Tugay) komutanı Miralay Fevzi Paşa, yanına aldığı yeterli miktarda askerle birlikte Aya Fotini Kilisesine giderek Rum ileri gelenlerle konuştu, gerginliği yatıştırmaya çalıştı.
Ancak onu dinlemeyen Rum Metropoliti Hırisistomos Kalafatis ve beraberindeki heyet Vali Rauf Paşa’ya giderek, daha sonra Belediye Reisi Tevfik Paşanın da katıldığı toplantıda Pavlo Kaloridi’nin Mebus yapılmasındaki ısrarlarını bildirmişlerdi.
Prof. Zeki Arık’a göre, muhtemelen Rumlar, seçimin daha tamamlanmadığı (!) Bergama’daki oylamayı P.Kaloridi lehine etkilemek istiyorlardı.
Rum Cemaatinin İzmir Metropoliti Hırisistomos Kalafatis
***
Dr. Serhan Kemal Saygı’nın verdiği bilgiye göre, Kayseri’nin Talas İlçesine bağlı bir köyde doğmuş olan P. Kaloridi, İzmir’e taşınmış zengin bir Rum ailenin mensubuydu. İyi bir entelektüeldi.
İzmir ve İstanbul okullarında eğitim almış, Almanya Üniversitelerinde okumuştu. Atina Üniversitesinde tarih dalında öğretim üyeliği yapıyordu. Onun Atina’da yaşıyor olması, İzmir’den mebus adaylığı konusunda Türklerin itirazının nedeniydi.
Rumlar ise onun İzmir doğumlu olduğunu, diğer Jön Türkler gibi ülke dışına çıktığını ileri sürüyordu.
Aslında Osmanlı Devleti’ne sahip çıkar görüşlere sahip olan Pavlo Kaloridi, bir sonraki 1912 seçimlerinde “İttihad ve Terakki” listesinden doğrudan İzmir mebusu seçilecekti…
***
Pavlo Kaloridi (1849-1930)
Rumların P. Kaloridi’nin mebusluğu konusunda ısrarı ve yaşanan gerginlik üzerine “İttihad ve Terakki”nin yüksek makamları devreye girmiş olmalı!
İlk sayım sonuçları ortadayken, P.Kaloridi seçilememişken, Rumların isteği nasıl gerçekleştirilecekti?
Tabii ki siyaset buna bir çözüm bulacaktı!
Bu ortamda, Bergama’da yapılan seçimlerin sonuçları durumu belirledi (!)
Bergama’nın 32 oyunun 31’ini P.Kaloridi’nin aldığı açıklandı.
Oysa Bergama’da 24 Türk, 8 Rum ikinci seçmen (delege) vardı.
Demek ki muhtemelen bir kişi hariç Türklerin hepsi Rum P.Kaloridi’ye oy vermişti.
Hem de hemşerileri kıymetli bilim adam Müderris Ahmet Cevdet Efendi adayken.
Herhalde Bergama seçmeninin kulağına, olayların büyümemesi için, güçlü çevreler tarafından Rum aday Kaloridi’ye oy vermeleri üflenmiş ve etkili olmuştu!
Belki de Kaloridi Bergama’da da tanınan ve sevilen bir kişiydi (!)
Kargaşa günleri
Demek ki “İttihad ve Terakki”inin yönlendiricileri, Bergama’da da çok etkiliydi, sözlerini geçiriyorlardı.
Bugün, Bergama’da eskiden Rumların yaşadığı yörede İttihadçıların en önemli önderlerinden “Talat Paşa”nın adının taşıyan bir mahalle, ”İttihad ve Terakki” adını taşıyan, halk arasında “Domuz Alanı” denen büyük bir meydan var.
Bergama’da Türklerin de oylarının P.Kaloridi’ye verildiğinin anlaşılmasıyla, P.Kaloridi’nin oyu 135’ten 166’ya çıkmış ve “Mebus” seçildiği ilan edilmişti.
Bu girişimle, böylece hem İzmir’deki Rumların yarattığı kargaşanın durması hem de P.Kaloridi’nin İttihadçılara yakınlığı sağlanmıştı.
Siyasette oluyordu böyle şeyler!
Bu sonucun duyulması üzerine olay çıkaran Rum kalabalıklar sevinçle evlerine dönmüş, ortalık yatışmıştı.
İttihad ve Terakki’nin önderleri: Cemal, Talat, Enver Paşa
***
Ancak bu durumda, Pavlo Kaloridi’nin sıralamada bir üste çıkıp seçilmesi üzerine altta kalan Ermeni Ispartalı İstepan Efendinin mebusluğu düşmüştü.
Böyle olunca bu kez de Ermeniler temsilcisiz kalmış, onlar da bu duruma itiraz etmiş, Ermeni Mahallesinde bulunan kiliselerinde çan çalarak, buralarda bir araya gelerek durumu protesto etmişlerdi.
Bu çıkan yeni hoşnutsuzluk, “İttahad ve Terakki”nin kendi listesinden seçilen Doktor Taşlızade Ethem Beyi mebusluktan istifa ettirmesiyle, yerine Ermeni Ispartalı İstepan Efendinin geldiğinin açıklanmasıyla giderildi.
Seçim böyle oluyordu demek!
Böylece 1908 seçimlerinde İzmir Sancağında belirlenen 6 mebusun 2 tanesi Türk, 2 tanesi Rum, 1 tanesi Yahudi, 1 tanesi Ermeni olmuştu.
Gelecek Balkan Savaşı ve I.Dünya Harbi gibi çetin günlerin öncesinde Osmanlının siyasi iktidarı azınlıkları yanında tutmaya çalışıyordu herhalde.
Bu süreçte Osmanlı Devleti çözülmeye devam ediyordu.
Manisa Celal Bayar Ünivesitesi’nden Prof. Serap Tabak’ın aktardığına göre; Bulgaristan bağımsızlığını ilan ediyor (5 Ekim 1908), Avusturya Bosna Hersek’i, Yunanistan Girit’i ilhak ettiğini (6 Ekim 1908) açıklıyordu.
Bu bağlamda, Osmanlı Ülkesinde böyle kargaşalı, karmaşık ortamda yapılan seçimde; kendi bilgisi, inancı, yeteneği ile ortaya çıkıp aday olan Bergamalı Müderris Ahmet Cevdet Bey, taraftarı olduğu İttihatçılar tarafından mebus yapılmamıştı.
Belki siyasal ortam buna uygun değildi, belki de siyasi karar vericiler kendilerinden daha nitelikli birini aralarına almak istemiyorlardı.
“Liyakat” denilen kavram, karar verme mekanizmalarını ellerinde tutanların çıkarlarına uygun olduğu zaman mı kullanılıyordu acaba?
Belki de bütün bunlar “memleket menfaati” adınaydı (!).
II. Meşrutiyet Meclisi mebusları toplu halde. Ortada sakallı Meclis Başkanı Ahmed Rıza Bey, yanında oturan İttihad ve Terakki’nin yöneticilerinden Talat Bey
****
Osmanlı Ülkesinde 1908 Seçimlerinden 4 yıl sonra, 1912’de ikinci kez Genel Seçimler yapıldı.
1912 seçimlerindeki çekişme iktidardaki “İttihad ve Terakki” ile Padişah yanlısı, Başkanı Damat Ferit Paşa olan “Hürriyet ve İtilaf” (Özgürlük ve Uzlaşma) Fıkrası arasında oldu.
Çok milliyetli Osmanlı Devleti’nde “Türkçülük ve milliyetçilik” ekseninde politika yürüten İttihad ve Terakki Fıkrası İzmir Sancağının her kazasında örgütlenmiş, çeşitli kulüpler halinde etkinliklerini sürdürüyordu.
20 Mart-2 Nisan 1912’de yapılan seçimlerde birçok yerde yolsuzluk ve seçmene baskı yapıldığı söz konusu olmuş, hatta bu seçime “sopalı seçim” diyenler vardı.
Ülkede belirgin bir güce sahip “İttihad ve Terakki Fıkrası”nın mebus listesinin Padişah yanlısı “Hürriyet ve İtilaf” Fıkrası listesine karşı seçimi kazandığı ilan edilmişti.
İzmir-1912’ler.
İzmir Sancağında; adaylardan Musa Kazım Efendi (343), Çelebizade Hoca Seyyid Bey (343), Rum Kaloridi Efendi (342), Yahudi Nesim Mazliyah Efendi (332), Ermeni Vahan Bardizbanyan (332), Rum Emanualidi Efendi (327) oy alarak; 2 Türk, 2 Rum, 1 Yahudi ve 1 Ermeni vatandaş Mebus olarak seçilmişti. Karşılarındaki “Hürriyet ve İtilaf” Fıkrası adayları ise en çok 47 oy almıştı.
İttihadçıların, Rumlar üzerinde oldukça etkisi olan Kaloridi Efendiyi yanlarına aldıkları, İzmir Mebusu seçtirdikleri görülüyor.
1912 seçimlerinde Bergamalı Müderris Ahmet Cevdet Beyin aday olduğuna dair bir bilgi yoktur.
Siyaset kendi bildiğini okuyordu.
Osmanlı Meclisi Mebusanı
***
Bu gelişmeler sürecinde İstanbul’daki toplumsal, ilimi etkinliklerine geri dönmüştü Bergamalı Müderris Ahmet Cevdet Efendi.
Ancak, doğru bildiğini sakınmadan söyleyen bu bilginin bir ölçüde siyasetin içinde olduğu düşünülüyordu.
Onun ilim sahibi olduğuna bakılmadan İttihadçı olduğu, bir siyasi yanı olduğu kabul ediliyordu.
Zaten iktidarda, bütün ağırlığıyla “İttihad ve Terakki Fıkrası” vardı.
Prof. Mevlut Güngör’ün bildirdiğine göre; Bergamalı Ahmet Cevdet Efendi 1909' dan itibaren beş yıl süreyle; 1877’de II. Abdülhamid tarafından kurulmuş, öğrenci sorunları ile ilgilenen “Meclis-i Mesalih-i Talebe” (Öğrenci İşleri Meclisi) üyeliğine getirilmişti.
Bu kuruluş, eğitim-öğretimine ilişkin her türlü konuyu görüşerek karara bağlayan eğitim ağırlıklı bir kuruldu.
Bu arada, Osmanlı Medreselerinde ıslahat yapan “Şeyhülislam Mustafa Hayri Efendi” tarafından bir yıl süreliğine başka bir göreve getirildi.
Medreseleri derleyip toparlamak için oluşturulan “Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye” (Yüksek Hilafet) Medresesinin yüksek kısmının 2.inci sınıf Arap Edebiyatı Müderrisliğine atandı.
Hariri’nin Makamat’ından iki sayfa
Burada, 11.yüzyılda yaşamış ünlü Arap edebiyatçı “Basralı Hariri”nin, toplumdaki eksiklik ve çelişkilere dikkat çekmek amacıyla uydurduğu hayali kahramanın hayali maceralarını anlatan, Arapça nazım-nesir karışımı bir eser olan ''Makamat'ını (Makamlar) okuttu.
Ertesi yıl, 1915’de, çalıştığı kurumda, “Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye” (Yüksek Hilafet) Medresesinde müfettişliğe getirildi.
İzleyen yıllarda çeşitli yüksek eğitim kuruluşlarında dinsel konularda; “hadis”, “tefsir”, “fıkıh”, “mecelle” dersleri verdi.
Bugün bile bu konularda çalışanların yararlanabileceği eserler yazdı.
***
Ancak siyasal ortam çok hızla değişmişti.
İttihadçıların önderlik ettiği 1.Dünya Savaşından yenik çıkılmış, 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile (silah bırakışma anlaşmasıyla) Osmanlı İmparatorluğu fiilen sona ermişti.
Ateşkesin ardından “İttihad ve Terakki Fıkrası” kendini kapatmış, önderleri; Enver, Talat, Cemal Paşalar yurt dışına çıkmıştı.
13 Kasım 1918 günü ise çoğu İngiliz askerlerinden oluşan işgalci güçler İstanbul’a girdi.
İşgalden hemen önce, 4 Ağustos’ta Şeyhülislamlık makamına getirilen İttihadçı “Musa Kazım Efendi” kendine yakın bulduğu Bergamalı Ahmet Cevdet Efendiyi; “Daru'l-Hikmeti'l- İslarruyye”, bugünkü “Yüksek İslam Şurası” gibi bir yüksek kurumun üyeliğine atadı.
Musa Kazım Efendi
Ancak işgalden sonra durum, emperyalizm karşıtları için gittikçe kötüleşiyordu.
Çok geçmeden 26 Mart 1919’da, Bergamalı Ahmet Cevdet Efendiye sahip çıkan “Musa Kazım Efendi” Şeyhülislamlık görevinden alınmış yerine işgalcilerle işbirliği yapan Padişah yanlısı Mustafa Sabri Efendi bu göreve getirilmişti.
Onun da yaptığı ilk işlerden biri Ahmet Cevdet Efendiyi Yüksek İslam Kurumundaki üyelik görevinden almak olmuştu.
Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi
Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Yıldız Sarayı'nda Padişah Vahdettin (VI. Mehmet) başkanlığında toplanan Meclis-i Âlî'de, 10 Ağustos 1920’de imzalanacak, Anadolu’nun düşman elinde parçalanmasını öneren “Sevr Anlaşması”nın kabul edilmesi yönünde görüş bildirenler arasındaydı.
Millî Mücadeleye karşı olması nedeniyle Cumhuriyetten sonra yurda girişi yasaklanmış, Kahire’de ölmüştü.
Böyle bir kişinin İttahatçı olarak tanınan, bildiğinden sözünü esirgemeyen Bergamalı Ahmet Cevdet Efendiyi böyle yüksek bir görevde tutması tabii ki olanaklı değildi.
Osmanlı seçimleri
***
Mondros Anlaşmasıyla (30.10.1918) Osmanlının yenilgiyi kabul ettiği, ancak Sevr Anlaşmasıyla (10.08.1920) ülkenin parçalandığının resmen onaylanmadığı ortamda, işgal dışında kalan Osmanlı Ülkesinde: İstanbul, Trakya ve Anadolu’da, 1919 yılı Ekim-Aralık aylarında yeni genel seçim yapıldı.
Böyle yenilgi ortamında bile bu seçimli yönetimden vaz geçilmek istenmiyordu.
Siyasal olarak artık “İttihad ve Terakki” yoktu.
Anadolu ve Rumeli’de Mustafa Kemal Paşa önderliğinde, ülkenin bağımsızlığını savunan “Müdafa-i Hukuk (Hakların Savunulması) Derneği” topluma hakimdi, ancak seçimlerde aday göstermedi. Bazı bağımsız adayları destekledi.
Tabii ki Padişahın taraftarları da seçimlerde etkindi.
İzmir ise 16 Mayıs 1919’dan itibaren Yunan ordusunun işgali altındaydı.
Bu ortamda İzmir’de de seçim yapılacağı ilan edilmiş, hazırlıkları yapılmış, adaylar ortaya çıkmaya başlamıştı.
Ege Üniversitesinde Prof. Zeki Arıkan’ın Ahenk Gazetesine dayanarak verdiği bilgiye göre başta Müftü Rahmetullah Efendi ve Hacı Fehmi Paşa olmak üzere 10 kişilik bir “Heyet-i Teftişiye” (Teftiş Heyeti), gözetmen olarak atanmıştı.
Osmanlı’da seçimler
Gazetelerde birçok mebus adayının adı dolaşıyordu.
Aydın Vilayeti Maarif Müdürü Ziya Bey, yazar Hafız İsmail Efendi, dava vekili Sadık Bey, emekli Kaymakam Zihni Bey bunlar arasındaydı ve yoğun propaganda yapıyorlardı.
Ancak bu adaylıklardan en ilginci, İstanbul merkezli Çiftçiler Derneği (Fırkası) Başkanı adına genel sekreter Mustafa Hulusi imzasıyla İzmir Vilayeti makamına çekilen bir telgrafta, Dernek adına yapılan müracaattı.
Aday/Mebus olması istenenler: Belediye eski Başkanı Tevfik Paşa, eski Mektupçu Kâmil, eski mebuslardan Rahmi, dava vekili Bekir Behlül, eski mebuslardan İbrahim Bey ve İstanbul Müderrislerinden Bergamalı Ahmet Cevdet Efendi’ydi.
Müderris Ahmet Cevdet Efendi tekrar siyaset sahnesindeydi.
Ancak Padişah yanlısı “Heyet-i Teftişiye”, önerdiği diğer adaylarla birlikte Ahmet Cevdet Efendinin mebus olmasını isteyen Çiftçiler Derneğinin başvurusunu, "usul-i dairesinde" görmediğinden geri çevirdi.
Fakat bu başvurunun kabul edilmemesinin asıl nedeninin bu adayların içinde İttihadçıların bulunduğu düşüncesiydi.
Artık İttihadçılık ve ona yakınlık muteber değildi.
Öyle ya da böyle bu kez de bir kulp bulunuyor, yurtseverliği belirgin Bergamalı Ahmet Cevdet Efendi’nin, ülkesine karar verici bağlamında hizmet etmesine bir kez daha engel olunuyordu.
Aykırılıklar kolay kolay kabul edilmiyordu!
Bu gelişmelerle birlikte 1919 seçimleri işgal altındaki yerlerde, İzmir’de de yasaklandı.
Bu ortamda, yasağa rağmen Menemen’de ve işgal dışındaki Kuşadası’nda seçimler yapıldı ve daha sonra Cumhuriyet Gazetesini kuracak Yunus Nadi ve Erzurum eski valisi Tahsin İzmir Mebusu olarak seçilip İstanbul’da “Umumi Meclis”e katılacaklardı.
Yunus Nadi-1919 İzmir Mebusu-Cumhuriyet Gazetesi Kurucusu
Böylesine zor koşullarda yapılan 1919 seçimlerini Mustafa Kemal Paşanın önderi olduğu “Müdafa-i Hukukçular” ezici bir üstünlükle kazandı.
12 Ocak 1920’de İstanbul’da toplanan Meclis, Erzurum ve Sivas kongrelerinin kararlarına uyarak Misak-ı Milli’yi (Ulusal Ant) kabul etti.
İstanbul’da Meclisi Umimi’nin işgalciler tarafından dağıtılması üzerine imkânı olan mebuslar Ankara’ya giderek, 23 Nisan 1920’de yeni açılan TBMM çalışmalarına katıldı.
***
Müderris Ahmet Cevdet Efendi’yi mebus adayı gösteren “Osmanlı Çiftçiler Derneği” 1910 yılında bir mesleki örgüt olarak oluşmuş, sonra bir fıkra/partiye dönüşmüştü.
1919 Genel Seçiminde, Rusya’daki Ekim devriminden etkilenmiş Dr. Hasan Rıza Bey gibi aydınların kurduğu Sosyal Demokrat Parti ile iş birliği yapmış; İstanbul, İzmir dahil birçok çevrede koyduğu adaylar seçimi kazanmıştı.
1908-İzmir Belediye Başkanı Tevfik Paşa/1919 Çiftçi Birliği Mebus adayı
***
Ahmet Cevdet Efendi, bu bilgili ve cevval kişi İzmir’den mebus olamamıştı ama küsmemiş, ülke işgal altındayken de boş durmamıştı.
Anadolu isyanı başlamıştı.
Mustafa Kemal Paşa; önce Müdafaa-i Hukuk sonra Kuvayı Milliye aydınlarını yardıma çağırıyordu.
Emperyalist işgalcilere ve Millî Mücadeleye karşı olanların yanında duran, Padişah’a bağlı din adamlarının yaptığı karşı propagandayı boşa çıkaracak ilim adamları gerekliydi.
Bergamalı Müderris Ahmet Cevdet Efendi “Millî Mücadele” sırasında halkı aydınlatmak ve direnişe katılmalarını sağlamak amacı ile Anadolu'yu karış karış dolaştı.
Kurtuluş Savaşı topyekûn bir savaştı.
***
Millî Mücadelede Din adamları (Mehmet Ergün-Manisa Celal Bayar Üniversitesi)
Bergamalı yerel araştırmacı İsmail Hakkı Güzeler’in aktardığı, dönemi iyi tanıyan yazar Semiha Ayverdi’nin “Hatıralarla Baş başa”(1977) adlı eserinde anlattığı Bergamalı Müderris Ahmet Cevdet Efendinin kişiliği ve Milli Mücadele/Kurtuluş Savaşı sırasındaki davranışları ibret verici ve örnek alınıcıdır:
“Ahmet Cevdet Efendi, başında sarığı, sırtında cübbesi sabah erkenden mektebe gider, akşama kadar talebeleriyle haşır neşir olur, akşam huzurla evine dönerdi. Bu evine dönme değil aslında büyük sevdası kitaplarına kavuşmaydı…”
“Talebeleri ve kitapları dışında tasası olmayan hoca bir akşam eve hissettirmemeye çalıştığı bir düşünceyle döndü. Durumunu yüzünden okuyan ama sormayı nezakete uygun görmeyen hanımına:
“Hanımcığım, bana küçük bir el çantası hazırla, yarın bir haftalığına seyahate çıkıyorum,” dedi…
“Âlime hizmeti ibadet bilen bu Osmanlı hanımı, kocasının temiz sarığını başına, latasını (bir çeşit üstlük giysi) sırtına, çantasını eline verip ertesi sabah alaca karanlıkta kapıdan uğurladı…”
“Hafta geçti, ay geçti yakışıklı, heybetli kocasından haber çıkmadı. Hoca ne çevresine ne karısına bu sırrı açmamıştı”.
“Üç ay sonra bir gece bahçenin cümle kapısı çalındı: “Allah Allah bu vakit kim ola!”, dedi.
“Hanım ihtiyatla aşağı inip kapıyı araladı. Taşlığa adımını atan Cevdet Efendi’ydi.
Ama üç ay evvel aynı kapıdan uğurladığı kocası nasıl bu adam olabilirdi? Omuzlar daralmış, çehresi sararıp solmuş, üst baş perişan, cübbe yırtık, sarık kirliydi…Ve yüzünde yorgunluk ve bitkinlik vardı...”
“Hoca konuştu: …Biliyorsun Anadolu işgal altında, zulüm, tecavüz ve alçaklığın yakmadığı köy, yıkmadığı ocak kalmadı. Anadolu halkını başlarına gelecek daha büyük felaketlerden haberdar etmek ve düşmana (karşı) cihada teşvik için vazifelendirildim. Köy köy, kasaba kasaba dolaştım. Elhamdülillah çok faydalı oldu.”
“…Dağlarda, bellerde İstanbul’dan kopup gelmiş benim gibi sarıklı, cübbeli, sivil, asker kimler yoktu ki, diye ekledi.”
Kişiliği ve bilgisiyle Osmanlı Devleti’nin en üst ilimi merkezlerinde görev yapmış, sorumluluk almış, öğrenci yetiştirmiş, birçok eser yazmış Bergamalı Ahmet Cevdet Efendi, Millî Mücadeleye katılmış, canını tehlikeye atmış, işgal altındaki vatanının kurtulması, emperyalizme karşı direnişin artması için yurdu adım adım dolaşmıştı.
Millî Mücadelede Din adamları ve Mustafa Kemal Paşa
***
Bu saygın kişilik Savaştan, Cumhuriyetin kurulmasından sonra da Sultan Süleyman tarafından yapılmış Süleymaniye Külliyesindeki “Medrese-i Süleymaniye'de” Tefsir Müderrisi olarak görev yaptı.
1924'te genel olarak Medreselerin kapatılması üzerine yeniden kurulan “İstanbul Darülfünununun (Fenler Evi=Üniversite yerine kullanılan sözcük) İlahiyat Fakültesi” Tefsir ve Fıkıh müderrisliğine atandı.
İstanbul Darülfünunu 1933’de kapatılacak, kurum İstanbul Üniversitesine dönüştürülecekti.
Bu süreçte eğitime son verilen İlahiyat fakültesi 1992 yılında Prof. Osman Nuri Öztürk kurucu rektörlüğünde yeniden açılacaktı.
***
Prof. Mevlut Güngör’ün verdiği bilgilere göre Bergamalı Ahmet Cevdet Efendi 1924 yılında, 54 yaşında, İstanbul Kızıltoprak’ta hayata veda etti.
İstanbul-Kadıköy’deki Sahrayı Cedit mezarlığına gömüldü.
Arkasında, birçok eser yanında onu çok seven insanlar bıraktı.
1920-1926 yılları arasında yayınlanmış “Mahfel Mecmuası” sahibi “Tahirü’l-Mevlevi”, Bergamalı Ahmet Cevdet Efendi’nin arkasından, mezar taşına yazılı şu mısraları düştü:
Bergamalı Ahmet Cevdet Efendinin Mezar Taşı
(İrfanlı insan Cevdet daimî mülküne gitti/ Allah’ın lütfu karşılasın onu/Bu ayrılışın ifadesidir/Ah Bergamalı öldü/ST)
***
Kendi dalında yüksek bilgiye sahip, kişiliği, davranışları, toplumsal olaylar karşısında duruşuyla Anadolu/İzmir tarihinde unutulmayacak kişiler arasında olmalı Bergamalı Müderris Ahmet Cevdet Efendi.
Ne güzel insanlar gelmiş geçmiş bu topraklardan.
Sessiz sedasız, sesli sedalı, sessiz sedasız, sesli sedalı……
Onlar anımsanmalı, unutulmamalı.
Yurdumuz ondan razı, ruhu şad olsun.
(Bu yazıdaki bilgileri bize aktaran; Prof.Mevlut Güngör, Prof.Fevzi Demir, Prof.Zeki Arıkan, Prof.Serap Tabak, Prof. Ekmelettin İhsanoğlu, Dr.Serhan Kemal Saygı, Araştırmacılar Emin Uygun ve İ.Hakkı Güzeler’e şükran).
Sefa Taşkın
18.12.2023
Bergama-İzmir
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 35 milyon TL değerinde altın sikke ele geçirildi