‘Apollinaire davası gülünç’

Ünlü Fransız şair ve yazar Guillaume Apollinaire’in “Genç Bir Don Juan’ın Maceraları” adlı kitabının, İstanbul’da müstehcen olduğu gerekçesiyle yargılanmasını, “Açıkçası, çok gülünç” diye değerlendiren Whyatt, kitabın yasaklanmasının politik bir tutum olduğunu söyledi. Whyatt, KCK davasına da işaret ederek “Düşünceyi suç olarak nitelemeye ramak kalmış” diye konuştu.

‘Apollinaire davası gülünç’
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 16.12.2013 - 10:50

Otuz yıldan fazla bir süredir insan hakları ve ifade özgürlüğü alanında mücadele veren Sara Whyatt, geçenlerde KCK duruşmalarını gözlemlemek için İstanbul’daydı. 1980’lerde Uluslararası Af Örgütü’nün Londra merkezinde görev yapan, 1990’dan başlayarak Uluslararası PEN’in direktör yardımcılığını üstlenen, Hapisteki Yazarlar Komitesi’nde çalışmalar yürüten Whyatt, yıllar boyunca Filipinler, Güney Kore, Japonya, Avustralya gibi ülkelerdeki insan hakları ihlallerini gözlemleyerek bu alanda derin bir deneyim edinmişti.

Son dönemde insan hakları ve ifade özgürlüğü alanında serbest danışmanlık yapan ve Türkiye’yle yakından ilgilenen Whyatt’a, yalnızca KCK duruşmalarında edindiği izlenimleri ve Apollinaire’in bir kitabının “müstehcenlik”ten yargılanmasına ilişkin düşüncelerini değil, 1980’lerden bu yana tüm dünyadaki ihlallerle ilgili gözlemlerini, Uluslararası Af Örgütü ile Uluslararası PEN’in verdiği mücadelenin etkilerini ve insanların dijital ortamdaki kişisel verilerinin gözetlenmesine ilişkin düşüncelerini de sorduk.

Gazeteci ve akademisyenler

- Kısa bir süre önce İstanbul’daki KCK duruşmalarını izlediniz. Bu davayı, özellikle yargılanmakta olan yazarlar, gazeteciler ve öğretim üyeleri açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Neler gözlemlediniz, ne gibi izlenimler edindiniz?

PEN’in, KCK davalarına özel bir ilgi duymasının nedeni, tüm ülkede yargılanmakta olan binlerce sanıktan 120 kadarının yazar, gazeteci ve akademisyen olması. Baskı gören ve hapse atılan yazarlar için mücadele eden bir yazarlar örgütü olduğu için, PEN’in ilgi odağı bu grup. Dikkati çeken ve şaşırtıcı olan, onlara karşı ortaya konulan kanıtların, yazdıkları yazılara, politik bir akademi için konferanslar ve dersler vermelerine dayanıyor olması. Bu yazarların şiddete katıldıklarını ya da şiddete destek verdiklerini açık seçik gösteren kanıtlara rastlamış değilim.

Pek çok örnekte, bu yazılar ve notlar, bırakın yayımlanmayı, makale ya da kitap olmak üzere yazılmış bile değil. Mülakatlar ve konuyla ilgili toplantılar sırasında, bir araştırmanın parçası olarak alelacele çiziktirilmiş notlar, “suç” örgütlerine destek vermenin kanıtı olmuş çıkmış. Aslında, cezalandırılmakta olan, düşünce ve kavram oluşturma süreci; demek, düşünceyi suç olarak nitelemeye ramak kalmış. Yargılanmakta olan gazeteciler, terörist olarak damgalanan grupların basın açıklamalarını ve diğer yayınlarını bulundurmakla suçlanıyorlar.

Daha başka kaynakların (devlet kaynakları, yasal kaynaklar, kişisel beyan) yanı sıra bu tür bilgi kaynaklarını toplamak ve incelemek, resme bütün açılar ve perspektiflerden bakmayı amaçlayan gazetecilikle ilgili ve akademik her türlü araştırmanın ayrılmaz bir parçasıdır. Bu türden araştırmaların mahkûm edilmesi, kamuyu, günlük yaşamı derinden etkileyen can alıcı konuları anlama hakkından yoksun kılar.

Ayrıca, bazıları da, yasal ve parlamentoda üyeleri bulunan bir parti olan BDP’ye üye olmakla suçlanıyor. Sonuç olarak, yazarlara, gazetecilere ve akademisyenlere açılan bu davaların birçoğu, Kürt sorunlarının eksiksiz ve açık bir biçimde araştırılıp tartışılmasını kısıtlamaya yöneliktir ki, bu da şu günlerdeki barış görüşmeleri düşünüldüğünde bir kez daha hayret vericidir.

Whyatt, internetin büyük özgürlük getirdiği kanısında. ‘Ama’ diyor, ‘Gündelik hayatımızın gizlice gözetlenmesi ve hakkımızdaki özel bilgilerin yalnızca hükümetler tarafından değil, ticari kuruluşlar tarafından da toplanması tarifsiz sonuçlar doğuruyor.’

Whyatt, KCK davalarında yazarlar, gazeteciler ve akademisyenlerin yargılanmasının, Kürt sorunlarının eksiksiz ve açık bir biçimde araştırılıp tartışılmasını kısıtlamaya yönelik olduğu görüşünde. ‘Bu da’ diyor, ‘şu günlerdeki barış görüşmeleri düşünüldüğünde çok şaşırtıcı.’

Apollinaire davası

- Şu sıralar ünlü Fransız şair ve yazar Guillaume Apollinaire’in “Genç Bir Don Juan’ın Maceraları” adlı kitabı, İstanbul’da “müstehcen” olduğu gerekçesiyle yargılanıyor. Kitabın yayıncısı ve çevirmeni hakkında hapis cezaları isteniyor. 21. yüzyılda Apollinaire’in bir kitabının yargılanması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Açıkçası, çok gülünç. Bu davayı ve diğerlerini izliyoruz. Geçen yıl, öleli çok olmuş, bütün dünyada okunan bir başka yabancı yazarın, William Burroughs’un bir kitabının yayımlanmasına karşı açılan bir davanın duruşmasına katılmıştım.

Apollinaire’in kitabını da yayımlamış olan yayıncı, Burroughs’un yapıtının “müstehcen” olmadığını belirten bir bilirkişi raporu almıştı ve başka davalarda olduğu gibi bu davadan da aklanmayı bekliyordu; oysa dava, yasada yapılan son değişikliklere dayanılarak, üç yıllığına “askıya alındı”. Yayıncı 2015 Haziranı’na kadar benzer bir “suç” işlerse, yeni kitaptan yargılanmakla kalmayacak, eski dava da yeniden açılabilecek. Bu tür davalar, yaşam tarzları kabullenilmiş normların dışında olan insanlara, hoşgörülmeyeceklerine dair çok daha geniş bir mesaj gönderiyor. O yüzden, bu tür yayınların serbest bırakılması önemli olduğu gibi, bunların yasaklanmasının ardında politik bir tutumun yattığının kavranması da önemli.

Whyatt’a göre, bugün Türkiye’de Apollinaire’in kitabının ‘müstehcenlikle’ yargılanması gülünç. Bu tür davalar, yaşam tarzları kabullenilmiş normların dışında olan insanlara, hoşgörülmeyeceklerine dair çok daha geniş bir mesaj gönderiyor.

Suç dokunulmazlığı

- 1980’den bu yana bir insan hakları aktivisti olarak çalışıyorsunuz. 30 yılı aşan bu süre boyunca karşılaştığınız en ağır insan hakları ya da ifade özgürlüğü ihlallerinden çarpıcı bir örnek verir misiniz?

Tek bir ülkeyi ya da örneği vurgulamaktan yana değilim. İlk başladığımda, Filipinler’deki Marcos rejiminde gerçekleşen korkunç insan hakları ihlalleri üzerine çalışmıştım. Uluslararası Af Örgütü’nde de, 1980’lerde binlerce insanın hapiste olduğu ve dehşet verici işkencelerin uygulandığı Güney Kore üstüne çalıştım.

Güney Kore’nin bugün az çok bir demokrasi olduğunu söylemek mümkün; Filipinler’de de olduğu gibi bu demokrasi insanların şiddete dayanmayan gücünden ortaya çıktı. Ne var ki, 2009 Kasımı’nda meydana gelen bir olayda 34 gazetecinin 10:42 16.12.2013öldürülmesiyle Filipinler son yılların en korkunç toplu cinayetlerinden birini yaşadı. Bu, devlet tarafından işlenmiş bir suç değildi; son 30 yıldır devlete bağlı olmayan aktörler tarafından uygulanan ihlallerde hızlı bir yükselişe tanık oldum. Bu tür suçların pek çoğu dokunulmazlık içinde işleniyor ve cezasız kalıyor; o kadar ki, cinayetlerin işlendiği 23 Kasım, artık Dokunulmazlığa Karşı Gün olarak ilan edilmiş bulunuyor.

Bildiğimiz gibi, Kuzey Kore hâlâ kapalı bir ülke ve kim bilir orada neler olup bitiyor. Japonya, Avustralya ve Yeni Zelanda üstüne de çalıştım. Japonya’da, hükümlülerin bazen 30 yıldan fazla bir süre idam edilmeyi bekledikleri ölüm hücrelerinden gelen hikâyeler dehşet vericiydi. 1980’lerin Avustralyası’nda, polisin baskıları sonucunda intihara sürüklenen Aborijin mahkûmların yürekler acısı hikâyeleriyle karşılaştık. Avustralya’daki sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte Uluslararası Af Örgütü’nün müdahalesi, mahkûmlar için bazı koruma önlemlerinin alınmasını sağladı.

Çin ve İran değişim konusunda uzlaşmaz görünüyor, ama daha önce ödün vermeyen Burma gibi ülkelerde ve eski Sovyet devletlerinin birçoğunda genel af çıkarıldığını gördük. Rusya yeniden sorunlu bir ülke olarak ortaya çıktı; Amerikalarda ise devletin ölüm mangalarının yerini artık uyuşturucu suçluları aldı. O yüzden, son 30 yıldır, ülkeler ve yapılarda bir yer değiştirme görüyorum. Genel olarak bakıldığında, düşüncelerinden ötürü mahkûm edilmiş çok fazla insan görmüyorsunuz, devletin muhalifleri katletmesine daha az rastlanıyor ve daha önce insan hakları ihlalleriyle tanınan ülkelerde bu konuda bir değişim görülüyor. Ama antiterör yasalarının kötüye kullanımı, dijital denetim ya da gazetecileri öldüren suç çetelerine açıkça dokunulmazlık sağlanması gibi daha başka baskı yollarına başvuruluyor.

Bir kişi bile hapiste olsa

- Bugün insan hakları ve ifade özgürlüğü ihlalleri ve yazarların hapse atılması konusunda sicili en bozuk ülkelerin başında hangileri geliyor?

Bir ülkenin yazarlarına ne kadar kötü davrandığının ölçütü olarak istatistikleri kullanmak istemem. Tek bir kişinin hapiste olması bile, kim bilir daha kaç kişinin hapiste olabileceğine dair bir uyarı olabilir. Bazen, yazarların hapiste olmaması, o ülkenin ifade özgürlüğünü koruma konusunda ne kadar harika olduğunu göstermekten uzaktır; hatta o ülkede ifade özgürlüğünün esamisi bile okunmuyor olabilir.

- Son zamanlarda internetin yaygınlaşması, yazarların düşüncelerini insanlara ulaştırmada daha özgür olmalarını sağlıyor mu?

İnternet genel olarak daha fazla özgürlük getirdi. Bilgi alışverişini, alternatif görüşlere ulaşmayı ve bilginin hızlı yayılımını kolaylaştırdı. Yazarlar düşüncelerini daha önce hiç erişemedikleri kitlelere ulaştırabiliyorlar. Ama, Snowden Olayı’nda tüm çıplaklığıyla ortaya çıktığı gibi, gündelik hayatımızın gizlice gözetlenmesi ve hakkımızdaki özel bilgilerin yalnızca hükümetler tarafından değil, aynı zamanda ticari kuruluşlar tarafından da toplanması tarifsiz sonuçlar doğuruyor. İnternetin yaygın kullanımıyla birlikte, internetteki etkinlikleri, tweet’ler, Facebook hesapları, bloglar, vb’ye dayanılarak tutuklanan insanların sayısı da arttı. Daha önce, bir kamu alanında yapılan açıklama ve yorumları zaptetmek zordu. Oysa artık kamu alanları gözetleniyor, kaydediliyor ve gelecekte kullanılmak üzere depolanıyor.

Af Örgütü ve PEN’in etkileri

- Uluslararası PEN ve Uluslararası Af Örgütü’nün çalışmaları ve raporları, dünyadaki baskıcı yönetimleri etkiliyor mu ya da ne ölçüde etkiliyor?

Bu alanda bu kadar uzun süredir çalışıyor olmanın yararlarından biri de, zaman içinde meydana gelen değişimleri görebilmeniz. Uluslararası Af Örgütü ve PEN gibi sivil toplum kuruluşları 1980’lerden bu yana hem yetkinlik, hem de etkililik açısından geliştiler. 1980’lerle kıyaslandığında, bugün insan hakları küresel ve ulusal politika açısından büyük önem taşıyor. Bugün hemen bütün ülkeler Uluslararası İnsan Hakları ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ni ve kadın haklarını koruyan, işkenceye karşı çıkan daha bir dizi sözleşmeyi imzalamış bulunuyor. Çoğu ülkede idam cezası kaldırıldı.

Uluslararası Af Örgütü ve PEN, bu değişimleri ısrarla talep ederek, en şiddetli ihlalleri gözler önüne sererek ve en önemlisi de, çözümler üreterek, değişimlerin sağlanması için ulusal hükümetlere, küresel standartların oluşturulması için de uluslararası kuruluşlara tavsiyelerde bulunarak etkili oldu.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler