Aziz Nesin dedelerinin armağanı... Çatalca'da büyük bir aile

Çatalca’da 14 dönüm araziye kurulu Nesin Vakfı ekonomik durumu kötü olan ve okumak isteyen çocukları hayata hazırlıyor.

Yayınlanma: 03.09.2017 - 22:06
Abone Ol google-news

Nesin Vakfı, Çatalca’da 14 dönüm üzerine kurulu kocaman bir aile. Türkiye’nin her noktasından aileye katılan çocuklar var. Ekonomik durumu kötü olan ve okumak isteyen çocuklar Çatalca’da hayata tutunuyor. “Üreten ve hayata hazır bireyler” olarak yetişiyorlar. Bazıları çevredeki devlet ilkokulu ve liselerine gidiyor. Bazıları ise özel okullardan kazandıkları bursla okuyor. Çocukların okul dışındaki zamanları kitap okuyarak, piyano çalarak kendi yiyeceklerini yetiştirerek, görev saatlerinde yaşadıkları yeri düzenleyerek veya havuza girerek geçiyor. Çocuklar, büyüyüp kendi ayakları üzerinde durana dek vakıf çatısı altında kalabiliyor. Vakfın yetiştirdiği gençler, ilk fırsatta dönüp sonraki nesile destek oluyor. Vakıf müdürü Süleyman Cihangiroğlu da 12 yaşında Şırnak’tan vakfa gelmiş. Cihangiroğlu, “Benim yıldızım o zaman parladı” diyor. Vakıf, gönüllü desteğiyle komşu araziyi de topraklarına kattı. Ali Nesin, yeni arazi için şunları söylüyor: “Özgürlüğümüzü soluyalım orada. Çocuklar oynasınlar, gülsünler, eğlensinler...”

Cennet bahçesi...

Çatalca’da 1972’de Aziz Nesin’in kurduğu, yüzlerce çocuğu yetiştiren Aziz Nesin Vakfı’na ulaştığımızda ağaçlar arasında, içinde iki bina olan cennet bahçesinde buluyoruz kendimizi. Aziz Nesin’e ait eşyanın da bulunduğu müzede, vakıf müdürü Süleyman Cihangiroğlu’yla bir araya geliyoruz. Cihangiroğlu, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nü bitirmiş. 6 yıl yayınevinde çalıştıktan sonra Yönetim Kurulu üyesi olarak vakfa dönmüş. Ali Nesin, 2009 yılında, babasının ‘vakıf çocukları bu işi yapsın’ vasiyetinden yola çıkarak, Cihangiroğlu’na müdürlük teklifi götürmüş. Cihangiroğlu, “Büyük tarihsel göreve hayır deme şansım yoktu” diyor ve ekliyor: “Çünkü insan bu aileden yetişti mi öyle kolay kolay sırtını dönüp gidemiyor.”

”Yıldızım o gün parladı’

'Vakıfta herkes Aziz Nesin’den “Aziz Dede” diye bahsediyor. Cihangiroğlu da Aziz Dede’yle birlikte yaşadıkları günleri özlemle anlatıyor: “1990 yılında Şırnak’tan geldim. 12 yaşındaydım. Şırnak’ta o dönemde en fazla liseyi bitirmiş bir kömür işçisi olurdunuz. Tersi liseyi okumamış bir kömür işçisi... Abim lisedeyken Aziz Nesin’e vakfa kabul edilmek için bir mektup yazmış. O kadar güzel bir mektup yazmış ki; ‘Görüyorum ki sen yolunu alıp gitmişsin, büyümüşsün. Bize iki kardeşini gönder’ diye yanıt vermiş Aziz Nesin. Böylece iki kardeş buraya geldik. İnsanın hayatında yıldızı parlar ya da parlamaz. İşte benim yıldızım o zaman parladı. Şimdi bu ailenin ‘Sülo abisiyim’. Öyle ki 5 buçuk yaşında bir oğlum var. Bir gün bana “Sülo” dedi...

Hayatı öğreniyorlar

Vakıfta çocuklar ayaklarının üzerinde duruncaya kadar her türlü ihtiyaçları karşılanıyor. Yılın 365 günü buradalar neredeyse. Aileler gelip çocuklarını görebiliyor. Her yaz, 15 - 20 gün aile ziyareti de var. Akademik tatilden sonra, yurdun değişik yerlerinde çadır kampları yapıyorlar. Bu yıl Dikili’de geçen yıl Datça’da kamp kurdular. Cihangiroğlu, “Yaz ve yıl boyunca sadece akademik hayatlarını değil, hayatlarını besleyecek şeyler yapmaya çalışıyoruz. Çocuklar burada aynı zamanda hayatı öğreniyorlar. Ben ressamım yöneticilik yapıyorum ama bir marangozu aratmayacak kadar iyi mobilya yapabilirim. Bunu burada öğrendim” diyor. Köy Enstitüsü gibi çalıştıklarını dile getirerek, şöyle devam ediyor: “Bu binanın inşaatında da çalıştık. Tuğla, taşıdık, kumunu kardık. Havuzlu bir villada yaşıyoruz. Onu kendimiz yarattık. Havuzun temelini attık. Suyu doldurup atladık içine...”

'Hepimiz güzel yemek yaparız’

Cihangiroğlu, Aziz Nesin’le yemek üzerine yaşadığı bir anıyı da bizimle paylaşıyor: “Burada çocukların hayatı öğrenmeleri önemli. Aziz Dede bize bu konuda çok kızardı. ‘Bazı kadınlar erkekler var. ‘Ben bir yumurta kırmasını bile beceremem’ diyorlar. Bu büyük bir marifet gibi söyleniyor. Oysa utanılacak şey. Ne demek yumurta kırmasını bilmem” derdi Aziz Dede. Biz çok şanslıydık. Aziz Dede yemeği bizle birlikte yapar tek tek süreci anlatırdı. Erkekler dahil olmak üzere hepimiz öğrenirdik. Yetişmiş herkes burada çok güzel yemek yaparız. Eşimi de ben böyle tavladım. Hayatına bir güzellik, bir renk katıyor. Çocuklar ne olmak isterse onu oluyor ama hayatı öğreniyor.” Cihangiroğlu komşu arazi için destek veren herkese teşekkür ederek “Biz bağışı isterken omuzlarımıza bir yük aldığımızı biliyoruz. Mesajlar atıyorlar. Bir fabrika işçisi 5 lira gönderiyor, öğretmen 10 lira gönderiyorum, kusura bakmayın diyor. Bu ne demek, omuzlarımıza çöken nasıl bir yük? Kırıkkale’de geçtiğimiz dönemde bir fabrikanın işçileri kendilerine istihkak olarak verilen sabunu getirdiler. Bu aslında ne kadar doğru bir yere oturduğunun göstergesidir Nesin Vakfı’nın” diyor.

Derin dayanışma

Vakıfta yaşam kahvaltıyla başlıyor. Çocuklardan oluşan masa görevlisi grubu her gün değişiyor. Kahvaltı masasını kurmak onların sorumluluğunda. Saatler 13.00’ü gösterdiğinde, 5 yaşından 22 yaşına kadar Nesin’in tüm çocukları ve çalışanlar, öğle yemeği için masaya oturuyor. Vakıfta şu an 42 çocuk ve genç var. Herkes aynı masada sohbet ede ede yemeklerini yiyor. Saat 14.00 olunca tüm çocuklar binanın lobisinde toplanıyor. Sinop’ta Grafik Tasarımı, okuyan 23 yaşındaki Umut Başar ve Mimar Sinan Üniversitesi’nde Tarih okuyan 22 yaşındaki Neslişah Kahraman çocukların görev bölümünü yapıyor. Bir grup çocuk kütüphaneyi, bir grup tiyatro salonunu, bir grup etüt odasını, bir grup da katları temizlemek üzere işbaşına koyuluyor. Bazen reçel yapmak için meyve topluyorlar, bazen bostana bakıyorlar. bazen de çiftlikte yardıma ihtiyaç olunca oraya gidiyorlar. Vakıfta küçük çocukların bakıcı ablaları var. Umut 8, Neslişah ise 4 yaşında vakfa gelmiş. Birlikte büyümüşler, aynı liseye gitmişler. Şimdi de birlikte zaman geçiriyorlar.

 

Nesin’in notları kitaplarda

Binada toplam 70 bin kitabın olduğu iki büyük kütüphane var. Kitapların en önemli özelliği Aziz Nesin’e ait olması. Bazılarının üstünde Aziz Nesin’e ait el yazısı notlar var. 2009 yılında bir sel felaketi oluyor ve vakfı su basıyor. O sırada okulda olan çocuklar ilk önce kütüphaneyi kurtarmak için insan zinciri oluşturuyor ve kitapları üst kata taşıyarak onları koruyor. Sel felaketinde vakıfta bulunan Neslişah bize “En kıymetli şeyimiz kitaplarımız” diyor. Umut, komşu araziyi göstererek Nesin’in çocuklar için defalarca orayı almak istediğini söylüyor. “Kampanyada gördüm ki iyi insanlar var ve iyi insanlar oldukça vakıf da büyüyecek” diyor.

 

Çocuklar bir saatlik görev zamanı bittiğinde havuza giriyor. Hepsi çok iyi yüzme biliyor. Çocuklar, doyasıya eğledikten sonra 17.00’da atıştırma saatine katılıyor ve daha sonra kitaplarını okumak üzere odalarına çekiliyorlar. Kimi keman dersi için hazırlığa başlıyor...

 

 

Ayakları üstünde dursunlar

Vakfın önceki müdürü Prof. Dr. Ali Nesin’in İstanbul’daki adresi de Çatalca. Şirince’deki Matematik Köyü’nde değilse, vakıfta oluyor. Ali Nesin, vakıf için “Vakıf için tüm yaşamımı değiştirdim. Daha ötesi var mı?” diyor.

- Vakfın sizin için öneminden söz eder misiniz?

Amerika’da oldukça başarılı bir bilim adamıyken her şeyi bırakıp Türkiye’ye geldim. Tüm yaşamımı köşesine çekilmiş, gece gündüz düşünen bir matematikçi olarak planlamıştım ve bunun için gençliğimden fedakârlık yapmıştım. Elimde kalem kâğıt, sabahlara kadar çalışmıştım. Oysa ben de arkadaşlarım gibi tatile gidebilir, diskoteklerde dans edebilir, kız peşinde koşabilirdim. Öyle yapmadım. Ki yapsaydım da âlâsını yapardım. Kendime bir hayat tarzı biçtim ve bunun için elimden geleni yaptım. Şunu da söyleyeyim ki ne gençliğimde yaptıklarımdan, ne de daha sonra hayatımı değiştirmekten hiç pişman değilim. İyi ki her şey böyle olmuş.

-Çocuklar konusunda birinci önceliğiniz nedir?

Kendi ayakları üstünde durmaları ama bunu yaparken kişiliklerinden feragât etmemeleri.

-Bizimle bir anınınızı paylaşır mısınız?

İlk geldiğimde kızlardan ikisini yanıma çağırdım. “Gazete mi okuyacağız?” diye sordular. Çünkü babamın gözleri görmediğinden, babama her gün gazete okuyorlardı bu kızlar. O zaman anladım benden babamın yerini doldurmam beklendiğini. Bekleneni yerine getiremezdim, yerine getirmeye çalışmadım da.

-Komşu arazide neler yapacaksınız?

Açık hava olsun. Özgürlüğümüzü soluyalım orada. Çocuklar oynasınlar, koşsunlar, zıplasınlar, gülsünler, eğlensinler... Başka projemiz yok.

-Geleceğe dair başka projeleriniz var mı?

Fen Lisesi projemiz var. Eğitim hakkında düşüncelerimizi değiştirecek çapta bir proje. Tabii bürokrasi izin verirse... İki yılı aştı araziyi eğitim arazisine çevirmeye çalışıyoruz... Ne kadar zaman alabilir ki bu kadar basit bir işlem? iki yıl alıyor. 80 yıllık bir yaşamın yüzde 2.5’i yani...

 "Biz sadece aracıyız"

Vakıf müdürü Süleyman Cihangiroğlu, eşi Özgün Dündar Cihangiroğlu ile vakıfta tanışmış. Özgün Cihangiroğlu, Kocaeli Üniversitesi Elektrik Mühendisliği mezunu. Şu an vakıfta eğitim müdürlüğü yapıyor. Özgün Cihangiroğlu, vakfın kendisi için önemini özetliyor: “Burası hayatımız oldu. 7 senedir burada çalışıyorum. Aslında hep düşlediğim bir şey gerçek oldu. Ben çocukluğumdan beri eğitimci olmak istiyordum... Burası hem büyükler hem de küçükler için fırsatlarla dolu bir yer. Üretime odaklı, çocukların aslında ruhunu kattığı bir yer. Biz burada tamamen aracıyız onlara. Onların kurdukları dünyayı gerçekleştirmek için biz bir aracıyız.”

"Kimse seni yargılamaz"

Çardak altındaki seramik masada oturuyoruz. Vakfa 6 yaşında gelen Yunus İbrahim Göktaş, şimdi Kocaeli Üniversitesi’nde İnşaat Teknikerliği okuyor. Bizi görür görmez yardımcı olmak için yanımıza geliyor. Birlikte vakfı geziyoruz. Bir tarafta el emeği göz nuru bostan, bir tarafta spor sahası... İleride çocukların havuzu, bir de dere var. Derenin öte tarafında da sebze meyve yetiştiriliyor. Vakıfta marangozhaneden seramik atölyesine, bilardo odasından kütüphaneye dek pek çok yaşam alanı var. Etüt saati olduğu için çocuklar ortalarda yok. Etütte, çocukların bazıları kitap okuyor, bazıları eksik dersleri için öğretmenlerinden ders alıyor. Yunus, bize vakfa katılma sürecini şöyle anlatıyor: “Dersimliyim. 1994 doğumluyum. Babam ben küçükken cezaevine düşünce suçundan giriyor. 10 yıl cezaevinde kaldı. Bu sürede annem bizi bir süre idare ediyor ama sonra zorlanıyor. Buraya, bir bağışçı sayesinde ablamla geldim.” Özgür bir birey olmasını da vakfa borçlu olduğunu dile getiriyor: “Burada ne düşünürsen düşün, özgür düşünceye sahipsin. Kimse seni yargılamıyor. Saygı duyuyorlar. Yanlışını veya doğrunu sana söylüyorlar. Burada emeğin ne kadar değerli olduğunu anlıyorsun.”


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler