Fikret Emek, silah ve patlayıcıları unuttuğunu söyledi

Eskişehir’de annesine ait evde 11 kilo C-4 ve çeşitli silahlar ele geçirilen emekli binbaşı Fikret Emek, bu silah ve mühimmatları doğuda ve Kuzey Irak’daki operasyon bölgelerinden aldığını söyledi. Bu silahların kendisinde olduğunu unuttuğunu söyleyen Emek, evinde bulunan bilgi ve belgelerde adı geçen kişilerden deşifre olmalarına neden olduğu için de özür diledi.

Fikret Emek, silah ve patlayıcıları unuttuğunu söyledi
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 02.12.2008 - 09:01

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 23. oturumunda savunma yapan Fikret Emek,  doğuda terörün en yoğun olduğu dönemde zaman zaman insiyatif kullandığını, operasyonlarda bulunan silahları yeniden kullanmak üzere aldıklarını anlattı. Güneydoğu’da 1991 ile 1993 yılları arasında görev yaptığı birliğinde Kanas ve Kaleşnikof marka silahın olmadığını söyleyen Emek, “Bu silahlara birliğimin ihtiyacı vardı. Kanas silahı nedeniyle birliğim şehit veriyordu. Terör örgütüne yönelik olarak yapılan operasyonlarda ele geçirilen bu tür silahları kayıt altına alıyorduk. Kanas'ı teröristleri etkisiz hale getirmek için eğitimlerde kullandım” dedi.
 

El bombasını yanıma aldım

Eskişehir’de bulunan el bombalarının 1977-1978-1984 yıllarına ait, TNT’nin ise 1950 üretimi olduğunu belirten Emek, “İzinlere gidip gelirken, can güvenliğim için kalaşnikof ve birkaç el bombasını kendi özel aracıma alıyordum” dedi. Özel Kuvvetler Komutanlığı'na (ÖKK) atandıktan sonra, sıcak temaslarda kaçan teröristlerden ele geçirdiği silahları Eskişehir’e getirdiğini, sonra da Ankara'ya götürdüğünü belirten Emek, “Sonrasında da operasyon bölgelerine götürerek birer ikişer kullandım” diye konuştu.
 

Teslim etmek aklıma gelmedi

Kuzey Irak'te 1995 yılında katıldığı bir operasyonda Cudi’de göğsünden vurulduğunu söyleyen Emek, şöyle devam etti: “Uzun bir tedavi döneminden sonra hala pankreasımda diren var. Fiziki ve ruhsal değişimler geçirdim. Aldığım ağır ilaçlar nedeniyle hatırlamada zorluk yaşıyordum. Bu süreçte bendeki silah ve mühimmatları birliğime teslim etmek aklıma gelmedi.” Terör örgütü suçlamasıyla yargılanıyor olmasının aldığı yaradan daha ağır olduğunu söyleyen Emek, bu suçlamanın yakınlarını da rencide ettiğini söyledi.
 

Hatıraların arasında durdular

ÖKK'den ayrılıp Genel Kurmay Seferberlik Dairesi'ne geçtiğini anlatan Emek, kendisindeki mühimmatların Kuzey Irak’a 2002 yılında yapılan operasyonda aklına geldiğini söyledi.  Aradan geçen zamanda, silahların patlayıcı vasıflarını kaybettiğini düşünerek, malzemeleri teslim etmediğini söyleyen Emek, “15 yıla yakın bir süredir kullanılmadan, bakımı yapılmadan, hatıra askeri eşyalarımın olduğu odada kaldılar. Bu tür mühimmatların depolama şartları ayrıdır. Bendekiler uygun şartlarda korunmamış, raf ömrü çoktan bitmiştir” diye konuştu. Patlayıcıların paslandığını, tahrip malzemelerinin eriyip gitmiş olduklarını söyleyen Emek, malzemelerin durumlarına ilişkin bilirkişi raporu alınmasını istedi.

 

Kanas ile suikast olmaz

“Bir eylem hazırlığı içinde olsam bu malzemeleri pas ve küften arındırmam gerekirdi. Üzerlerinde bana ait parmak izi de yok” diyen Emek, kendisinde ele geçirilen Kanas’ın arazi silahı olduğunu ve şehir içi suikastlarda kullanılamayacağını anlattı.  Kanas’ın etkili ama kaba bir piyade silahı olduğunu söyleyen Emek, “Şehir içi suikast silahları çok özel yapımlardır. Küçük, hassas ve parçalanabilir, demonte ve saklanabilir şekilde üretilir. Susturuculu ve mermileri özel tasarlanır” dedi.
 

Görev notlarım

Ankara'daki evinde ele geçirilen belgelerin, görev yaptığı döneme ait olduğunu ifade eden Emek, emekli olduğu 2004 yılından sonrasına ait hiçbir belgenin bulunmadığını söyledi. Bu belgelerin nereden ve nasıl geldiğini bilmediği ihbarlar, göreviyle ilgili notlar ve genel kültür notlarından oluştuğunu söyleyen Emek, “Bu belgelerden bazıları terör örgütü ile daha iyi mücadele etmek için bulundurduğun notlardır. Gelen ihbarların içinde doğruluğunu teyit ettiğim bilgi ve belgeleri komutanlarımla paylaşıyordum. Teyit edilemeyen hayal ürünü olduğunu düşündüklerimi ise işleme koymuyor imha ediyordum” diye konuştu.
 

Deşifre etmek yanlış

Tutuklu sanık Muzaffer Şenocak tarafından alındığı söylenen disketlerde, teyidi olmayan ihbarların olduğunu ifade eden Emek, Şenocak'ın bu bilgileri kendisinden ne şekilde aldığını bilmediğini ifade etti. Emek, “Görevimle alakalı terör örgütüne yönelik ya da bazı askerlerin uygunsuz davranışlarının yer aldığı bu belgeleri iddianameye koymak son derece yanlıştır. Devletin bekası için yapılan bazı çalışmalar deşifre edilmiştir. Üzerinde fotoğrafım bulunan kimlikler eğitim amaçlıdır. Diğerleri de istihbarat ya da eğitim amaçlı olabilir” dedi. Emek dosyada yer alan Kızılay’daki üst geçit krokisi, Alman vakıflarına ait plan ve projeler, silahlı kuvvelerin pozisyonlarının yer aldığı iç gelişmeler analizi başlıklı belgeler gibi bazı dokümanların kendisine ait olmadığını ifade etti. Emek, kendisinde ele geçirilen bazı sivil toplum örgütleri hakkında fişleme niteliğindeki belgeye ilişkin de “ÖKK şehir içi eylemlerle uğraşmaz. İstihbari amaçlı çalışmaları olur. TSK ve ÖKK şaibe altında bırakılmak isteniyor” dedi.
 

Özür dilerim

Kendi ajandasındaki notların da iddianamede delil olarak yer almasını eleştiren Emek, sivil hayata adapte olmakta zorlandığını, emekli olduktan sonra da ilişki kurduğu kişiler hakkında notlar aldığını ifade etti. “Bu notlardan dolayı böylesine bir davada şaibe altında kalacak birçok şirket ve şahıstan özür diliyorum. Askeri alışkanlıklarım nedeniyle, kendilerinin dahi haberi olmadan, haklarında şema hazırladım ve notlar tuttum” diyen Emek, bu şemaların örgüt şeması olmadığını, ticari amaçlı hazırladığı şemalar olduğunu ifade etti.
 

Ümraniye'yi basından duydum

 Bu dosyada kısa bir süre ticari faaliyette bulunduğu ve kırgın ayrıldığı Muzaffer Şenocak ve 1984 yılında devre arkadaşı olan Zekeriya Öztürk’ten başka kimseyi tanımadığını söyleyen Emek,  14 Haziran 2007'de ümreye gittiğini, Ümraniye'de bulunan bombaları radyodan duyduğunu söyledi. “Şenocak’ın da tutuklandığın duyunca çok şaşırdım.  Şenocak'ı üç yıldır görmüyordum ve hiçbir irtibatım yoktu” diyen Emek, 26 Haziran'da gözaltına alındığını söyledi. Emek, şöyle devam etti: “Eğer ben örgüt üyesi olsaydım, operasyon sonrası Eskişahir'deki daimi adresimde unuttuğum silahlar ile Ankara'daki evinde olan belgeleri yok eder,  bulundurmazdım. Bu bile örgüt üyesi olmadığımın açık kanıtıdır” diye konuştu. Örgüt üyelerinin böyle hata yapmayacağını, patlayıcıları ailesinin evinde değil hücre evinde saklayacağını söyleyen Emek, Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan bombalara ilişkin kendisi aleyhine hiçbir delil bulunmadığını belirti.
 

Bireysel hatamı kabul ediyorum

İddianamede saçma sapan hurafelerle dolu bir örgütten söz edildiğini ifade eden Emek, şöyle devam etti: “Böyle bir örgüt varsa da bu benim fikri yapımla gerçekten uyuşmaz. Bende bulunan silah ve patlayıcıları operasyon bölgesinden aldım. Kimseye vermedim. Kimsenin talimatıyla almadım. Ankara'da bulunan belgeleri ifşa etmek de suçtur. Çeşitli şekillerde gelen bilgiler ihmal ve unutkanlık sonucu bende kalmıştır. Çıkar amaçlı kullanmadım, kimseye de vermedim. Vatanıma, devletime ve milletime sadakatla bağlıyım. Bireysel hatamı kabul ediyorum ama örgüt üyesi suçlamasını çok ağır buluyorum.”
 

Fikirlere saygı duyulmalı

“Bir gazi olarak kendi masum insanına karşı acımasız, eli kanlı bir terörist olamayacağımı anlamanızı istiyorum ve bu iddiayı kesinlikle kabul etmiyorum”
diyen Emek, Türkiye’de Kürt sorunu değil, bölücü terör örgütü sorunu olduğunu ifade etti. Bölücü örgütle sonuna kadar mücadele edilmesi gerektiğini ancak, yasal her türlü fikre saygı duyulması gerektiğini dile getiren Emek, Alevi sorunu olmadığını ancak Alevilerin kışkırtıldığını savundu.
 

Gladyoyu gizleyenler var

 Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli ve Mustafa Kemal Atatürk’ün iyi anlaşılması gerektiğini ifade ederek,  “Benden elde edilen malzemelerle ailemi çevremi dolaylı da olsa TSK’yı zor durumda bırakmanın üzüntüsünü yaşıyorum. Bana iftira atanlar kendi gladyo faaliyetlerini gizleyenlerdir. Kavga ve gürültüden uzak durmaya çalışırken unuttuğum bana ait silah ve patlayıcılarla buraya geldim” diye konuştu.
 

Mutluluğu yakalamıştım
.
TSK'den emekli olunca ticarete atıldığını ancak başarılı olamadığını ifade eden Emek, “Çok zor günler geçirdim. Yaptığım evlilik sayesinde mutluluğu yakaladım. Hapishanede iken ilk çocuğum olan kızım dünyaya geldi” diye konuştu.
 

Avukatı:Dosyayı Eskişehir’e gönderin

Emek'in avukatı Mehmet Katar, müvekkilinin bu davada yargılanan kişilerle bir irtibatının olmadığını söyledi. Emek'in aylardır tutuklu olduğunu, cezaevinde 35 kilo kaybettiğini söyleyen Katar, “Cani muamelesi gördü. Geçmişi, hizmetleri bir kalemde silindi. Dosyasının ayrılarak Eskişehir Ağır Ceza Mahhkemesi'ne gönderilmesi gerekir. Sağlık sorunları nedeniyle de tutuksuz yargılanmasını istiyorum” dedi.

İşçi Partisi Genel Sekreteri Nusret Senem, Kutlu Savaş'ın Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı olarak hazırladığı 119 sayfalık 'Susurluk Raporu' ve eklerinin Başbakanlık'tan istenmesini talep etti. Senem, 17 Aralık 1996  tarihli olan ve liderler zirvesine sunulan MİT raporunun da mahkemeye gönderilmesini istedi.

Senem mahkemeye verdiği dilekçede, soruşturma savcılarının, Susurluk yargılamalarında üzeri örtülen suçların delillerini sakladıklarını, Susurluk'un üzerine gitmekten kaçındıklarını savundu. Susurluk belgelerinin mahkemeye gelmesini istediklerini söyleyen Senem, “Bu belgelerde suçlanan Memet Eymür, Hanefi Avcı, Bülent Orakoğlu gibilerinin MİT ve Emniyet içindeki yasadışı eylemleri ortaya dökülsün” dedi. Belgeler gelirse, bu kişilerin Ergenekon dosyasında nasıl tanık olduklarının ortaya çıkacağını ifade eden Senem, şöyle devam etti: “Susurluk'ta ortaya çıkan kontrgerilla örgütünün kimler tarafından 'fasa, fiso' diyerek üstünün örtüldüğü, 'kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir' diyerek gladyonun nasıl korunduğunu herkes görsün.” Senem, kontrgerillanın kendisini gizlemek ve bütün suçlarını, kirli eylemlerini ulusalcıların üzerine atmak için Ergenekon örgütü imal edildiğini savundu.


Tutuklu sanık Vedat Yenerer'in avukatı Vural Ergül, soruşturma dosyasındaki sahte ihbarlarla  operasyonun yönlendirildiğini savundu.

Ergül, mahkemeye verdiği dilekçede, dijital imzasında Mehmet Eymür yazan bilgisayar çıktısının, soruşturma savcılarına CD içerisinde dijital bir belge olarak geldiğini belirtti. Belgenin daha sonra  kağıda basıldığını söyleyen Ergül, savcıların ise önceki günkü oturumda, bu belgenin zarf içinde geldiğini belirterek kendisi hakkında suç duyurusunda bulunduklarını anımsattı. Ergül, “CD'nin içinde yer aldığı mektup zarfının nerede olduğunun ve niçin dosyaya sunulmadığının açıklığa kavuşturulmasını talep ediyorum. Savcılık kendilerine gönderilen ihbar mektubuna ilişkin evrak kayıt tarih ve sayısını  tarafımıza sunmalı” dedi. Dosyada çok sayıda, imzasız ihbar mektubu olduğunu söyleyen Ergül, “Emniyet müdürlüğü bünyesinde oluşturulan operasyon grubundaki adıyla 'çakma ihbar'lar ile söz konusu soruşturmanın nasıl şekillendirildi ortaya çıkıyor. Bu çerçevede verilen sipariş üzerine yapılacak bir çakma ihbarın ardından ben ya da sıradan her hangi bir kimse, rahatlıkla AKP muhalifi olmakla ve daha sonra gerçekleştirilecek olan Ergenekon operasyonunda, mahkemeniz huzuruna sanık olarak gelebilecektir” diye konuştu.

Öğleden sonra Fikret Emek'in çapraz sorgusuna geçildi. Savcı Mehmet Ali Pekgüzel, Emek'e Eskişehir'de annesinin evinde ele geçirilen malzemeleri tam olarak ne zaman ve peyderpey mi, hepsini bir arada mı taşıdığını sordu. Emek 1991-1993 yılları arasında komando birliğinde görevliyken operasyon bölgelerinden aldığı malzemeleri 1993'te tayin meyin izninde komple Eskişehir'e götürdüğünü söyledi. Emek, bir ay geçmeden yeniden Ankara'daki lojmanına, 1996'da da tekrak Eskişehir'e taşıdığını anlattı. Emek 1996'dan beri patlayıcı malzemelerin aynı yerde durduğunu anlattı. Savcı Pekgüzel'in arada sayım yapıp yapmadığı sorusuna “hayır” yanıtını verdi. Pekgüzel'in  savunmasını anımsatarak bu patlayıca malzeme ve silahları hatıra olarak alıp almadığın sorusunu Emek “Kanas ve kalaşnikofun hatırası olduğunu, bazılarını hatıra için aldığını söyledi.

Emek, Savcı Pekgüzel'in “Farz edelim ki görev çıktı. Birlikte komutanlarınıza ne diyeceksiniz bu malzemelerle ilgili. Askeri hiyerarşide nasıldır” şeklindeki sorusuna “parça parça kullanabileceği” şeklinde karşılık verdi. Savcı Pekgüzel, Emek'e bir dönem birlikte iş yaptığı, Afrika ülkelerinden Gambiya'da projeleri olduğunu söyleyen tutuklu sanık Muzaffer Şenocak ile  ilişkisini, emekli olduktan sonra mı birlikte iş yaptıklarını, evinde neden misafir ettiğini sordu. Emek tam olarak hatırlamamakla birlikte  2004'ün başlarında tanıdığını anlattı. Bursa'da iş yaptığını Ankara'da kalacak yeri olmadığı için insan olarak yardım ettiğini ve lojmandaki evinde misafir ettiğini anlatttı.

Kuvvet komutanlarının Milli Güvenlik Kurulu öncesinde gizli bir toplantıya ilişkin belgeyi içeren ve adeta davanın kilit konularında olan 16. nolu CD'de  Şenocak'a ait bilgiler ve bu toplantıya ilişkin dokuman bulunduğu iddiasından hareket eden savcı, Emek'e, Şenocak'ın evde ya da işyerinde yalnız kalıp kalmadığını, bilgisayarlarda herhangi bir işlem ya da onarım yapıp yapmadığını, herhangi bir belge alıp almadığını sordu. Şenocak'ın işyerindeki bilgisayarında işlem yaptığını, evindekine dokunmadığını söyleyen Emek, “Evimi de ofis gibi kullanıyordum. Almıştır demiyorum, almış olabileceğini tahmin ediyorum.”


Kaynağımı açıklamam

Bilgilerin kendisine nasıl geldiğini ilişkin soru üzerine kendisine birçok kaynaktan bilgi ve ihbarlar geldiğini anlatan Emek “Bir gazeteci gibi ben de kaynağımı açıklamak durumunda değilim” diye konuştu.

Ahmet Doğan adına düzenlenmiş sahte kimliğe ilişki soruya Emek “Ahmet Doğan'ı tanıyorum. Teferruatlandıramayacağım, ancak kimlik bilgileri bana aittir. Eğitim amaçlı düzenlenmiştir” dedi.

Savcı Nihat Taşkın ise Emek'e istihbarat çalışmalarında Hizbut Tahrir, İBDA-C gibi radikal dinci örgütleri kullanıp kullanmadığı sorusunu anlamadığını söyleyerek tekrarlattıran Emek, bunu kesinlikle ret ederek “Bilgi çeşitli yollarla gelirdi” diye konuştu.

Savcı Taşkın'ın belgeler ve silah bulunan bir evde Muzaffer Şenocak'ın nasıl aldığı sorusu üzerine  Emek Muzaffer Şenocak'ı komutanı olan Levent Göktaş ve müfettiş Mustafa Karbeyaz aracılığıyla tanıdığını, insan olarak sevdiğini söyledi. Emek “Silah ve belgeler aklıma gelmedi” dedi.


Neden parmak izi yok


Savcı Taşkın, Emek'in annesinin evinde ele geçirilen patlayıcı maddeler ve silahları operasyonlarda aldığını söylemesine karşın hiçbir parmak izi olmamasını nasıl açıkladığı ve patlayıcıları ne zamandır aldığını sorusunu “1993-1995'te Özel Kuvvetler'de iken kaldığım lojmanlara sakladım. 1996'dan beri Eskişehir'deydi. Parmak izi olmaması hiçbir eylemde kullanılmadıklarını gösterir. Fotoğraflardan küflenmiş, oksitlenmiş olduklarını gördüm” şeklinde yanıtladı.

Savcı Taşkın'ın sorusu üzerine Emek, Danıştan saldırısı sanıklarından Osman Yıldırım ve Alparslan Arslan'ı tanımadığını söyledi. Savcı Taşkın, Emek'in operasyonlarda elde ettiğini söylediği 12 adet el bombasının MKE yapımı olduğunu, ikisinin kafile numarasının Cumhuriyet Gazetesi'ne atılanlar ile aynı olmasının ayrı bir özelliği olup olmadığını sordu. Bu bombaları karakol baskınlarında PKK'lilerin almış olabileceğini söyleyen Taşkın “Karakol baskınları yoğundu, Mehmetçik kaçırılıyordu, Onların eline geçtiğini sanıyorum, başka nasıl geçsin eline” diye konuştu. Bu sırada avukat Mehmet Katar söz alarak tüm kuvvet komutanlıklarından envanterlerin eksik olmadığını ilişkin yazı alındığını anımsattı. 


Cumhuriyet'a atılan bombalar


Cumhuriyet Gazetesi ve Yenigün Anonim Şirketi vekili avukat Bülent Utku, Cumhuriyet'e üç bomba atıldığını anımsatarak bunlardan ilk ve üçüncü atılan bombaların, Emek'in annesinin evinde bulunanlarla aynı model olduğunu, sevk numarası ve üretim yılının da aynı olmasının bir anlamı olup olmadığını sordu. “Bunu maksatlı olarak soruyorsunuz” diye söze başlayan Emek “Ben hiç kimseye el bombası vermedim. Terörist gruplarla çatışmalarda, sığınıklarda bulduğumuz bombaları getirdiğimi ifademde belirtmiştim” diye konuştu. Emek'in ilk görev yerine ilişkin sorusuna yanıtlamayacağını söylemesi üzerine Avukat Utku 1985 yılında Tuzla Piyade Okulu'nda bulunduğunu anımsatarak aynı yıl emekli  olan Muzaffer Tekin'in tanıyıp tanımadığını sordu. Emek, Tekin'i tanımadığını sordu. Muzaffer Tekin de söz alarak Emek'in Tuzla'ya gelmesinden 3-4 ay önce Piyade Okulu'ndan ayrıldığını söyledi.

Üye Hakim Hasan Hüseyin Özese ise Emek'e Odak Güvenlik Şirketi'ne ilişkin sorular sorarken Şamil ve Conker adlarını neden kullandığını sordu. Emek, bunların telsiz kodları olduğunu, katıldıkları operasyonlarda güvenlik gerekçesiyle kod adı ya da lakap kullandıklarını anlattı. Haköm Özese'nin kafile numarasının neyi ifade ettiği sorusu üzerine Avukat Mehmet Katar, bir tekne ekmek hamuru örneğini vererek açıkladı.


Müdahillere müdahele


Kimlik bilgileri saklandığı için davaya müdahil olan Şebnem Korur Fincancı'nın avukatlarının soruları duruşmada yine avukatlar ve sanıklar tarafından tepkiyle karşılandı. Avukatlar ve sanıklar söz almadan bağırmasıyla bir anda duruşmada tartışmalı bir hava hakim oldu.

Avukat Özkan Yücel, operasyonlarda ele geçirelen mühimmatlara ilişkin prosedürü sorarak herkesin istediği gibi bunları alıp alamayacağını sordu. Emek “hayır, kendi inisiyatifimle aldım” diye yanıtlarken Yücel “kayıt altına alınıp alınmadıklarını” sordu. Bunun üzerine avukatlar ve sanıklara laf atmaya başladılar ve itiraz sesleri yükseldi. Başkan Şengün'ün soruyu dinleyin uyarısına karşın itirazlar devam ederken Emek “cevap vermiyorum” dedi. Sanık Zekeriya Öztürk'ün avukatı Yaşar Ağsu “Burası Türk Silahlı Kuvvetleri'nin işlemlerinin deşifre edildiği yer değil, duruşma inzibatını sağlayın” dedi.


TSK ganimet toplamaz

Avukat Özkan Yücel'in Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yasalara göre yöneltildiğini ifade ederek kuralı öğrenmek istediği şeklindeki açıklaması üzerine Başkan Şengün “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kendine özgü kuralları vardır. Türk Silahlı Kuvvetleri ganimet toplamaz. Alan kişinin kendi hatası kendi suçudur. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin değil” şeklinde çıkıştı ve başka soruya geçilmesini istedi. Sanık Emek, müdahil avukatın hiçbir sorusuna yanıt vermeyeceğini söylemesine karşın Avukat Yücel kayıtlara geçilmesini istediğini belirterek “lobi belgesini görüp görmediğini”, istihbarat elemanı olarak yetiştiğine göre düşman eline geçtiğinde nasıl davranması gerektiğinin öğretildiğini sordu. Bunun üzerine Emek “yazıklar olsun” diye bağırırken salonda yeniden sesler yükseldi.


Aydın Yüksel'in “şerefsiz” diye bağırması üzerine Şengün, sanığın dışarı çıkarılmasını istedi. Avukat Lütfü İşbulan ise “Artık kanımız kaynıyor, bu çapraz sorgu değil” derken Avukat Yücel, Emek'te kaç CD kaç disket bulunduğunu sordu. Tartışmalar uzayınca Başkan Şengün “sorunuz kabul edilmedi” diye uyardı ve “Tartışmayın, yapmaktan utanacağım şeyi yaptırmayın” dedi. Başkan Şengün, Avukat Özkan'dan mikrofonu geri isterken müdahil avukat Ayşe Batumlu ise itiraz gerekçelerinin açıklanmasını ve Başkan'ın da itirazı kabul gerekçesini açıklamasını talep etti. Avukat Mustafa Kılıç ise söz alarak Avukatların çapraz değil “mozaik sorgu” yaptığını bunun CIA yöntemi olduğunu bu konuda yazdığı kitabı avukatlara hediye edebileceğini belirtti.

Başkan Şengün ise “Kavgayla bir yere varamayız. Burada birbirimize tahammül etmeyi bileceğiz” dedi. 


Zekeriya Öztürk savunmasına başladı

Daha sonra sanık emekli binbaşı Zekeriya Öztürk, savunması alınmak üzere kürsüye çağrıldı. Öztürk, çok sayıda kitap ve dokumanla kürsüye gelince başkan Şengün “Çok yayıldınız, ancak bugün ancak 1 saatlik savunmanızı alabileceğiz” dedi.

Öztürk, savunmasına başlamadan önce müdahil avukatların mahkemede örgütsel yaklaşımlı sorular sorduğunu “özeleştiri odaklı sorgulama tekniği” kullandıklarını anlattı. Fikret Emek ile silah arkadaşı olduklarını anlatan Öztürk “Göğsünda 9 çiçek var. Burada parçalanmaya çalışılması, hırpalanması beni çok üzdü” dedi.


Laiklik karşıtı ideoloji gizli

Kendisine hiç yakıştıramayacağı terör örgütü üyeliği ile suçlandığını anlatan Öztürk “Yüce Türk adaletine saygım sonsuzdur” diye konuştu. Danıştay saldırısıyla bir anda kendisine karşı saldırıya geçildiğini belirten Öztürk, iyi eğitimli, 20 yıl TSK'ya hizmet etmiş asker olduğunu ve 7 yıldır kurumdan ayrıldığını anlattı. Aydın ve donanımlı bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğunu söyleyen Öztürk, iddianamede laiklik karşıtı bir odağın ideolojisinin gizli olduğunu belirtti.

Davanın mahkeme süreci öncesinde basında infaz edildiğini, yalan yanlış ifadelerinin bazı basın organlarında yayınlandığını anlatan Öztürk “Engizisyon mahkemesinde daha önce infaz edilmiş bulunmaktayım” diye konuştu.


Savcı Öz'e suçlama

Cezaevinde iddianamedeki ek delil klasörlerine açabilecek bilgisayara izin verilmediği için delilleri görmediğini anlatan Öztürk bu durumun adil yargılanma hakkına aykırı olduğunu kaydetti.

İlk kez 23 Haziran 2007'de gözaltına alındığını daha sonra 22 Ocak 2008'de gözaltına alındığında Savcı Zekeriya Öz'ün kendisine “Üç kez gözaltına alındın bu kez kez tutuklanırsın” dediğini anlatan Öztürk, “Savcı daha sonra bana Doğu Perinçek ile Veli Küçük'ün görüşüp görüşmediklerini sordu. 'Hiç tanık olmadım' dedim.” Daha sonra davada üye hakim olan Sedat Sami Haşıloğlu'nun huzuruna çıkarıldığını anlatan Öztürk “Takdir edersiniz ki ifadesi alınacak çok kişi var. Tebessüm ederek ifademi kısa kestim ama terör örgütü üyeliğinden, halkı hükümete karşı silahlı isyana teşvikten tutuklanarak cezaevine gönderildim” diye konuştu.


Tuzak kuruldu


Öz, “Velev ki siyasal simge” diye konuşabilen belli odakların acımazsız, itibar zedeleyici infazıyla karşı karşıya olduğunu söyledi.

“Devletin yurttaşına tuzak, pusu kurmayacağını”
söyleyen Öztürk “Bana yapıldı. Suç yolları yaratıp  insanların gelmesi beklendi” diye konuştu.

İddianamenin hacimsel büyüklüğüne karşın vizyonsuzluğunun medya tarafından kapatıldığını söyleyen Öztürk, terör ve terörist tanımı yapılmadığını terorizm çeşitlerinden söz edilmediğini anlattı. 


Sürrealist savcı


İddianame yoluyla “yukardan terorizm” uygulandığını anlatan Öztürk hukuk çerçevesinden yoksun olduğun söyledi. Öztürk “Buna karşın iddianame derin bir stratejiye dayanarak geleceğe projeksiyon empoze ediyor. Büyük bir planın parçası olarak ortaya çıktı” dedi. İddiaların masal gibi olduğunu ve telefon kayıtlarıyla da süslendiğini belirten Öztürk “Sürrealist ressam olabilir ama sürrealist savcı olamaz” diye konuştu.

İddianamenin bir stratejisi olduğunun Şamil Tayyar'ın kitap ve röportajları ile Zihni Çakır'ın kitaplarından da anlaşıldığını söyleyen Öztürk “İddianamenin dahil olduğu büyük operasyonun bir parçası” olarak bu yayınların yapıldığını anlattı. İddianamenin ortaya çıkışıyla terör, terörist ve terörle mücadele kavramlarının yeni boyut kazandığını belirten Öztürk “Gerçek terör örgütü ikincil olmuştur” diye konuştu.

Öztürk kendisine ait olmayan bir bilgisayarda bulunan çocuk ve hayvan pornolarıyla kendisinin ilişkilendirildiğine dikkat çekerek bunun bir terör olduğunu söyledi.
 
 
Uluslar arası mafya babası


Tutuklu sanık Sami Hoştan, iddianamede ulusla arası mafya babası olarak nitelendirildiğini söyledi. Mahkeme başkanı da “İki tür mafya babası mı var?” diye sorunca Hoştan, “Ben uluslar arasıyım. Organize şubeye sorulmasını istiyorum. Kaç kez oraya gitmişim. Bu tür işlere onlar bakıyor” dedi. Hoştan'ın talebi üzerine bu konuyla ilgili emniyete yazı yazılmasına karar verildi.


Gazetemize tiraj sorgusu 

Tutuklu sanık Muzaffer Tekin'in  avukatı Sera Kadıgil, “Müvekkilime, çapraz sorgusunda, yöneticileri sanık, kendisi müdahil sıfatına sahip Cumhuriyet Gazetesi'nin vekili Bülent Utku, internetten indirdiği bilgilerle çeşitli sorular sormuştur” dedi. Tekin'in masasının üzerine süs olarak duran içi tamamen boşaltılmış el bombalarının içine, yeniden patlayıcı konulursa patlar mı diye sorulduğunu anımsatan Kadıgil, “Oysa müdahil vekilinin saydığı bu malzemeleri gazoz şişesine koysak şişe de patlar. Çünkü burada patlayan süs eşyaları değil içine konacak malzemedir” diye konuştu. Tekin'e yönelik soruların 'besleme basında ayyuka' çıktığını ifade eden Kadıgil, “Sayın müdahil vekilleri, ne yazık ki taraflı medyanın bu yaklaşımına bilerek ya da   bilmeyerek çanak tutmaktadırlar” iddiasında bulundu. Tüm eğitim birliklerinde mevzuat gereği sadece iki tane el bombasının bulunduğunu, pratikte içi boşaltılmış yerine kum doldurulmuş bombalarla yapıldığını ileri sürerek, bu konunun sorulması için üçüncü kolordu komutanlığına yazı yazılmasını istedi. Kadıgil şöyle devam etti: “Savunmamız için önem arz edeceğinden Basın İlan Kurumu'ndan Cumhuriyet Gazetesi'nin 2006 yılındaki tiraj çizelgesinin ve satış rakamlarının ay ay, mümkünse gün gün ne kadar olduğunun sorulmasını istiyoruz. Buradan yazı gelince bu konuya yeniden değineceğiz.” Savcı Pekgüzel, Tekin'in avukatının bu talebinin kabul edilmesini istedi. Mahkeme ise talebi, bu aşamada davaya yenilik katmayacağı gerekçesiyle reddetti. Danıştay saldırısından yaralı olarak kurtulan yargıçlar ve ölen Mustafa Yücel Özbilgin'in yakınlarının iddianamede mağdur olarak yer aldıklarını ancak davaya gelmediklerini söyleyen Kadıgil, “Adı sanı duyulmamış diğer müşteki vekilleri her celse onlarca soru ile bizlere zaman kaybettiriyor. Gerçek mağdur ve müştekiler ortada yok. Kendilerine çağrı yapılarak davaya müdahil olup olmayacaklarının sorulmasını istiyoruz” diye konuştu. Bu talep de kabul edilmedi.


Savcıdan suç duyurusu 


Savcı Pekgüzel, avukat Vural Ergül hakkında, Mehmet Eymür yazılı bilgisayar çıktısı ve ihbar mektupları konusundaki açıklamaları nedeniyle yeniden suç duyurusunda bulunulmasını istedi. Pekgüzel, Eymür yazılı çıktının posta ile gelen CD içinde olduğu bilgisinin dosyada olduğunu ancak Ergül'ün konuyu çarpıttığını ifade etti.


Dava Perşembe gününe ertelendi


Mahkeme heyeti, Muzaffer Tekin'in, el bombası eğitiminin, içi boşaltılmış ve kumla  doldurulmuş el bombaları ile yapılıp yapılmadığının Genel Kurmay'a sorulması yönündeki isteğini kabul etti. Sanık Muammer Karabulut'un isteği üzerine, İçişleri Bakanlığı ve MİT'e yazı yazılarak, İsviçre'deki Türk paralarının getirilmesi, bilgisayar korsanları ile kara para mücadelesi konularında yapılan çalışmalara 'Ergenekon' adının verilip verilmediğini sorulmasına karar verildi. Böyle bir belge varsa gönderilmesini isteyen mahkeme, Kutlu Savaş'ın hazırladığı Susurluk raporu ve liderler zirvesine sunulan 17 Aralık 1996 tarihli MİT raporunun istenmesini de hükme bağladı.


Avukatın açıklamaları eleştiri sınırı içinde


Avukat Vural Ergül'ün dün ve önceki günkü oturumlarda yaptığı açıklamaların ağır eleştiri olsa da savunma sınırları içinde kabul edildiği belirtilerek, mahkemece suç duyurusunda bulunulmasına yer olmadığına karar verildi. Fikret Emek'in avukatının müvekkili yönünden dosyanın Eskişehir'e gönderilmesi isteği de reddedildi. Dava 4 Aralık Perşembe gününe ertelendi.
 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler