Küçük dev kadının hikâyesi
Sibel Öz, “Oyuncu - Yeşilçam Yıldız Sisteminde Bir Anti-Yıldız: Adile Naşit”te, usta sanatçının sinemamızdaki doldurulamaz yeri, kalıplaşmış yargılara ilişkin ezber bozan yükseliş ve yıldızlık süreci ailesinin ve kendisinin hikâyesi dönemsel bağlamları da göz önünde tutarak merceğe alıyor.
Geleneği bozmayacak ve Adile (Adela) Naşit nam-ı diğer Adile Teyze ile ilgili pek çok yazının girişine benzer bir girişle ama Cumhuriyet Gazetemiz’deki arkadaşlarımızın isimlerinden bir seçme yaparak başlayacağım yazıya... Aykut, Özgür, Münevver, Elif, Alper, Ozan, Hilal, Hakan, Gamze, Özge, Öznur, İpek, Ali, Bahadır, İlknur, Sibel, Hazal, Kayhan, Mehmet, Emine, Figen, Ayça, Sami... Uykudan Önce’de, kuzucuklarına bu isimlerle de seslenmedi mi Adile Teyze! Malum, bir kuşak televizyonların başına az kilitlenmedi ve isimlerinin okunmasını, Adile Teyze’nin onlara seslenip, ekrandan onlarla konuşmasını pür dikkat az beklemedi.
Bir gün kardeşim Özge ile benim adım da hem de peş peşe okunanlar arasındaydı. Sevincimizi tahmin edin! Üç boyutlu bir dünyanın içine girmiş, Adile Teyze’nin gerçekten bizimle konuştuğunu zannederek nasıl da mutlu olmuştuk.
Üstüne çok kısa bir süre sonra da annemiz bizi, aile büyüğümüz Hasan Zengin’in Kocamustafapaşa’daki Çevre Tiyatrosu’nda Adile Naşit’in de rol aldığı bir oyunun provalarına götürmüş, o provalarda Adile Teyze’yle birlikte Ayşen Gruda’yla da tanışmıştık. Tekrar ediyorum; sevincimizi tahmin edin!
Özge koşup kucağına pat diye oturmuş, ben ise sahne kenarından biraz çekinerek kıyın kıyın yanlarına gitmiştim. Adile Naşit, Özge’nin kızıl saçlarına övgüler yağdırmış, benim buklelerimi parmaklarına sarmış, bizi öpüp koklamıştı.
Ayşen Gruda tarafından sepetlendik!
Tam bir trans halindeydik. Kahramanımız Adile Teyze’nin bu kadar yakınında olduğumuza inanamıyorduk. Ve elbette yanından hiç ayrılmak istemiyorduk. Biraz da uzatmış olmalıyız ki sonunda Ayşen Gruda - ne mutlu ki yıllar sonra onunla saatler süren bir söyleşi yapma olanağım da oldu - yarı otoriter bir sesle, “Hadi bakalım çocuklar, bizim işimiz var. Sonra yine gelirsiniz” deyip bizi sepetlemişti. Gözümüz arkada kalarak gitmiştik!
Bu nedenle o gün bugündür Adile Naşit’i herkesten biraz daha fazla sevdiğimizi iddia ederiz yetmedi üzerinde daha bir hak iddia ederiz! Yıllar boyu onun oyunları, filmleriyle büyüyen, sıcaklığını içselleştiren ve onu kaybettiği gün acıların en büyüğünü yaşayan çocuklar olarak bu yazıyı yazmak boynumun borcuydu diye düşünmem en çok da bundandır.
Sibel Öz’ün kaleminden anti-yıldız Adile!
Yazıyı yazmama vesile olan, Sibel Öz’ün kısa süre önce kaleme aldığı “Oyuncu - Yeşilçam Yıldız Sisteminde Bir Anti-Yıldız: Adile Naşit”i (İletişim Yayınları) mutlaka okumanızı tavsiye ederim öncelikle. Başlığından anlaşılacağı üzere Adile Naşit’in sinemamızdaki doldurulamaz yeri, kalıplaşmış yargılara ilişkin ezber bozan yükseliş ve yıldızlık süreci merceğe alınıyor. Hem de ta babası, tiyatronun efsane isimlerinden, tuluatçı “Komik-i Şehir” Naşit Bey’in yaşamından başlayarak...
Sibel Öz kitabında, dış görünüşüyle klasik “yıldız” standartlarına taban tabana zıt sayılsa da oyunculuğuyla, sahneye/rollere hakimiyetiyle, duruşuyla yıldızlaşmış bir efsane olan Adile Naşit’in ailesinin ve kendisinin hikâyesini dönemsel bağlamları da göz önünde tutularak inceliyor.
’Çarpık bacaklı, bücür boylu’ diyenlere inat başardı
Yanı sıra Yeşilçam sinemasına ve yıldız sistemine de şu kavramsal çerçevede eleştirel bir gözle bakıyor: Kurgusal bir ürün olarak “yıldız” inşa sürecinin işleyişi ve toplumsal cinsiyet rolleri açısından yıldız, Yeşilçam’ın temel özellikleri ve kimliği, kadın yıldızlar, Ertem Eğilmez ve Arzu Film ekolu¨, “Hababam Sınıfı”...
Hiç başrol oynamasa da fiziği ve 1.54’lük boyuyla yıldız sisteminin dışında bir “anti-yıldız” olan; “çarpık bacakların ve bücür boyunla asla başarılı olamazsın” denilse de milyonların kalbine yerleşen küçük dev kadın Adile Naşit’e saygı duruşu niteliğinde bir kitap, “Oyuncu - Yeşilçam Yıldız Sisteminde Bir Anti Yıldız: Adile Naşit”.
Tüm metin boyunca dönemler arası sosyopolitik ülke gerçekleri derinlemesine irdelenerek Adile Naşit’in kariyeriyle kesişen noktalarla bütünleniyor. Sadece Adile Naşit’in yaşamı değil onu var eden koşullar da zincirleme sunuluyor.
Maaile has sanatçı!
Biz ise bu yazıda bu dolu dolu yaşamı bir yazıya sığdırmak mümkün olmasa da, “anti-yıldız” Adile Naşit’in yaşam öyküsüne ilişkin temel bilgilerle ilerlemeye çalışacağız.
Aile boyu en hasından sanatçı Adile Naşit’in babası bilindiği üzere “Komik-i Şehir” Naşit Bey’di. Annesi kantocu Amelya Hanım, büyükannesi kantocu “Küçük Verjin”, dedesi kemani Yorgi Efendi, dayıları tuluatçı-düettocu Niko ve kemani Andre, kardeşi yine usta sanatçı Selim Naşit Özcan’dı...
17 Haziran 1930 tarihinde İstanbul’da hayata gözlerini açar. Abisi usta oyuncu Selim Naşit ile Şehzadebaşı’ndaki Millet Tiyatrosu’nun üst katındaki evleri ile kulis arasında sahnenin tozunu yutarak büyür. Çocukluk oyunlarında yaptıkları canlandırmalarda bile küçük Adile, Shakespeare’in “Hamlet”inde Ophelia karakterine hayat veriyordur. Selim ve Adile, Cumhuriyet’in onuncu yıl kutlamalarında da ilk temsillerine abi kardeş olarak çıkarlar.
Konfeksiyon işçiliğinden tiyatroya…
Babası öldükten sonra öğrenimini bırakan genç Adile, bir süre konfeksiyon atölyelerinde çalışarak ailesine destek olur. Abisi Selim de Dolapdere’de bir kaportacının yanına çırak olarak girer. Anneleri Amelya Hanım ise meze yapıp meyhanelere satar. İki kardeşin akılları fikirleri ise iş çıkışında kapısını aşındırdıkları tiyatrodadır.
Adile Naşit, baba dostu Necdet Mahfi Ayral sayesinde 1944’te, 14 yaşında İstanbul Şehir Tiyatroları- Çocuk Tiyatrosu’na girer. Halide Pişkin’in grubunda “Her Şeyden Biraz” oyunu ile İstanbul turnesine çıkar.
O dönem şehir tiyatrolarının gelecek vaat etmediğini düşünen anneleri Amelya Hanım bir gün çocuklarını baba dostu Muammer Karaca’ya götürür ve “Bu çocuklar tiyatro diyor, başka bir şey demiyor. Ne olur yanınıza alın” der. Muammer Karaca kadim dostunun iki evladını da tiyatrosuna alır.
Gençken yaşlı kadınları oynadı
Genç Adile, 1944’te figüran olarak rol aldığı bir gösteride anneyi canlandıran oyuncu hastalanınca henüz 14 yaşında, makyajla yaşlandırılıp anne rolünde çıkar sahneye. Sonuç harikadır. “Fuar Yıldızı” oyununda da canlandırdığı “Düttürü Leyla” tiplemesiyle de başta dönemin yıldızlarından Şevkiye May olmak üzere herkesten övgüler alır.
Hatta Şevkiye May, kendisinden bir gün kuliste sarf ettiği “Ben senin ablan sayılırım Adileciğim. Sana bir nasihat. Bu çarpık bacakların ve bücür boyunla tiyatroda asla başarılı olamazsın. Yol yakınken dön” sözleri için özür de diler.
Gencecik yaşında yaşlı kadın rolleri oynamaya ara ara devam eder Adile Naşit. “Masif İskemle” adlı oyunda Gülriz Sururi’nin 65 yaşındaki annesini yine büyük başarıyla canlandırdığında 25 yaşındadır. Oyunu izleyen Anadolu Film’in sahibinin dikkatini çeker. Görüşmeye çağrılır. Görüşmeye gittiğinde kapıyı Hüseyin Peyda açar ve sonrası şöyle gelişir: Peyda: “Kimi aradınız?”. Naşit: “Film için gelmiştim, beni çağırtmışsınız”. Peyda: “Bir yanlışlık olacak biz oyundaki 65 yaşındaki kadını çağırmıştık!”.
Genç Adile, 1948-1951 arasında komedyen Aziz Basmacı ve Vahi Öz ile birlikte kurdukları toplulukta çalışır. İki kez evlenir; ilk eşi, oğlu Ahmet’in de babası olan Ziya Keskiner’dir. Keskiner’in ölümünden sonra Cemal İnce ile evlenir. 1954’te döndüğü Muammer Karaca tiyatrosunda 1960’a kadar çalışır. 1961’de ilk eşi Ziya Keskiner ve ağabeyi Selim Naşit Özcan ile kurdukları Naşit Tiyatrosu ekonomik gerekçelerle uzun ömürlü olamaz.
Hasta oğlu için sanat ve basın dünyası seferber oldu
Bu dönem Adile Naşit’in içini asıl yakan ise oğlu Ahmet’in bozulan sağlığıdır. 1952 doğumlu oğlu Ahmet Naşit’in kalbi doğuştan delikti ve iyileşmesi için Amerika’da ameliyat olması gerekiyordu. O günün parasıyla 100 bin liraya ihtiyaçları vardı. Tiyatrocu çiftin tek başlarına bu parayı bulmaları mümkün değildi.
Sanatçı arkadaşları yetişti, İstanbul Tiyatroları 20 bin lira tutan bir gecelik gelirlerini bağışladı. Sonra bir “Gece Yarısı Tiyatrosu” yapıldı. Dönemin gazeteleri kampanyalar başlattı. Ve ameliyat için gereken para denkleştirildi.
Acı haberi turnede aldı
Adile Naşit, oğluyla gidecek paraları olmadığı için Türkiye’de kaldı. Tam bu dönemde bu üzüntünün üstüne annesini kaybetti. Ahmet’in ameliyatı Amerika’da yapıldı ve başarılı geçtiği sanılırken 16 Haziran 1966’da komaya giren Ahmet bir daha uyanamadı.
Oğlunun öldüğü gün Gazanfer Özcan-Gönül Ülkü Tiyatrosu’yla İzmir’de turnede olan Adile Naşit, elim habere rağmen sahneye çıktı. Oğlunu kaybettiği gün, kendisinin de doğum günüydü. Bir daha asla doğum günü kutlamayacaktı. O gün oğlunun cenazesine gelmek için bindiği uçağa da bir daha hiç binmedi.
Uykudan Önce’yi Ahmet’inin ismiyle başlattı
Kendini tiyatroya, sinemaya ve çocuklara adadı. Seslendiği çocukların isimlerini sayarak başladığı Uykudan Önce’nin 1981’deki ilk bölümüne kaybettiği oğlu Ahmet’in ismini anarak başladı. Sayısız filmde anneyi oynadı. Acısını tarif etmeye kelimeler kifayetsizdi ama şöyle demişti:
“Biz ana, baba, çocuk değildik. Üç tane dosttuk. Güzel bir arkadaştık. Ölümüne hazırlamıştık biraz kendimizi. Açık kalp ameliyatıydı geçirdiği. Ve yaşayamadı. Ondan sonraki beş sene benim için inanılmaz acılarla dolu. Elbette Ziya Bey için de.
İşte sonra kuş, köpek, bebek böyle oyuncaklara tutkun olduk. Balıklar yaşadı, köpek kör oldu, çiçekler büyüdü böyle gidiyor yaşamın geri kalan kısmı.
Sahne korkunç bir oyalanma oldu benim için. Ama, korkularım, ürkekliklerim gün geçtikçe daha da bir arttı. Özlemler değişti. Yaşamdaki amaçlar bir başka türlü oldu galiba. Yine de sevinecek, mutlu olacak şeyler bulabiliyor insan her türlü acıya rağmen.”
Yeğeni Necip Naşit Özcan’ın anlattığına göre insanları mutlu etmeye, güldürmeye devam etse de bir daha asla aynı olamayacaktı Adile Naşit: “Sakin, dışa dönük gibi gözükse de aslında içine kapanık biriydi. Girdiği her ortamı neşelendiren, esprileriyle kahkahaya boğan bu kadın, 15 yaşındaki oğlunu kaybettikten sonra hep mutsuz yaşadı. Ve bu sıkıntısı onu ölüme kadar götürdü.”
Tarık Akan için tüm ekip matbaaya çalıştı!
Bu arada o zamanların sanat ve sanatçı dayanışmasının yıllar sonra bir başka açık örneğini de Adile Naşit’in 1985’te verdiği bir röportajda dile getirdiği bir anısından aktaralım:
“Bizim Aile filminin çekimlerinde idik. Halit Akçatepe ile Münir Özkul, aralarında konuşup gülüşüyorlardı. Tarık Akan da, oturmuş bir köşeye dalıp dalıp gidiyordu, yanına gittim, çok samimi değildik, çorba içme saatiydi, çorba içtik ve ‘Hayırdır‘ dedim, zor da olsa anlatmaya başladı:
‘Mühendislik fakültesindeyken, okula yakın bir yerde bir matbaacı arkadaşım vardı. Cebinden kitaplar basar, insanlar okusun diye uğraşırdı. Bugün gelirken ona rastladım, İşleri bozulmuş, kapatmak zorunda kalacakmış dükkânı’ dedi.
Çekimler iyi gidiyordu, Münir’in yanına gittim, Durumu anlattım, Yevmiye usulü çalışıyorduk, ne yapacağımızı da çok bilmediğimiz için bekledik. Belki elimizden bir şey gelirdi. Münir bunu epey dert edindi.
Hani o can alıcı sahne var ya; Münir’in o güzel tiradı. Saim Bey’in kapısından içeri girer, ‘sen değil, ben büyüğüm ben’ diye noktalar. İşte o sahnede, herkesin eli ayağı buz kesti. Yarım saat bir sessizlik oldu... Gün bitti, yevmiyeler dağıtıldı. O gün ne olduysa, hepimiz 3’er yevmiye aldık. Münir 10 yevmiye almıştı.
Herkes aldıklarını bir araya getirdi topladık ve Tarık Akan’a uzattık. Kabul etmedi. Zorla kabul ettirdik, beraber gidip matbaadaki işler düzelene kadar, her gün biraz daha destek olduk. Bugün, Tarık’ın vesilesi ile o matbaa halen çalışıyor ve geçtiğimiz gün, 20 bin adet kitap basıp, tüm ülkedeki okul kütüphanelerine yolladı.”
Bu anıyı ilk kez duyanlar için özellikle belirtelim; söz konusu kitabın adı Mustafa Kemal Atatürk’ün “Nutuk”udur.
Sinemada 1970’li yıllarda devleşti!
Adile Naşit’in tiyatro ve sinema kariyerinin olgunlaşma dönemine dönersek; 1963’ten 1975’e kadar Gazanfer Özcan-Gönül Ülkü Tiyatrosu’nda çalışan sanatçı yanı sıra Hisseli Harikalar Kumpanyası, Neşe-i Muhabbet, Şen Sazın Bülbülleri gibi klasikleşmiş müzikallerde unutulmaz rollere imza atar.
1947’de “Yara” filmiyle adım attığı sinema kariyerine ise 1950’de Ömer Lütfü Akad’ın yönettiği, Halide Pişkin, “Şoför Nebahat” olarak tanınan Sezer Sezin, Renan Fosforoğlu, Hulusi Kentmen gibi önemli isimlerle oynadığı “Lüküs Hayat” filmiyle devam eder.
Sinemada ismini gerçek anlamda duyurması ise filmlerde yoğun olarak rol aldığı 1970’li yıllarda Münir Özkul, Tarık Akan, Kemal Sunal, Kartal Tibet, Ertem Eğilmez gibi isimlerle çalışmaya başladıktan sonra olur. 1974 ve 1975’te “Salak Milyoner”, “Mavi Boncuk”, “Ah Nerede”, “Şaşkın Damat”, “Delisin”, “Bizim Aile”deki rollerinin yanı sıra özellikle Rıfat Ilgaz’ın ölümsüz eseri “Hababam Sınıfı”ndaki “Hafize Ana” rolüyle ise artık hafızalardaki yerini sağlamlaştırır.
Herkesin annesiydi. Kuzucuklarına sığındı
Başrolde oynamadığı hatta filmin afişinde isminin dahi yer almadığı, “İşte Hayat” (1976) filmindeki rolüyle Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alır. 1978’de Uluslararası Sanat Gösterileri’nin tiyatro ve müzikallerinde rol alır.
Ertem Eğilmez ve Kartal Tibet’in çektiği aile filmlerinde oynamaya devam eder Adile Naşit. Özellikle isimlerinin özdeşleştiği Münir Özkul ile oynadığı filmlerdeki anne rolleriyle yüreklere taht kurar. Canlandırdığı anne karakterleri nedeniyle 1985’te Yılın Annesi seçilir.
Kaybettiği oğlu Ahmet’inin acısını, hasretini “kuzucuklarım” dediği ülkenin tüm çocuklarıyla kurduğu sıcacık muhabbetle dindirmeye çalışır, onlara sığınır. Her fırsatta Darülaceze’deki çocukları ziyarete gider. 1979’da kurulan, Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı’nın kurucuları arasında yer alır.
1981’de TRT’de, her gece açılışını çocuklara isimlerini sayarak yaptığı ve masallar anlattığı, unutulmaz Uykudan Önce ile artık herkesin Adile Teyze’sidir. 1983’de “Adile Teyze” isimli bir filmde de rol alır. Bir nesil onun masallarıyla büyür.
Bir gün öyle bir mektup aldı ki…
Sayısız mektup alır çocuklardan, hepsini tek tek okur. Bir gün bir çocuk adı hiç okunmadığı için gizlice bir mektup yollar. Annesinin onu sürekli dövdüğünü, babasının olmadığını yazar. “Sen benim adımı söylersen, tek mutluluğum bu olacak” der. Adile Naşit iki hafta boyunca onun adını okur. Çocuğa onu ne kadar çok sevdiğini anlatan bir teselli mektubu, annesine ise bir nasihat mektubu yazıp gönderir.
1982’de ölüm Adile Naşit’in kapısını bir kez daha sahnedeyken çalar. Eşi Ziya Keskiner kalp krizi geçirerek hayatını kaybeder fakat Adile Naşit’in ne olursa olsun oyuna devam edeceğini bilen dostları oyun bitimine kadar acı haberi iletmez.
Hafize, Nezaket, Saadet güldü, Adile ise ağladı!
“Hababam Sınıfı”nın elinde okul zili koridorlarda koşturan Hafize Ana’sı, “Gülen Gözler”in Nezaket’i, “Neşeli Günler”in inatçı turşucu annesi Saadet’i, “Süt Kardeşler”in Melek’i, “Aile Şerefi”nin Emine’si, “Tosun Paşa”nın Tellioğlu Adile’si, “Bizim Aile”nin Melek’i, “İşte Hayat”ın Makbule’si, “Kibar Feyzo”nun Sakine’si, “Gırgıriye”nin Zekiye’si ve Uykudan Önce’nin masalcı teyzesini daha çok şen kahkahasıyla hatırlasak da yaşadığı tüm bu acılar nedeniyle aslında gülmekten çok ağlamıştır Adile Naşit.
Ve Adoş hastalanır!
Çocukluğundan itibaren bünyesi zayıf olduğu için hastalıklarla mücadele eden Adile Naşit’in hassas bedeni son yıllarında ise artık iyice yorulmuştur. Son filmi “Annem-Bırakmam Seni”nin çekimleri sırasında rahatsızlanır. Bağırsak kanseri teşhisi konulmuştur. Kanserle mücadele ettiği dönemde de Münir Özkul, Gazanfer Özcan, Gönül Ülkü, özellikle kendisine “Adoş” diye hitap eden çok sevdiği kızları Müjde Ar ve adına hatıra ormanı kuran Sezen Aksu gibi sayısız dostu yanından bir ân olsun ayrılmaz.
Hep mutlu etmeye çalıştı
Takvimler 11 Aralık 1987’yi gösterdiğinde TRT’nin ertesi gün yayımlanacak olan “Bir Cumartesi Gecesi” adlı programının çekimleri için Adile Naşit’in de rol aldığı Gazanfer Özcan ve Gönül Ülkü’nün dönemin ünlü televizyon dizisi “Kuruntu Ailesi”nin dizi setinde bir röportaj planlanmıştır. Kameralar Gazanfer Özcan’a çevrildiğinde sanatçı sevgili dostu Adile Naşit’in ölüm haberini gözyaşlarıyla yaşlı bir şekilde Türk halkına şu sözlerle verir:
“Adile Hanım, doğduğu günden vefatına kadar şanssız bir insandı. Hep güldürdü, kendi gülmedi, hiç gülmedi, gülüyor gibi gözüktü; tabii ki zaman zaman tebessüm etti ama o bilindiği gibi her dakika kahkahalar atan, neşe içinde mutlu bir insan değildi. Sadece çevresindekileri mutlu görmeye, onları mutlu etmeye çalışan bir insandı.”
Son filminin son repliği gerçek oldu
11 Aralık 1987’de, 57 yaşında yaşama veda eden Adile Naşit, ardında sayısız efsane oyun, müzikal, film ve masalları ile büyüttüğü ‘Kuzucuklar’ını bıraktı. Öldüğünde babasıyla aynı yaştaydı. İstanbul Karacaahmet mezarlığında ilk eşi Ziya Keskiner ve oğulları Ahmet’inin yanına gömüldü.
Son filmi “Annem / Bırakmam Seni”nin son repliği birebir gerçek oldu: “Sevenlerim beni hep gülerek ve neşeyle hatırlasın...” Öyle de hatırlandı/hatırlanacak. Kocaman yüreğini hele ki şen kahkahasını unutmak ne mümkündü!
Anısına saygıyla...
Ses Dergisi’nde 1980’de yayınlanan röportajından…
“Evde ekmek olmazdı komşuya giderdim. ‘Çocuk köfte istiyor biraz bayat ekmek varsa alabilir miyim’ diye. Halbuki evde yiyeceğimiz bir lokma ekmeğimiz olmazdı.”
“Eskiden yemekleri ben yapardım. Şimdi kocam yapıyor. Mutfağa girmiyorum bile. Bir tek çamaşırları yıkamak kalıyor, onu da ben yapıyorum artık yüzsüzlük olmasın diye. Diğer işler ise, ortaklaşa düşe kalka gidiyor.”
“Galiba ilk kez kocama, gerçekten âşık oldum. Senelerdir beraberlik yürüdüğüne göre, aşk sonradan sevgiye ve dostluk haline dönüştü. Kocam benden yirmi yaş büyüktür ve hep beni kollamış korumuştur bugüne dek. Aşık olmak duygusuna gelince, kötü bir şey aşk. Hüsranı, gözyaşı bol bir iş. Duyguların tümü pır pır ediyor ya insanın içinde, ya sonrası ne oluyor? Hüsrana uğramayı sevmiyorum.”
“Ağlamaya bayılırım. Öylesine çabuk boşalır ki gözümden yaşlar, ben bile şaşırıyorum. Galiba yaşantımın içinde tüm olayları bütün yoğunluğuyla yaşadığım için böyle. Bir olay bir başkasını anımsatıyor ve bir zincir halinde yürüyüp gidiyor kafamın içinde olaylar. Örneğin filmlerde hiç zorluk çekmem ağlama konusunda. Kafamın bir köşesine sıkışmış, atamadığım, söyleyemediğim olayları anımsar ağlayıveririm.”
“Kadınlık çok önemi benim için. Hanımlığı, sevecenliği olmalı kadının. Evini sevmeli. işi varsa işini sevmeli ve ilişkilerini güzel tutmalı kocasıyla, dostlarıyla. İşte bütün bunları bilebilen bir kadın, bence kadınsı ve hanımlığı yapabilen bir kadın oluyor.”
“Çok güzel bir kadın olmak isterdim. Hiçbir zaman kendimden memnun olmamışımdır. Giydiklerimin bana yakışmadığını düşünürüm. Makyaj yaparım, örneğin bir filmin galasına gitmek için, ‘Aman ne olmuşsun böyle’ desinler, gözlerim dolar koşar banyoya yıkarım suratımı. Giydiklerimi hiç yakıştırmam kendime. Her zamankinden biraz daha şık giyinsem ‘Aman ne güzel olmuşsunuz Adile abla…’ desinler mahvolurum. ’İşte bana acıyorlar, onun için iltifat ediyorlar.’ diye. Son zamanlarda denize giremez oldum. Dehşetli utanıyorum.”
“Batıl inançların hemen hepsine inanırım.”
“Kızgınlığımı açık açık belli etmiyorum. Ama, kırılıyorum. Örneğin, tiyatroda akşama kadar elleri donarak yerleri süpüren çocuğa "Haydi git de bana bir paket sigara al" deyiverenlere sinirlenmemek olası değil. Yüreğimin içinden bir şey cızlayıveriyor o zaman. Belki ağlıyorum, görmemezliğe geliyorum falan…”
“Ölmek en büyük korkum. Aklıma getirdiğim an her tarafım titriyor.” (Babaları Naşit Özcan, 1938 yılının 10 Kasım’ında, çocuklarının karşısına ilk defa gözleri yaşlı çıkar ve Atatürk’ün öldüğünü söyler. Adile daha 8 yaşındadır. O anı ömrünce unutmaz. Ölümden hep çok korkması ta o günlere dayanır.)
Ünlü replikleri
“Turşu limonla olmaz, sirkeyle olur”... Sirkeeee! (1978 / Münir Özkul ile başrolü paylaştığı Neşeli Günler filminde canlandırdığı Saadet Hanım’ın, Münir Özkul’un canlandırdığı kocası Kazım Efendi’nin “Turşunun iyisi limonla olur, limonlaaaa” iddiasına karşı yanıtı)
“Gittiiiiiiiiii gitti gitti gitti” (1977 / Şabanoğlu Şaban filminde canlandırdığı, elmasını kaybeden Adile’nin çığlığı)
“Bırak o karıyı oğul. O parayla öküz alırız. Öküz!” (Kibar Feyzo’da canlandırdığı Sakine kadının evlenmek isteyen ve başlık parası için öküzlerini satmak isteyen oğlunu (Kemal Sunal’ın canlandırdığı Feyzo) ikna çabaları sırasında ısrarla sarf ettiği sözler)
“Aman İsmet... Babanı tanımazmış gibi konuşma. O istediği kadar evet desin. Biz ne yapar ne eder istediğimizi yaptırırız. Sen annenin gözüne baksana!.. (Gülen Gözler’in annesi Nezaket’in babasını onayladığı adamla evlenmek istemeyen kızına sözleri...)
“Kuzucuklarım hadi uyuyun... Uyuyun da büyüyün.” (Uykudan Önce’nin kapanış sözleri...)
Dostlarının anılarındaki Adoş!
Münir Özkul: “Fuar serüvenimiz... Kabak daha çok onun başına patladı ama benim yüzümden oldu.
Bir araya evlenmeye karar verdim ben. Hiç de param yoktu. Bizim her şeyimiz, Marko Paşamız, babamız Ertem Eğilmez’e gittim. “Evlenmek istiyorum, evlenmek istiyorum, param yok, bir çare bul” dedim. Hemen buldu.
Dedi ki “Fuar yaklaşıyor, beraber fuarda Adile’yle şov yapın, para kazanırsın”. Sadık Gündüz bir şeyler yazdı, biz de çıktık sahneye Adile’yle. Koşuşuyoruz oradan oraya, on beş dakika... Bir işaretler falan yapıyorlar bize. Biz de iyi bir şey oluyor zannediyoruz. Elleri kollarıyla böyle böyle işaretler yapıyorlar yine. Meğer çok uzatmışız, kırk dakika falan olmuş. Halbuki bize kesin diyorlarmış.”
Ayşen Gruda: “Adile Abla’yla birlikte altlı üstlü oturuyorduk. Tesadüf oldu, onun alt katı boştu, ben gittim, tuttum. Çok şeker, çok tatlı bir kadındı. Çok iyi bir aktristti. Çok disiplinli bir insandı. Arkadaş olarak çok iyiydi. Çok neşeliydi. Çok hüzünlüydü. Adile Naşit benim her şeyimdi.”
Halit Akçatepe; “Sevgili Adile ablayla beni ana oğul bilirlerdi. Çünkü biz o kadar çok filmde ana oğul oynadık ki... Gerçekten de annem kadar sevdiğim bir insandı. Ve Adile ablaya çok şakalar yaptık biz. Ama hepsini kaldırıyordu. O da bize şaka yapardı.
Bir gün arabadayız. Arabayı Kartal Tibet kullanıyor. Arabada Adile abla, Tarık Akan ve ben varım. Kartal’ın arabasının direksiyonunun ortasında bir kapak var ve arada bir çıkar o kapak. Arabada giderken biz Adile ablaya şakalar yapmaya başladık. Kartal arabada eyvah sağa gittik, eyvah sola gittik, çarptık bilmem ne yaptık, tam öndeki arabanın önüne geliyor birdenbire fren yapıyor falan..
Adile abla yapmayın çocuklar, Allah rızası için yapmayın derken Kartal direksiyonun ortasındaki o kapağı çıkarttı Adile ablanın üzerine attı ve “Eyvah direksiyon da çıktı” dedi. Adile abla pencereyi açtı, “İmdat, kaçırıyorlar... Kadın kaçırıyorlar” diye bağırdı. Polisler bizi durdurdu kadın kaçırıyorlar diye. Sonra arabadaki kadroyu görünce kaçırırlarsa kaçırsın dediler ne yapalım!
Adile Abla’ya sette hep şaka yapardık. Biz Adile Abla’ya neler yaptık. Tarık, ben, Kemal, ama o hepsini gülerek karşıladı o öyle bir kadındı, güzel bir insandı. Ayrıca çok iyi bir oyuncuydu.”
Müjde Ar: “İstanbul’dan hareket ettikten on dakika sonra evde pişirdiği bir sandık dolusu yiyeceği belirli aralıklar bana ikram etmeye başladı. Zorla, sen acıkmışsındır diye.. On kilometrede bir çörek, köfte, börek, soğan! Yalnız soğanı ben yemiyorum kendisi yiyor ve tüm araba kokuyor! Artık Kapıkule’den sonra yemek vermedi.
Bir müddet sonra acıklı bir yüz takındı. Gözleri dolu dolu... Adoş’um ne oldu dedim. “Ya sorma, ben çok fena oldum, yol boyunca bütün köpekler aç aç bana bakıyor” dedi. Şoförden rica ettik, hemen duralım dedik. Ve Kapıkule’den Fransa’ya kadar bu arada ne kadar restoran varsa hepsine girildi, ekmekler alındı, yemekler alındı. Yalnız bunlar büyük bir özenle lokma lokma, bir köpek ağzı kadar hazırlandı.
Yalnız bir söz aldık, dedik ki; bunların arabanın camından atalım. “Peki” dedi. Fakat mümkün değil... Araba duruyor otobanda... Örtüler var, naylonlar... İniyor, onları yere seriyor ve “Köpekler, köpekler gelin” diye bağırıyor. Arabanın arkasından bakıyorum bir sürü ağır vasıta korna kıyamet arkadan tam parça parça olacakken şoförle ikimiz Adile Ablayı içeri alıyoruz. Böyle Paris’e kadar devam ettik.” (...)
“Kibar Feyzo filminin çekimleri sırası... 1978 yılı, adı geçen Harran köyü 65 derece bir sıcak. 2.5 ay kaldık. Sefaletin dibine vurduk orada. Adile Naşit ile bir öğretmenevi gibi bir yer vardı, öğretmen de yok zaten. Bizi bir odaya aldılar. İki demir yatak ve bira kutuları içinde ayaklarında su vardı. Bunlar ne dedim, ‘Abla bunlar fare için akrep için bildiğin her şey için’ dedi. Rahmetli Adile Naşit de sinekten bile korkardı. Birbirimizi dürtüp ne geldi diye soruyorduk. Filmi böyle bitirdik.”
En Çok Okunan Haberler
- Garipoğlu'nun mezarından kefen çıkmadı
- Son seçim anketinde ayrım 1'in altında!
- Erdoğan’ın ‘İsrail’in hedefi Türkiye’ mesajına tepki
- Hiroşima’ya atom bombası atan pilotun sözleri gündemde!
- ‘Beni Erdoğan görevden’ aldı diyen CHP’li
- 'Nasrallah öldürülmeden birkaç gün önce...'
- Aile hekimlerine 'hasta garantisi'
- Arda Güler hayal kırıklığına uğradı!
- Kalkışa hazırlanan yolcu uçağı alev aldı!
- İmamoğlu'ndan 'ahmak' davası için yeni hamle