‘O kadar memnunum ki memleketin halinden’
Zekeriya tam bir Karadeniz insanı, hem sert hem neşeli; hem inatçı hem de zeki. Bir de eskiden ülkücü şimdilerde AKP’li.
Yeşil... Ama öyle böyle değil. Sanki tüm yeşillerden daha yeşil gibi. Sanki zehir gibi... Sanki insanı içine içine çeker gibi. İçinde sert ama yumuşak iki iklimi birden gizler gibi. Denizi gibi. Ve insanı gibi...
Bir arabanın içindeyiz üç kişi. Biri ben, biri fotoğrafçı arkadaşım Kurtuluş, biri de bizi havaalanında karşılayan Hakan. Yakın bir zamanda ev taşırken tanıştık Hakan’la. Nakliyeci. Bildiğiniz tipik Karadenizli. Yapacağım işten bahsedip, bana memleketinde gidip konuşabileceğim birini önermesini istediğimde bir cümle daha kurmama izin vermeden “Gel sen Ordu’ya. Sonrası kolay” diyen ve benden önce memleketine varıp, bizi havaalanında karşılayan Hakan’ın arabasındayız.
Önce otoban, sonra asfalt, sonra ara yollar ve derken daracık köy yolları. Karadeniz’in yeşili müşfik bir örtü gibi üzerimize serilirken ve önce hafif, sonra hızlı, sonra yine hafif bir yağmur gökten yere bir lütuf gibi inerken, derelerin kenarlarından geçiyoruz, ormanları aşıyoruz, yokuşlar tırmanıyoruz ve nihayetinde Çaybaşı’na bağlı Çandır Mahallesi’ne varıyoruz.
Burası Ordu’ya bağlı bir dağ köyü. 200 haneli. Ama içlerinden anca 20’si dolu artık. Çoğu harabeye dönmüş geleneksel çivisiz ahşap evlerin ve yıkılanların yerine yapılmış beton evlerin çoğu boş. Artık tatilden tatile köye gelen ama illa gelen köylüler, uzun zaman önce şehirlere göçmüşler.
Biz Hakan’ın komşularından Zekeriya Kurt’la buluşmaya gidiyoruz. Zekeriya küçük kardeşi Yunus’un bahçesinde fındık buduyor. Bahçeye vardığımızda bir ağacın tepesinde. Uzaktan el sallıyoruz birbirimize. Neden geldiğimiz umurunda değil Zekeriya’nın. Hakan ona “Ben hafta sonu geleceğim bir de sürpriz yapacağım sana” demiş telefonda, “O da gel ulan” demiş... Hepsi bu. Hakan’ın sürprizi biziz. Bizim sürprizimiz Zekeriya.
Zekeriya Kartal 52 yaşında. Eski bir ülkücü. Şimdilerde Ak Partili. Üç çocuk babası. Çocukların ikisi kız biri oğlan. Büyük kız okumamış evlenmiş. Oğlan okumuş, memur olmuş. Küçük kız üniversitede kariyer yapmaya hazırlanıyor.
Bizi fındık budarken karşılayan Zekeriya ile önce bahçeleri geziyoruz. Elma ağaçlarının altından geçiyoruz. Dere kenarlarında yürüyoruz. Dallardan yabani çilekler topluyoruz. Yumurtadan yeni çıkmış civcivlere ve boyunlarında dev çanlarla dolaşan koyunlara bakıyoruz.
Fındık bahçelerinde hayat
Ve Zekeriya anlatıyor. Fındık nasıl toplanır? Koyun nasıl kırpılır? Odun nasıl ayrılır? Otlar nasıl temizlenir? Ve Tayyip Erdoğan neden sevilir?
Çevreyi gezip dolaştıktan sonra kardeşi Yunus’un evine geçiyoruz. Yunus’un eşi Nurgül çayı çoktan koymuş ocağa. Kaşla göz arasında kek yapmış. Bir de fındıklı börek. Yanında elma pekmezi. Bir de ot kavurmuş güzelce. Eteklerinde üç kız çocuğu, büyükten küçüğe Zeynep, Zehra ve Esra, dünyanın en bereketli sofrasını kurmuş bize.
Sofranın etrafına toplaşıyoruz ve Zekeriya ile biraz kendi hayatını ama en çok Tayyip Erdoğan sevgisini konuşuyoruz.
Zekeriya nüktedan. Zekeriya’nın zihni zehir gibi. Zekeriya’nın ağzı laf yapıyor. Ve hafızası tıkır tıkır işliyor.
Önce okuduğu ilkokulu anlatıyor. Tek sınıflı, tek öğretmenli bir odacık. Okul denen o odacığın ilk öğrencilerinden Zekeriya. Köyde kaç çocuk varsa, yaşa başa bakmadan yazılmışlar okula. O kalabalıkta çarpım tablosunu ilk ezberleyen o olunca, köyün en zeki öğrencisi muamelesi yapılmış ona. O heves babası onu Samsun’a akrabalarının yanına göndermiş, daha düzgün bir okula gitsin diye. Zekeriya orada bocalamış. Tek bir defter ve tek bir kitapla geçen birkaç yıllık zayıf eğitimin üzerine geldiği büyük şehirde başarısız bir öğrenci olunca, apar topar dönmüş köyüne.
Sonrası hep çiftçilik. Hep fındık. Bir de ülkücülük.
Gençliğinde kuvvetli bir ülkücüymüş, şimdilerde “İyi bir AKP’liyim” diyor. Diğer dört kardeşinden üçü gibi. Dördüncüsü bir ara köydeki Dev- Sol’cu öğretmenlere kapılmış, azıcık solculuk yapmış, hapislerde falan yatıp çıkmış ama nihayetinde o da ailedeki herkes gibi AKP’li olmuş.
Erdoğan hayranlığı
Hükümetin tarım politikası hakkında ne düşündüğünü soracak oluyorum...
“Harika” diyor, hiçbir sorun yok.
Peki, geçim zorluğu?
“O da harika, artık kimse fakir değil.
“Peki, ülkede muhaliflerin hep hapse atıldığından, adaletsizliklerden bahsediliyor?
“Yok öyle bir şey” diyor “Varsa da ben duymadım.”
“Peki, seçim sandıklarında hile yapılır mı dersin?”
“Doğuda PKK silah zoruyla bir şeyler yaparsa bilemem, ama başka yerde mümkün değil!”
Zekeriya tartışmasız bir şekilde Tayyip Erdoğan hayranı. Kılıçdaroğlu’na da bir o kadar sinirleniyor. Muharrem İnce’yi aday göstererek rakibini bitirmek için kurnazlık yaptığından emin. Ve seçimi Erdoğan’ın kazanacağından da.
“Ya kaybederse?” diyorum “Olmaz ki öyle bir şey” diyor.
“Ya olursa?” diyorum.
“İmkânsız” diyor.
“Diyelim oldu?” diyorum.
“Olmaz ama diyelim ki oldu...Felaket olur, ülke batar, hepimiz mahvoluruz” diyor.
Odadakiler onun bu inadına kahkahalarla gülüyor.
Çay içiyoruz birer bardak daha. Çocukların başını okşuyoruz. Yağan yağmura bakıyoruz. Fındık kırıyoruz...
Fındık toplamanın zorluklarını konuşuyoruz bu arada. Anlattığına bakılırsa aslında verilen emek alınan kazanca değmiyor. İnsanlar çok düşük bir fiyata aracılara satıyorlar fındığı. Çünkü aracılar köylüye kış boyunca her istediklerinde avans veriyor. Onlara borçlanan köylüler de zamanı geldiğinde ürünü hiç pazarlık yapmadan aracılara satmak zorunda kalıyorlar. Artık aracı ne verirse...
‘Ne zenginiz ne fakir’
Gerçi kooperatifler de var ama sıra onlara pek gelmiyor. Borçlanılarak bağlanılan aracılar en baştan ürünü garantilemiş oluyor.
“Borç aldığınıza göre fakirsiniz” diyorum.
“Yok” diyor “Ne zenginiz, ne fakiriz. Kendimize yetiyoruz.”
“Peki, hiç mi şikâyetiniz yok şu hayattan?”
“Ben köylü olarak yani şimdi kendi ürünümüz fındıktan mı şikâyetçi olayım, kendimden mi, aracıdan mı, baştakilerden mi?..”
Zekeriya sadece muhalefetten şikâyetçi. Muhalefetin Erdoğan’a diktatör demesinden, Gezici’lerden, FETÖ’den şikâyetçi. Yoksa ülkede her şey güllük gülistanlık. “Siyasete hiç bulaştın mı” diye soruyorum.
Bir kere yıllar önce SHP zamanı belediyede encümen olarak görev yapmış, o kadar.
“Siyasetle tek ilgim oy kullanmak” diyor.
Atatürk’e saygı
Anneannesi İnönü’yü hiç sevmezmiş. O da sevmiyor. Anneannesi İnönü döneminde evlerde Kuran okunmasının nasıl yasaklandığını anlatırmış. Müslümanlara çok eziyet edildiğini söylermiş. İnönü’yü ve Cumhuriyet Halk Partisi’ni sevmiyor ancak Atatürk’e saygısı büyük. Onun vatanı kurtardığını düşünüyor “Adam savaşmış, göğsünden kurşun yemiş, ‘Size ölmeyi emrediyorum’ demiş. Büyük adam o. Ondan sonra bozulmuş hem memleket, hem siyaset. Atatürk bugün gelse, bu CHP’nin memlekete yaptıklarını görse, hepsini keser, asar” diyor.
Ve aklı oradan hemen yine Erdoğan’a gidiyor.
“Erdoğan gibisi var mı? Kim dünya beşten büyüktür diye çıkabilir ortaya? Kim İsrail’e kafa tutabilir? Kim Peres’in koluna girip o lafları edebilir? Kim ‘Davos’a daha da gelmem’ demeye kalkabilir? İkinci bir lider daha yok bu dünyada onun gibi!”
Zekeriya eskiden Zaman gazetesi’ne aboneymiş. Ama bakmış gazetenin dili değişiyor, hemen iptal ettirmiş aboneliği. 17-25 Aralıkta olanları da dikkatlice izlemiş. Ve kimin neyi neden yaptığını hemen anlayıp tarafını seçmiş. Ya anlamasaydı? “Oy veren biriysen o kadar aklın olur” diyor. Erdoğan’ın Gülen’le işbirliğine yorumu çok net. Onun, zamanında içeriden yıkmak için Gülen’e yaklaştığını düşünüyor.
Sonra birden aklına geliyor.
“Bak” diyor “Bir de konuşma özgürlüğü yok ülkede diyorlar. Biz burada her şeyi rahatça konuşuyoruz.
“Seni üzmek istemem ama, AKP’li olmayanlar bu kadar rahat konuşamıyorlar” diyorum.
“AKP’den mi, korkuyorlar? Ben hiç rastlamadım. Hem ben iktidarda CHP olsa da böyle rahat konuşurum” diyor.
İktidarda CHP olsa rahat konuşmaktan korkmasının zaten gerekmeyeceğini anlatamıyorum Zekeriya’ya. Çünkü eleştiri nedir, hakaret nedir bu konuda anlaşmamız zor.
“Dua etsin o Kılıçdaroğlu, onu hala atmıyor içeri” diyor.
Atar mı?
“Böyle konuşmaya devam ederse atar.”
E, demek ki konuşmak tehlikeli?
“Yok, hakaret etmek tehlikeli”...
Zekeriya’nın inadına evdekilerle yine gülüyoruz hep birlikte.
Onun dediği dedik, memleketin ahvali de güllük gülistanlık.
***
Öyleyse hadi birer bardak çay daha içelim.
Fındıklı börekten de yiyelim.
Çıkıp dağ çileği toplayalım.
Koyunlara, ağaçlara, yağmura bakalım.
Şimdi gidelim ama sonra mutlaka yine gelelim.
Siyaset netameli ama arkadaşlık süper, aksi gibi memleket de çok güzel. Hadi biz de güzelleşelim.
NASIL AKP’Lİ OLDUM
“Peki, bu bölge hep AKP’ye mi oy verir” diye soruyorum.
“Ben eskiden MHP’ye verirdim. Sonra bir baktım veriyorum veriyorum bir şey olmuyor. Derken seçimi bu kazandı! Erdoğan. Ben bunu dedim, belediye başkanlığından tanıyorum. Hapis falan da yattı, şiir okudu diye. Araştırdım, sağa sola sordum, ‘Ne diyorsunuz bu adama?’ dedim. Kimi kalmaz gider dedi, kimi de sürükler herkesi dedi. Kendi aklım var tabii benim. Baktım öyle kolay kolay gidecek birine benzemiyor. O günden sonra sıkı bir AKP’li oldum ben. Benim gibi birçok insan da MHP’yi bıraktı, AKP’ye oy vermeye başladı.”
“Yine verecekler mi?”
“Kesinlikle! Kemal Kılıçdaroğlu, Muharrem İnce’ye kameraların önünde ‘Gel bakalım’ dediği an kaybetti. Hiç şansı yok”.
<haber-yatay:976327,975481>
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 6 asker şehit olmuştu