Sema Aksoy: Gezi, tek tipleştirmeye direniştir...

14 Temmuz’da 90. yılını kutlayan Ankara Barosu’nda geçen hafta yapılan seçimle başkanlığa Avukat Sema Aksoy getirildi. Ankara Barosu’nun ilk kadın başkanı unvanını kazanan Sema Aksoy, seçimden önce ise Ankara’daki Gezi eylemlerini Baro Başkanvekili olarak yakından izledi...

Sema Aksoy: Gezi, tek tipleştirmeye direniştir...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 21.07.2013 - 09:23

Gezi Parkı Direnişi sırasında en çok baskı altında kalan gruplardan biri adalet çalışanlarıydı. Savcılar görevlerini cadı avı için kullanırken, avukatlar ters kelepçeyle göz altına alındı. İşte tam da böyle bir ortamda, Ankara Barosu ilk kadın başkanını seçti. Sema Aksoy seçilir seçilmez, büyük bir sorun yumağının ortasında buldu kendini, ama o kararlı, vicdandan iyice uzaklaşan adaleti insanların gözünde yeniden güvenilir bir kurum haline getirmek istiyor.

Sema Aksoy, Ankara Barosu’nun tarihinde ilk kadın başkanı. Metin Feyzioğlu’ndan boşalan başkanlık makamına seçildiğinde yöneteceği baroyu da kapsayan Gezi olayları ve yeni anayasa tartışmalarının odağında buldu kendisini. Ankara’da Gezi Direnişi’ni destekleyen eylemlerde gözaltına alınan gençlere avukatlık hizmeti vermesi nedeniyle Ankara Barosu da suçlanan kurumlar arasında. Sema Aksoy, Gezi eylemlerini tek tipleştirme, tek tip hayat yaratma çabasına karşı bunalan insanların patlaması olarak yorumluyor. Aksoy, “Bu bir iletişim sorunudur. Siyasi iktidarın, siyasi muhalefetin, toplumla uzlaşmadığının, toplumla bir iletişim eksikliği olduğunun göstergesidir” diyor.

Ankara’daki Gezi eylemlerini Baro Başkanvekili olarak yakından izledi Aksoy, “Gezi eylemlerini başlatan etken neydi” sorusunu, “İktidarın 10 yıldır tek tipleştirme çalışması, tek tip hayat yaratma çabası insanları bunalttı. Bunların hepsi zaman içinde birikti ve bir patlama meydana getirdi. Artçı depremlerimiz vardı ama bu görülmedi. Görülmediği için en son büyük bir deprem yarattı. Gezi olayları budur. Bu bir iletişim sorunudur” şeklinde yanıtladı.

- Ankara Barosu’nun ilk kadın başkanı oldunuz? Ne hissediyorsunuz?

- 14 Temmuz’da Ankara Barosu’nun 90. yılını kutlayacağız. 90 yıllık tarihinde ilk kadın başkan olmaktan onur duyuyorum. Biz kendimizi kadın ya da erkek avukat diye tanımlamayız. Ama kadın-erkek eşitliğine yakışmayan bir tabloyu gidermiş olduk. İnşallah kadınlar cesaret gösterirler ve bu tür görevlerde yer alırlar. Kadınların her alanda görev alması, toplumsal duyarlılığı, toplumun bütünleşmesini ve şiddet dilinin yok alması açısından önemli.

- Ankara Barosu’ndaki hedefleriniz neler?

- Ankara Barosu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi doğrultusunda mesleğine ve ülkesine duyduğu sorumlulukla çalışan bir barodur. Bizim temel ilkemiz, insan hakları ve hukukun üstünlüğüdür. O yüzden asla ve asla bir grubun veya siyasi görüşün yandaşı veya muhalifi olarak nitenlendirilmeyi kabul etmiyoruz. Biz sadece hukukun üstünlüğü yönünden tarafız. Mesleki sorumluluğun yanında, toplumsal sorumluluğunun bilinci ile sosyal sorumluluk projelerine imza attık. Kadına yönelik şiddetin giderilmesi için Gelincik Projesi’ni başlattık. Bu proje, kadına yönelik şiddetin önlenmesi için en önemli bir projedir. Biz söylemlerden yana değil, sorunların çözümü noktasında hareket etmekten yanayız.

- Neden toplumda şiddet bu kadar arttı?

- Bunun sosyolojik, psikolojik, ekonomik ve siyasi etkenleri var. Biz toplum olarak çok agresifleştik. Birbirimizi anlamayan, dinlemeyen bir toplum haline geldik. Birbirimize sabrımız tükenmiş. Her alanda bu tahammülsüzlüğü görüyorsunuz. Toplumda şiddetin yok edilmesi için topyekûn bir seferberlik ilan edilmesi lazım. Bunu yapacak olan kurum ve kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, ailelerdir.

- Gezi eylemlerinde neden yaşandı?

- Bu doğrudan doğruya insanların yıllardır üzerlerinde hissettiği baskının dışavurumudur. 10 yıldır siyasi iktidarın kendi dışında anlamak istemediği veya dinlemediği bir halk var. Oysa hükümetler, sadece kendilerine oy veren kişilerin değil, bütün toplumun hükümetidir. Sadece kendinize oy vereni mutlu etmek adına bir çalışma sergilerseniz, diğer kesimi küstürürsünüz. Onları anlamaktan vazgeçerseniz onları bu şekilde sokağa dökersiniz.

- Bu iktidar ne yaptı da insanlar sokağa döküldü?

- Bir kere uzun zamandır üniversitelerde baskı var. YÖK’ün üniversitelerinin özerkliğini yok eden uygulamaları var. Bunlar hem öğrencilere hem akademisyenlere yansıdı. ODTÜ ve Hopa olaylarını anımsayalım. Hopa’da insanlar doğasını korumak için sokağa çıktı. Bu insanlara terörist muamelesi yapmak, üzerine gaz bombası atıp birinin ölümüne neden olmak insanların zihnine kazındı. 4+4+4 eğitim sisteminde hiçbir tartışma yapılmadan, sistemin ne olduğu anlatılmadan dayatmacı bir anlayışla getirildi. Kişilerin hayatına böyle müdahale edilmesi aileleri ciddi anlamda etkiledi. Kendi özel hayatlarımıza ilişkin olaylar var. Örneğin parkta oturan sevgili çifte müdahale edildi. Orada içki içemezsiniz veya şu saatten sonra alkol kullanamazsınız uygulamalarını gördük. Kadınların yaşamlarına yine müdahale edildi. Tek tipleştirme çalışması, çabaları; tek tip hayat yaratma çabası insanları bunalttı. İnsanlar ben böyle yaşamak istemiyorum dedi. Kadınlar kaç çocuk yapacağıma ben karar veririm dedi. Bunların hepsi zaman içinde birikti ve bir patlama meydana getirdi. Bu bir iletişim sorunudur. Siyasi iktidarın, siyasi muhalefetin, toplumla uzlaşmadığının toplumla aslında bir iletişim eksikliğinin göstergesidir. Eğer vatandaşlarımız muhalefet aracılığıyla dertlerini iktidara anlatabilseydi, yine bu kadar büyük bir patlama olmazdı.

Birbirimizi dinlemeliyiz


- Bir daha böyle olayların yaşanmaması için ne yapılmalı?

- Siyasi iktidar ve siyasi muhalefet ders çıkarması lazım. Hepimizin ders çıkarması lazım. Biz, birbirimizi dinlemedikçe anlayamayız. Sonuçta olacak olan bu patlamadır. Dış ülkelerde de bu oluyor. Baskılar insanlarda patlamalara neden oluyor. Bunun sonu yok. Onun için iktidara düşen toplumu kucaklamaktır. Bu halk sizin halkınız. Eğer bu gençlik dinlenmiş olsaydı, bazı uygulamalar sivil toplum örgütleri ile tartışılsaydı o zaman toplum buna tepki göstermezdi. Dayatmacı anlayışla gittiğiniz takdirde halkınız ile aranıza nefret duvarı örüyorsunuz. Onun için bu duvarlar kapanmadan, o duvarları kırarak birbirimize geçişleri sağlamamız lazım. Geçişin yolu da diyalog ve demokratikleşmeden geçiyor. İnsanların ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması lazım.

- Eylemlerde tepkinin bir yönü Başbakan Erdoğan’a yönelmişti. Bunun nedeni neydi?

- Doğrudan doğruya Başbakan’ın söylemleri etkili oldu. Maalesef ki sokağa çıkan halk, sayın Başbakan’ın kendilerini anlamadığını düşündü. Başbakan, sokağa çıkanları dinlemek için de bir gayret göstermedi.

- Gezi eylemlerinde bir de polis müdahalesi tartışıldı...

- Ortada bir polis şiddetinin olduğu kesin. Burada orantısız gücün ötesine geçmiş. Hele olayların ilk gününde eline taş almayan, türkülerle şarkılarla kendini ifade etmeye çalışan gençlerimize ciddi anlamda şiddet uygulandı. Ankara’da polisin ilk gün çok büyük bir panik yaşadığını gördük. Eylemcilerin Güvenpark’a yönelmesi poliste Başbakanlık ve TBMM’ye gidecekleri algısı oluşturdu. Bu panikle barışçıl eylem yapan göstericilerin üzerine gaz bombası ve tazyikli su ile müdahale edildi. Bunu yok saymak olmaz. Şiddet uygulayan polisler tespit edilerek soruşturulmalı. Polis teşkilatı aynı avukat gibidir. Biz nasıl cüppemizi giydiğimizde tüm düşüncelerden sıyrırılıyorsak polis de aynı olmalı. Polis bir güven kaynağıdır. Ama vatandaşlarımız polisi aramaktan çekiniyor. Bu nokta bizi öyle bir kötü yere götürür ki halk o zaman bir sorun yaşandığında kendi hakkını kendi aramaya çalışır. Asıl kaos o zaman başlar.

- Ankara Emniyeti’nin olaylara ilişkin hazırladığı fezlekede, Baro’nun da arasında bulunduğu örgütleri, eylemcileri kışkırtmakla suçladı...

- Ankara Barosu olarak vatandaşı cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunmaya teşvikle suçlanıyoruz. Bu suç nerede yazıyor bilmiyorum. Aksine bunu yapmazsak görevimizi yapmıyor oluruz. Çünkü biz hukuki yolları arayan ve vatandaşı da hukuki yollara yönlendirmekle görevli bir meslek örgütüyüz. Bir hukuk camiasını hukuki yola teşvikle suçlamak çok komik bir durum. Sivil toplum örgütlerini de otur evraklarını imzala, ondan sonra görevini bitir diye bir kalıp içinde sokmak demokratik anlayışa aykırıdır. Çok enteresan bir yapı var. Sanki herkes suçlu. Muhalefeti suç örgütü gibi göstermiş.. Toplu bir muhalefet örgütü yaratmış. Bizim bu süreçte üç meslektaşımız ağır şekilde yaralandı. Bir meslektaşımız, olayların arasında kaldı, gözü kör oldu. Bunun bedelini kim ödeyecek? Şimdi bu olaylarla ilgili nasıl sessiz kalabiliriz ki?

Başkanlık sistemi kabul edilemez

- Bu yoğun gündemde yeni anayasa unutuldu? İktidar, yeni anayasada başkanlık sistemi ve yargının tek çatı altında toplanmasını istiyor...

- Demokrasi erkler ayrılığıdır. Erklerin birleştiği noktada demokratik rejim olmaktan çıkıp diktatörlük haline gelecek bir rejim oluşur. Bizim anlayışımız, sistemimiz demokratik parlamenter rejim üzerine kuruludur. O bakımdan kuvvetler ayrılığını mutlaka güçlendirmek ve aradaki bağlantıyı doğru şekilde sağlamak zorundayız. Başkanlık sistemi kabul edilemez.

- Türkiye’nin demokratikleşmesi için yeni anayasada ne olmalı?

- Sorunumuz anayasa değil. Örneğin anayasada, temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasında devlet gerekli tedbirleri alır diyor. Biz, tam tersini yapıyoruz. Temel hak ve özgürlüklerin doğrudan kısıtlandığı, özgürlüklerin istisna olduğu bir ülke haline geldik. Sorun, bu anayasadan mı kaynaklanıyor? Hayır. Bunlar anayasada zaten var. Demek ki uygulamada bir sorun var. Bu uygulamayı değğiştirmemiz lazım.

- Hükümet, İmralı ile çözüm süreci yürütüyor. Buna nasıl bakıyorsunuz?

- Barış sürecinin içinde toplum var mı? Yok. Eğer, toplumu bir bütün olarak sürecin içine katmaz ve yolun ne olduğunu tarif etmezseniz yolun sonu görünmez. Toplum sonunu görmediği bir yola da girmek istemez. O bakımdan burada ciddi bir eksik var. Bu sürecin çözüm noktasına gitmeyeceği maalesef anlaşılmıştır.

- Yargıda durum nedir?

- Yargıda maalesef bir siyasallaşma oldu. Örneğin Danıştay, bu yüzden başkanını seçemiyor. Danıştay Başkanı emekli olurken “Polis savcı, bilirkişiler hâkim oldu” demişti. Aslında bu olayın geldiği noktayı gösteriyor. Eğer yargıyı kendi adınıza kullanmaya kalkarsanız, yarın bir gün o yargı aleyhinize döner.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler