Sinemasever öğrencilerin 'ev'sahibi

Mithat Alam, Boğaziçi Üniversitesi’nde kurduğu, kendi adını taşıyan film merkezinin dününü ve bugününü anlattı.

Sinemasever öğrencilerin 'ev'sahibi
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 31.07.2016 - 19:23

Akademik bir sinema bölümü olmayan Boğaziçi Üniversitesi’nde sinema meraklısı öğrencileri bir araya getirmek ve onlara yol göstermek amacıyla bundan16 yıl önce kurulan Mithat Alam Film Merkezi, zaman içinde sinemanın farklı alanlarındaki çalışmalarıyla, hayata geçirdiği projelerle sinema ortamında kendine saygın bir yer edindi. Kurucusu Mithat Alam, Merkez’in dününü ve bugününü, filmlerin peşinde geçirdiği 60 yılı, geniş film koleksiyonunu, sinema anılarını, en sevdiği yönetmenleri, yine Mithat Alam Film Merkezi bünyesinde çıkan Altyazı Aylık Sinema Dergisi’nden Berke Göl’e anlattı.

- Uzun ve başarılı bir iş hayatının ardından bambaşka bir alana geçerek 2000 yılında Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’ni kurdunuz. Bu keskin dönüş nasıl oldu?

Aşağı yukarı 30 sene süren bir iş hayatım var ama hiçbir zaman iş hayatından keyif almadım. Ellilerime geldiğimde, belirli bir yaşam konforuna eriştiğim, ayrıca bekâr ve çocuksuz olduğum için, hayatta beni mutlu edecek bir şeyin peşinde koşmaya karar verdim. Kendimi bildim bileli beni en çok mutlu eden şey sinema olmuştu.

‘Esas sahibi öğrenciler’

Yavaş yavaş bir film merkezi kurma, bunu da Boğaziçi Üniversitesi’nde yapma fikri oluşmaya başladı. Bugün Boğaziçi Üniversitesi olan Robert Kolej’de ortaokulu, liseyi, üniversiteyi okudum, orada master yaptım. O kampüs benim için çok değerliydi. Bir yandan da bir tür bağış yapma isteğim vardı. Sonuçta sinemadan aldığım zevk, Boğaziçi Üniversitesi kampüsünün bana verdiği şeyler ve bağış yapma fikri bir potada eridi. O zamanki rektör Üstün Ergüder’e, yapacağım bağışla üniversitede bir sinema master programı açılmasını teklif ettim. Rektör bunu istemedi. O noktada, sinema bölümü olmayan üniversitelerdeki film merkezlerini araştırdım ve nihayet 2000’de Mithat Alam Film Merkezi’ni kurduk.

- Merkez’in en önemli özelliği öğrenci odaklı olması.

Üniversiteden ziyade öğrencilere bağlı bir merkez. O zaman bunu rektöre anlatırken “Merkez emirlerini üniversiteden almayacak. Öğrenciler belirleyecek merkezin neler yapacağını” demiştim. Nitekim öyle de yaptık. Birçok projemiz, öğrencilerin tavsiye ettiği projelerdir. Türkiye sinemasında meslek hayatının sonuna gelmiş yönetmenlerle, oyuncularla, senaristlerle, görüntü yönetmenleriyle, set işçileriyle yapılan sözlü tarih çalışmalarından oluşan ve çok önem verdiğim Görsel Hafıza Projesi örneğin, tamamen öğrencilerin isteğiyle hayata geçirildi.

Üniversitede bütün binalar belirli bir vakitte kapanır. Merkez film gösterimleriyle, söyleşilerle akşam 10.00’a kadar aktif. Ama belirli öğrencilerde anahtar vardır ve çoğu zaman 10.00’dan sonra da çalışır. Çünkü Merkez’in esas sahibi öğrencilerdir. Ne güzel ki, geride kalan 16 senede hiçbir rektör işimize karışmadı. Merkez “öğrencilerin Merkez’i” olarak kaldı.

‘Hayatımı değiştirdi’

- Öğrencilerle kurduğunuz samimi ilişkinin de payı büyük...

Farklı dönemlerde öğrencim olan çok yakın 30-40 dostum var bugün. O benim en büyük zenginliğim. Merkez çok kişinin hayatını değiştirdi ama galiba en çok benim hayatımı değiştirdi. Beni gençleştirdi. Yaşıtlarınla konuşurken karşındaki migreninin tuttuğunu söylüyor, sen de bel ağrından bahsediyorsun. Gençlerle öyle değil ve sana müthiş enerji veriyor. Öğrencilerimle büyük aşk yaşıyorum ve bu da benim son 20 senedeki en büyük mutluluğum.

- Mithat Alam Film Merkezi, kurulduğundan bu yana sadece Türkiye’den değil, dünya sinema camiasından da pek çok önemli ismi ağırladı...

Her yıl sonbahar ve ilkbahar dönemlerinde toplam 20’ye yakın söyleşi yapıyoruz. Sinema bölümü olan üniversitelerde bile ulaşılamayan bir sayı bu. İKSV’yle düzenlediğimiz söyleşilerde bugüne kadar Ken Russell’dan Aleksandr Sokurov’a, Park Chanwook’tan Gus Van Sant’a, Claire Denis’den Neil Jordan’a, Amos Gitai’den Costa-Gavras’a sayısız yönetmeni konuk ettik. Türkiye’den ise artık bazı isimleri yeniden çağırmaya başlayacağız çünkü özellikle yönetmenler arasında gelmeyen neredeyse kimse kalmadı.

Konukları belirlerken kapsamı sinemacılarla sınırlı tutmuyoruz. Niye kimse Adalet Ağaoğlu’nu, Selim İleri’yi, Murat Belge’yi, Ahmet Hakan’ı, Murathan Mungan’ı çağırmıyor? Bu eksiği gidermek için başlattığımız “Ayın Konuğu” bölümünde pek çok insanı konuk ettik. Örneğin Hasan Cemal’i de konuk edebiliyoruz ve yeni çıkan Kürtler kitabını konuştuktan sonra “Bu kitap filme çekilseydi nasıl olurdu?” diye bitirebiliyoruz sohbeti.

Öğrencilerin büyük katkısıyla bu söyleşilerin hepsini deşifre ediyoruz, editoryal süzgeçten geçiriyoruz ve sene sonunda söyleşiler kitabı olarak basıyoruz. 2001’den bu yana her yıl çıkan kitaplarımızda Türkiye sinemasının belli başlı yönetmen, senarist, oyuncularıyla yapılmış kapsamlı söyleşiler var. Bu kitapları sinema bölümü olan üniversitelere ve film endüstrisine dağıtıyoruz. Görsel Hafıza Projesi’ndeki söyleşi videolarını bir araya getiren DVD’ler gibi bunların da sinemamız adına kalıcı kaynaklar olacağını umuyorum.

En zor konuk Cem Yılmaz’dı

- Bu konukların sizde bıraktığı pek çok unutulmaz anı da var muhakkak...

Ben bazı söyleşilerde moderatörlüğü de üstleniyorum. Bazen çok keyif alacağımı düşündüğüm için, bazen de o söyleşinin zor geçebileceğini tahmin ettiğimden... Örneğin özellikle istediğim söyleşilerden biri, kendisine olan özel sempatimden dolayı, Emel Sayın söyleşisiydi. Hatta söyleşinin sonunda “Emel Hanım bizi kırmayın” diyerek orada sırf mikrofonla iki tane şarkı söyletmiştim. Bir diğeri Haldun Dormen. Dormen bana tiyatroyu sevdiren kişidir; çok ufakken Dormen Tiyatrosu’na gittiğimi ve çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Söyleşide de lafa böyle başladım ama Dormen çok sinirlendi, çok tatlı bir şekilde “yaşımı niye karıştırıyorsun?” diye sitem etti. Zor olanlar da vardı tabii, en zoru da Cem Yılmaz’dı. Cem Yılmaz’ı Merkez’in 61 koltuklu salonuna sığdıramayacağımızı bildiğimiz için söyleşiyi Albert Long Hall’un büyük salonunda yaptık. Neredeyse bin kişi geldi, dışarıda kalanlar kapıları yumrukladı, sonradan içeri alınıp yerlerde oturarak takip ettiler söyleşiyi... Bu arada pek üzerinde durulmuyor ama Cem Yılmaz çok ciddi bir sinefil. Tabii oraya gelen kitlenin bir kısmı Cem Yılmaz’ın onları eğlendirmesini bekliyor. Buster Keaton’dan, Harold Lloyd’dan bahsetmesi –ki kendisi özellikle komedi sinemasına çok hakim– sıkıcı geliyor. Cem Yılmaz aralara herkesi güldürecek birkaç espri atsa da yeterli olmuyor. Soru-cevap kısmında ise çocuklardan biri çıktı, “siz Gezi’de niye sesinizi yükseltmediniz, niye bu konuda tweet atmadınız?” gibi bir soru sordu. Cem Yılmaz da “ben bu konudaki tutumumu illa Twitter’da göstermek durumunda değilim” şeklinde çok aklı başında bir cevap verdi... O söyleşi bizim rekorumuzdur, tam dört saat sürdü. Kendisiyle yapılan dünya kadar söyleşi arasında Cem Yılmaz’ın Türkiye sinemasına, dünya sinemasına, komedi türüne yaklaşımını bu kadar bütünlüklü, ayrıntılı ele alan başka bir söyleşi daha olduğunu zannetmiyorum.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler