Sofra bir paylaşım alanıdır

Nilgün Öneş kitabını, sofralarını, Yavuz Turgul ile nasıl tanıştığını ve daha fazlasını Cumhuriyet Cumartesi'ye anlattı.

Yayınlanma: 11.10.2020 - 02:00
Sofra bir paylaşım alanıdır
Abone Ol google-news

Hanginize sorsak, “Unutamadığınız dizi hangisi” diye, hep onun başının altından çıkmış... ‘İkinci Bahar’, ‘Ihlamurlar Altında’, ‘Hatırlı Sevgili’, ‘Bu Kalp Seni Unutur mu’.... Kitabı ‘Ağlamak Yok’ da diziler kadar etkileyici...

Nilgün Öneş, Yavuz Turgul’un hayat arkadaşı... Öneş ile buluştuk, kitabından, sofralarından konuştuk. Tabii sizin için bir de tarif aldık. 

- İlk kitabınız ‘Ağlamak Yok’un ana karakteri Elif ‘den derinden etkiledim. Tüm ilişkiler sahici ve hakikatli. Dönemimizde herkes sürekli sahicilikten konuşurken neden sahici değiliz?

Belki de arayıp bulamadığımız için olabilir. Bugünü, dünle kıyaslamak ne derece doğru bilmiyorum. Benim kuşağım ülkenin birbirinden çok farklı, zorlu ve sarsıcı dönemlerinden geçti. Bu nedenle bizler açısından bu kıyaslama kaçınılmaz. Ama eğer gençler de sahicilik arayışı içindeyse durup düşünmek lazım. İleri teknoloji sayesinde iletişimin son derece kolaylaştığı bir çağdayız. Bir tıkla bilgiye, sevdiklerimize, merak ettiklerimize, tanımadıklarımıza, tanımak istediklerimize ulaşmak, ilişki kurabilmek artık mümkün. Ama bu ilişkiler ne derece gerçek? İnsanın binlerce arkadaşı olabilir mi? Sosyal medya hesaplarımızdaki ‘arkadaşlar’ sahiden arkadaşlarımız mı? Yorumlar samimi mi? Bunları düşündükçe ister istemez yaşadığımız imaj çağının etkilerini görüyoruz. Kendine ideal bir imaj yaratmak, bunun sayesinde insanları etkilemeye, sevgi ve saygı kazanmaya çalışmak ve içi doldurulamadığında bundan utanmamak da  çağın gerçekleri. Kendimiz olmayan bir imajı çeşitli sosyal medya hesaplarında paylaşıyorsak, hayatımızı böyle yaşamaya çalışıyorsak nasıl samimi olabiliriz? İlişkiler de bundan payını alıyor elbette.  

- Eski neşeli günlerimizi arar olduk. Neden eski günlere öykünüyoruz? Çok satan dergilerin kapaklarında bile Münir Özkullar, Adile Naşitler  yer alıyor. Eskiyle yeni arasında neler kaybettik?

Yüz yüze, yakın ilişkiler giderek zayıflıyor. Artık karşımızdaki koltukta oturan yakınımıza bir haberi veya bilgiyi vermek için yanına gidip konuşmak yerine mesaj gönderiyoruz o da bize cevap yolluyor. Elektronik cihazlar sayesinde seçeneklerin çoğalmasıyla herkes kendi beğendiği filmleri veya dizileri izlemeyi, müzikleri dinlemeyi tercih ediyor. Bir salona doluşup hep birlikte yorumlar yapılarak, güle oynaya televizyon seyredilen, oyunlar oynanan günler çok geride kaldı. O zaman da masal dinler gibi eski filmleri oturup hayranlık ve özlemle izlemeye başlıyoruz. Ama içinde bulunduğumuz zaman dilimi artık o dönemlerin çok uzağında, yaşam ve ilişkiler de öyle. Zaten o dönemin insanları da yavaş yavaş ortadan yok oluyorlar. Bunun farkında olmak onlarla birlikte bazı duyguları da sonsuza dek kaybetmekte olduğumuzu düşündürüyor olabilir.

- Kitabınızda 8,5 yaşındaki Elif’in annesinin ölümünden sonraki dönemi anlatıyor. Hayatınızdan esinlenmeler var mı?

Evet var. Aynı şeyi ben de yaşadım. Kitaptaki karakterlerin bazıları da hayatımdaki insanlardan esinlenerek kuruldu ama hikayenin yapısına göre değiştirildiler. Onun dışında memur çocuğu olarak göçebe hayatı yaşamak, yükü sırtında Anadolu’yu baştan sona dolaşmak da çok iyi bildiğim bir durum. Bundan şikayetçi değildik, yaşam biçimimiz buydu. Tam da tersine ülkenin her tarafından çok farklı arkadaşlıklar kurduğumuz için mutluyduk. 

- Ağlamak Yok ancak kitabın sonunda gözyaşlarımızı tutamıyoruz? Neden Ağlamak Yok?

(Gülüyor) Baştan söyleyeyim de demek istedim .(gülüyoruz) “Ağlamak Yok” Elif’in ölüm karşısındaki direncini temsil eden bir cümle hatta bir uyarı. Onun kendi kendine söylediği gibi, yakınlarımızdan da sıkça duyarız. Zor anların üstesinden gelmek, hayata karşı güçlü olmak için sıkça kullanılan bir cümledir. Ama gözyaşlarını saklamak kimseyi güçlü kılmıyor, sanıldığı gibi geçirilen zor duruma çare de olmuyor. Bazen tam da tersine ağlamak iyileştirebiliyor. 

- Amca karakteri çok gerçek. Eşi ile arasında bir duvar var sanki. O duvarı da Elif’le renklendiriyorlar. Amcanın geçmişinde hazin bir aşk hikayesi olabilir mi?

Belki de vardır, varsa da bunu içine gömmüştür bence. Karısıyla aralarında olan her neyse ona duvar mı denir bilmiyorum. Çünkü bir neslin erkekleri politik faaliyetlere genel olarak eşlerini dahil etmeden tek başına girdiler. Bütün hayatı paylaşmalarına rağmen bu durum aralarında erkeklere ait ayrı bir alan oluşturdu. İstisnalar mutlaka var, biliyoruz da ama yaygın biçimi buydu. Zaten kadınların da genellikle evde zaman geçirdikleri bir dönemden söz ediyoruz. Bu durum normal karşılanıyordu. Ama o neslin yani ilk ‘eski tüfeklerin’ eşlerine çok bağlı olduklarını da gözlemleme fırsatım oldu. Tabi bütün bunlar yüzünden dünya görüşlerinde farklılıklar olması, bu nedenle aralarında çatışmalar çıkması da kaçınılmaz. Kitaptaki amca ve yengenin tatlı tatlı didişmelerinin temelini de bunlar oluşturuyor.

- Elif ‘in yaşına ve yaşadığı döneme  göre kadın -erkek eşitsizliğini sorgulayan şahane  söylemleri var. Etkilenmemek çok güç. Siz nasıl bir çocuktunuz? Elif’le benzerliğiniz var mı?

Evet benzerliğimiz var. Kendi kendime düşünmeye başladığım anlardan itibaren kafamı kurcalayan şeyler bunlardı. Yani kadınların bitmek tükenmek bilmeyen, kıymeti anlaşılmayan ve değersiz görünen ev işleri. Bu düşüncelerimin temelinde anne tarafımdaki kadınların kendi kuşaklarının tersine meslek sahibi olmaları ve bizi de bu anlayışla yetiştirmiş olmaları yatıyor olabilir. Tabi bizlerin meslek sahibi olup bütün gün işte ve kalan zamanı da evde çalışarak geçirmemize ne denir bilemiyorum. En azından eski sistemde görece bir adalet varmış. Ama neyse ki daha sonra feminist düşüncenin yaygınlaşmasıyla bu dengeler de değişmeye başladı.

- Ve Elif’in çocukluk aşkı Hasan, Hasan’ın ailesi. Orada yer sofrasında yenen sıcak yemekler. Kitabın anlatıldığı tüketimin çok daha az olduğu dönemde biz çocuklar daha mutluyduk sanki? Masumiyet çağında mutluluğun maddiyat  ile ilgisi  o kadar da yoktu sanki. Ne dersiniz?

O zamanlar arkadaşlıkların parayla pulla pek ilgisi yoktu. Zenginlik şimdiki zamanın tersine insanların gözüne sokulmazdı. Sınıf farkları ve çatışmaları her zaman vardı ama en azından çocuklar belli bir yaşa kadar bunun farkında olmazlardı. Günümüzde ise çocuklar kendi gelir seviyelerine göre, kendi benzerleriyle ilişki içindeler ve izole bir hayat yaşıyorlar. Bazı çocukların mahallede veya sokakta oynamak gibi bir tecrübeleri olmuyor. Bu nedenle de günün moda deyimiyle ‘ötekileştirme’ düşüncesi daha o yaşlardan başlıyor. 

- Gerçek hayatınızda Hasan oldu mu? 

Yok maalesef olmadı keşke olsaydı. (gülüyor) 

- Kitabınızı okurken Ferrante’nin romanlarının tadını aldım. Aynı iştahla okudum. Müthiş bir keyifti. Bu bir seri mi? 

Çok teşekkürler. Ferrante çok özel bir yazar. Bize kendi döneminin İtalya’sını arkasına resmi tarihi de alarak çok güzel anlattı. Bu benim de sevdiğim bir biçim. Ama kitap yazmak benim için hiç kolay olmadı. Devamı konusunda da önce kendimi ikna etmem gerekir. Tabi denemelerim oluyor. 

- Romanda merak edilen kahramanlarından biri de baba. Tekrar evlendi mi? Elif evlendiği kadına hayatı dar etti mi? Devamı olursa nasıl ilerlemesini düşünüyorsunuz?

Hayat devam ediyor ve Elif’in babası çok genç bir adam ve bekar bir erkek olarak hayatını sürdürmesi akla yatkın değil. Ama o değişen yeni düzende Elif’i düşünemiyorum. (Gülüyor)

ETLİ BİBER DOLMASI ANNE DUYGUSU VERİYOR

- Hatırla Sevgili ve Ağlamak Yok’da Büyükada başrolde. Neden Büyükada?

Adalar İstanbul’un en sevdiğim yerlerinden biri. Çocukken vapura binip uzun bir yolculuktan sonra iskeleye indiğimizde kendimi başka bir dünyaya adım atmış gibi hissederdim. Artık eski günleri aratsa da ne zaman gitsem aynı şeyi hissediyorum. Sokaklar, evler, çiçekler, ağaçlar beni büyüler, orada yerleşme isteği uyandırır. Uzun bir süre yakın bir arkadaşımın evine gidip geldik, iskelesinden denize girdik. Kalabalık sofralar kurduk. En son yine bir arkadaşımın daveti üzerine gittim. Sanırım adaları hep bir yerlere yazma isteği var bende, sanki kaybolup gidecekler korkusuyla. Malum İstanbul’da böyle şeyler o kadar çok başımıza geliyor ki.


- Anne ve yemek ilişkisi birbirine ilintili. Size anne duygusunu veren yemek hangisi?

Etli biber dolması. Bir de babamın, annem ne yemek istediğini sorduğunda verdiği ünlü cevap var. Anne duygusu veren. “Rosto, pilav, komposto!”

- Filozof Epikuros'un arkadaşlarına düşkünlüğü o kadar fazlaymış ki, insanın asla yalnız başına yemek yememesini öneriyormuş. Sizin dost sofralarınız nasıl? Dostlarınızı ağırlamaktan hoşlanır mısınız? 

Evet, çok hoşlanırım. Kalabalık yemek sofraları çok sıcak ve eğlenceli olur. Ama benim en sevdiğim öğün kahvaltıdır. Yemek dışında kahvaltı sofralarında da sevdiklerimi ağırlamayı çok severim.

- En çok sevilen kahvaltıda sizden istenen özel bir tat var mı?

Son zamanlardan pek yapmadığım arkadaşlarımın çok sevdiği kepek unundan peynirli poğaça var aklıma gelen. Ama ben çay meraklısı olduğum için istek konusunda özel çaylar galiba hepsine baskın çıkıyor. Çayı sudan bile çok sevdiğim söylenebilir. (Gülüyor) Seyahatlerde önceden çay dükkanlarını araştırır, haritada işaret ederim. Çok sayıda çay çeşidi denedim ama geriye sadece earl grey ve limonlu çay kaldı. Belki bir de kakuleli çay sınıfı geçebilir.  

- Ünlüler sofranızda kim, ne yer? Misafirlerinizin zevkine göre mi kendi tercihinize göre mi menü hazırlarsınız?

Arkadaşlarımın tercihleri önceliklidir ama kendi seçimlerim mutlaka olur. Eğer kalabalık bir masaysa herkesin mutlu olacağı biraz da karışık bir menü olabilir. Aslında ‘sohbet için kahve bahane’ lafı bence çok doğru. Masaya oturduğunuzda ne yediğinizden çok neler konuştuğunuz kalıyor geriye. Hafızamıza kaydedilen sıkça andığımız, dostlarımızla ve aile üyeleriyle geçirdiğimiz unutulmaz yılbaşı toplantıları, doğum günü kutlamaları, tatillerde kurduğumuz ortak yemek masaları var.

İKİNCİ BAHAR HEPİMİZ İÇİN KIYMETLİYDİ

- Pandemi biterse daha özgür günlere kavuştuğumuzda ilk seyahat etmek istediğiniz yer?

Yarım kalan Japonya seyahatini gerçekleştirmek isterim. Pandemi yolumuzu kesmeseydi mart sonunda kız kardeşim ve iki arkadaşımla birlikte orada olacaktık. Turla gitmediğimiz için de ders gibi Japonya çalışmıştık. Umarım gidebiliriz.

- İkinci Bahar dizisinde  Gaziantepli kebap üstadı Ali Haydar ile Hanım adlı işe ihtiyacı olan iki çocuklu bekar bir kadının hayat mücadelesini anlattınız. Nasıl bir dönemdi? Büyük ustalarla çalışmak?

İkinci Bahar hepimiz için çok kıymetli bir iş. Dediğin gibi çok da kıymetli oyuncularla, yönetmenlerle, yazarlarla çalıştık. Biz Yavuz’la çalışan yazı grubu olarak işin her aşamasından sorumluyduk. Bu nedenle sadece yazarlık yapmadık. Logo tasarımından, kostüm, montaj ve müzik notlarına kadar işin her aşamasında proje kontrolümüz altındaydı. Senaryo yazarken projenin bir bütün olduğunu ve diğer bölümlerine de ‘bu benim işim değil’ demeden hakim olmamız gerektiğini öğrendik. Bu hepimiz için çok önemli bir tecrübedir. Bu titizlik bütün ekibe yansıdı ve ortaya bizi çok mutlu eden bir iş çıktı. 

- Süper Baba nasıldı?

Süper Baba’nın benim için çok ayrı bir yeri var. Senaryo yazmayı uygulamalı olarak orada öğrendim. Yazı grubuna beni Süper Baba yazarlarından yakın arkadaşım Muharrem Buhara önerdi ve hepimizi şaşkına çevirdi. Çünkü ben o zamanlar bir grafik tasarımcıyım ve klavye bile kullanamıyorum. Bu nedenle ilk tretmanlarımı el yazısıyla yazdım. İşin içine daldıkça çok sevdim ve zamanla da grafik tasarımın önüne geçmeye başladı. 

- Dizilerde, filmlerde sofrası bol senaristler, yönetmenler vardır. Sofra sahneleri yapımlara ne katar?

Sofra tabii ki bir paylaşma alanıdır. Sadece yemeğinizi paylaşmazsınız, anılarınızı, sohbetinizi, neşenizi, bazen dertlerinizi de paylaşırsınız. İyi kotarılmış sofra sahneleri yapımlara sıcaklık ve derinlik katar. Öyle ki sadece sofrada geçen filmler bile var. Ang Lee’nin ‘Eat Drink Man Woman’ filmi mesela. Son günlerde ‘Midnight Dinner Tokyo Hikayeleri’ diye bir dizi izledim. Gece 12’den sabah 7’ye kadar açık olan bir lokantada geçen, her bölüm değişen hikayeler anlatıyor ve ustanın her hikayede birini tarif ettiği nefis yemekler eşliğinde. Sorduğun sorunun tam karşılığı yani? Bir arkadaşıma tavsiye etmiştim, hemen seyrettiği bölümdeki yemeği yapmak istedi.

- Nasıl yazıyorsunuz? Bir ritüeliniz var mı?

Genellikle her gün çalışırım. Ama bu her zaman verimli olduğum anlamına gelmiyor. Bazen tek bir cümle çıkar, bazen içime sinen bir paragraf. Bazen de zamanı unuturum, o zaman sayfalarca yazabilirim. Sabah oturup akşam masadan kalktığım zamanlar olmuştur. Bazen de tamamen bırakır başka şeylerle ilgilenirim. Ama ne yazıyorsam zihnimde taşıyarak. Mesai bitmiyor yani.

- Yeni proje var mı?

Bu soru senaryoyla ilgiliyse bir çok proje beklemede. Pandemi süreci bütün planları alt üst etti. 

YAVUZ İLE İŞ ARKADAŞIYDIK

- Yavuz Turgul ile nasıl tanıştınız?

Yavuz’la iş arkadaşıydık. Sokak dergisinin freelance işlerini yapıyordum..

Sokak Dergisinin logosunu, kapak tasarımını ve tanıtımlarını yapıyordum. Tanıtım kitleri reklam ajanslarına gidince Yavuz çalışmaları beğenip beni görüşmeye çağırdı. Böylece Manajans’a girdim ve tanışmış olduk. 

- Yavuz Bey size yemek yapar mı? 

Hayır, ama isterse çok güzel yapabileceğinden eminim.

- Beraber çok severek gittiğiniz yerler?

En son kara yoluyla Avrupa yolculuğu yaptık. Severek gitmek istediğimiz yerlere yenileri eklendi. Tabi senaryo araştırmaları için gurup halinde yaptığımız çok kıymetli yurt içi seyahatleri de var. Galiba en çok güneydoğuya gittik. Antep, Mardin, Midyat, Urfa, Nusaybin, Diyarbakır, Van. Bir kez de Karadeniz üzerinden aynı yolu yaptık. Samsun’dan girip, Zigana Geçidi’nden Erzurum, Ağrı, Doğu Beyazıt, Van ve diğerleri. Ağrı Dağı’nın eteklerinde olmak, İshak Paşa Sarayı’nı ve Hasankeyf’i görmek çok heyecan vericiydi. İkinci Bahar ekibi olarak Antep hemşehrilik belgemiz bile var.  Tabi söylemeye gerek yok, Ege bambaşka. 

- Uzun bir ilişkinin sırrı?

Bu soruya net bir cevap vermek zor. Çünkü kişilere göre değişeceğinden eminim. Temel sebepleri saymaya gerek yok. İki insanın birlikte hayat sürme isteklerinin altında yatanlar herkesin malumu. Ama bizleri yan yana daha da ileriye doğru götüren nedenlerin, ortak ilgi alanlarımız, dünyayı ve olayları yorumlama biçimimiz, birlikte gülebilmemiz ve birbirimizden yeni şeyler öğrenebilmemiz gibi daha temel şeyler olduğunu düşünüyorum. 

- Beraber çalışmak nasıl bir duygu?

Yavuz çalışırken çok titizdir, bu nedenle de onun setleri ve senaryo toplantıları ünlüdür. Sizi zorladığını bir kenara bırakıp dikkatli dinlediğinizde aslında zihninizi açtığını fark edersiniz. Çünkü gösterdiğiniz kadarıyla yetinmez, sizin bile farkında olmadığınız özelliklerinizi ortaya çıkarmanız için çabalar. Ortaya konan fikirlerle yetinmemeyi yaptığımız işlerde titizlenmeyi hepimiz ondan öğrendik. Evet onunla çalışmak zor olabilir ama kıymetini sonra anlarsınız.

- Kitabınız Ağlama Yok’u ilk okuduğunda fikri ne oldu?

Çok beğendi. Zaten uzun zamandır yazmam için teşvik ediyordu. Çok zor beğenen biri olduğu için görüşleri benim için çok önemliydi. Kitabı ortaya çıkarma cesaretini ilk olarak ondan ve kızımdan aldım. Aslında birbirlerine benziyorlar. İkisi de sözünü esirgemez ama hakkınızı da teslim eder. 

VİŞNELİ PAY

- Çok sevdiğiniz, zevk alarak yaptığınız yemeğin tarifini bizimle paylaşır mısınız?

Son zamanlarda sıkça yaptığım vişneli pay tarifini vereyim.

Tart hamuru için 125 gr. tereyağı, 1 çay bardağı pudra şekeri, 4 çay bardağı un, 1 yumurta ve 1 paket kabartma tozunu karıştırıp yumuşak bir hamur yapıyorsunuz. Hamuru kullanacağınız fırın kabına yerleştiriyorsunuz. Eğer tart kalıbı değilse daha sonra içine koyacağınız malzemeyi tutması için kenarlarını incecik yükseltmeniz gerekir. Fırında hızlıca pişiyor. Ben kıtır hamur sevdiğim için biraz fazla pişiririm. Bu karışıma vanilya da eklenebilir ama ben fazla sevmiyorum ve zaten kremanın içinde var o yetiyor.

Dolgu kremasını kendiniz de yapabilirsiniz veya hazır paket alabilirsiniz. Kendiniz yapmak isterseniz, 2 su bardağı süt, 2 yemek kaşığı toz şeker, 1 yumurta, 1 paket vanilya ve 1 yemek kaşığı unu yoğunlaşana kadar pişiriyorsunuz. Sonra mikserle çırpıp pürüzsüz hale getiriyorsunuz. Bu karışım soğuyunca tart hamurunun üzerine yayıyorsunuz.

Çekirdeği çıkarılmış yarım kilo vişne, 1 tatlı kaşığı mısır nişastası ve şekeri karıştırıp kaynatıyorsunuz. Şeker oranını kendinize göre ayarlamanız en iyisi. Vişnenin durumuna göre bazen 3 yemek kaşığı şeker fazla gelebiliyor. Aslında bütün tariflerden şekeri azaltmaya başladım. Bu karışımı da en üste koyup biraz buz dolabında bekletip servis yapabilirsiniz.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler