'Türkiye'nin Yılmaz Güney'e vefa borcu var'

20 yıl önce kurduğu Güney Vakfı'nın destek alamadığı için kapandığını açıklayan Fatoş Güney, yine de umutsuzluğa kapılıp köşesine çekilmedi. Yeni projelerine destek olması için Başbakan Erdoğan'ı ziyaret edeceğini söyleyen Güney, "Türkiye'nin Yılmaz Güney'e vefa borcu var" dedi.

'Türkiye'nin Yılmaz Güney'e vefa borcu var'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 10.12.2012 - 12:16

20 yıl önce kurduğu Güney Vakfının destek alamadığı için kapandığını açıklayan Fatoş Güney, yine de umutsuzluğa kapılıp köşesine çekilmedi. Yeni projelerine destek olması için Başbakan Erdoğanı ziyaret edeceğini söyleyen Güney, Türkiyenin Yılmaz Güneye vefa borcu var. Onun 35 yıl önce filmlerinde anlattığı Kürt meselesi, kadın sorunu, hapishaneler, özgürlükler ile ilgili sorunlar bugün hâlâ tazeliğini koruyordiyor.

- Yılmaz Güney öldükten yedi yıl sonra kurdunuz Güney Vakfını. Vakfın kurulması nasıl bir döneme denk geldi? Yılmaz Güneyden kalan bir miras vardı muhakkak. O zamanki motivasyonunuz neydi?

FATOŞ GÜNEY - 1984 yılında Yılmazı toprağa verirken o anda, kendime ve ona bir söz verdim. Dedim ki, Senin adına bir vakıf kuracağım, senin anlayışında, senin mücadeleni, duruşunu sanat anlayışını yansıtacak ve eserlerinle gelecek kuşaklara aktaracak bir vakıf.

- Siz ne zaman dönmeye karar verdiniz Türkiyeye?

Yılmazın ölümünden sonra Fransadaki o yedi buçuk yılımıgönüllü sürgünlük olarak tanımlıyorum. Çünkü hemen dönmek teslimiyetçi bir tavır olacaktı. Evren denen diktatör başımızdaydı. Yılmazın filmleri üzerindeki yasak devam ediyordu. Bu yüzden benimle ilgili herhangi bir soruşturma olmamasına rağmen Türkiyeye dönmeyi reddettim. Yılmazın üzerindeki yasakların hukuksal olarak kalktığını öğrendikten sonra, 1992de Türkiyeye döndüm. Döndükten hemen sonra ilişkiler kurmaya, çalışmaya başladım vakıf için. Kültür Bakanlığıyla temasa geçtim...

- Dönmeden önce Fransada Güney için başka organizasyonlar da yaptınız...

Yılmaz Güneyin Paristeki kabrini bir anıt mezar projesi olarak yapmak istiyordum. Fransa Kültür Bakanlığından 10 bin kişilik bir salon istedik. Yazar, sanatçı, siyasetçileri çağırdık. Adalet Ağaoğlu, Ahmet Kaya, Edip Akbayram, Aziz Nesin, Arif Sağ, Şivan Perver... Büyük bir tören şekline dönüştü. Burada da mimar arkadaşlarım Yavuz - Rezzan Önenle bir jüri oluşturduk ve bir yarışma açtık. Türkiye merkezliydi yarışma. Bir proje kabul edildi, ancak çok modern olduğu için Père Lachaise Mezarlığı yönetmeliğine uymuyordu. Bu projenin hayata geçirilmesi için bizzat Kültür Bakanı Jack Langla görüştüm. İzni mezarın yerinin değiştirilmesi şartıyla aldık ve uyguladık...

- Vakıf kurulduktan sonra neler yaptınız?

Şahıs vakfı olarak kurdum. Kamusal vakıf çok daha farklı bir bürokrasi gerektiriyordu. Hatta İnsan Hakları Vakfından sonra kurulan ilk vakıflardandık. Onun yağmalanmış, geride kalmış eserleri, siyasal yazılarının bir araya getirilmesi için çalıştık. En büyük projelerimizden biri de Yılmaz Güneyin artık kaybolmaya yüz tutmuş, ülkeden kaçırdığımız 11 filminin, haşat olan negatiflerinin yenilenmesi projesiydi. O dönemin ilkel şartlarında, teknik imkânsızlıklarla çekilen negatiflerdi. Türkiyede kalsalardı onlar da yok olacaktı.

- Siz gittikten sonraki yağmalanma ve yok edilmesinden söz ediyorsunuz... Bu nedenle mi iyi bir Yılmaz Güney arşivi yok?

Biz küçük bir çantayla, özel eşyalarımızı bile alamadan gittik. 100 yıla varan cezalar sıkıyönetim mahkemelerinde sonuçlanmaya başlamıştı. Sonuçlandığı anda Yılmazı yarı açık cezaevinden kapalı askeri cezaevine alma durumu vardı. O yüzden apar topar gittik. Zaten ondan önce de 10 yıldır o şehirden o şehre, o hapishaneden o hapishaneye, parçalanmış bir hayatımız vardı. Kendimizi derleyip toplayacak bir düzenimiz hiç olmadı zaten. Türkiyeden ayrıldıktan sonra da her şey talan edildi. 12 Eylülde tek tek film şirketlerine gittiklerini, Yılmaz Güneye ait ne varsa ve özellikle negatifleri kökten yok ettiklerini biliyoruz.

- Kaç film yok edildi?

104 filmi toplattırılarak yok edildi. Bu Türk sinema tarihine bir tecavüzdür. Türkiye sinema tarihinin mirasını yok etmektir. Bunun hesabını da hiç kimse sormadı, hiç kimse de vermedi. Filmlerin peşine çok düştüm ama ne yazık ki akıbetleri meçhul. Onlar da faili meçhul ölümler gibi tarihe gömüldüler. Gencecik üniversite öğrencileri geliyor Yılmaz Güney üzerine tez yapmak istiyorlar, ama...

- 2000 yılında genç nesil için bir efsane olan Yılmaz Güneyin filmini ilk kez büyük ekranda, sinemada izleyecektik. Film Cannesda büyük ödül alan Yoldu. Filmleri yenileme süreci ve dağıtıma sokmak da bir mücadele oldu mu sizin için?

Kültür Bakanlığı ve yetkililerle görüşüyordum. Bir tek Fikri Sağlar tek bir filme katkıda bulunabildi.

Onun dışında hiç kimse bu işe elini uzatmadı, ki bu bir vakıf, bireyi aşan bir işti. Buna mutlaka Kültür Turizm Bakanlığı, sinema dernekleri gibi kuruluşların desteği gerekiyordu. Bütün bunları vakıf olarak kendi başımıza başardık. Filmlerin ikinci negatiflerini üretip Türkiyeye getirttik. Fakat sonuç mükemmel değildi, olamazdı da. Dağıtımcılar da filmleri vizyona girmek istemiyorlardı. Üç sene mücadele verdim Yolu vizyona çıkarmak için.

- O dönem bir baskı oldu mu?

Her ne kadar sinema üzerinde sansür yok denilse de, filmler yine bir sansür kuruluna girdi. Dönemin güvenlikçileri filmi seyrettiler ve birtakım sahnelerin çıkarılması şartını koştular.

- Çıkardınız mı?

Bir tek şeyi kabul etmek zorunda kaldım, o da filmdeki Kürdistanyazısıydı. Bu film ya hiç çıkmayacaktı ya da çıkacaktı. FakatDuvarfilminde söylenen hiçbir şeyi kabul etmedim. Yılmaz Güneyin bizzat tanıklıklarından yola çıkan bir film. Ve hatta derdi ki Ben burada gerçekleri hafifletmek zorunda kaldım. Çünkü inandırıcılığını sarsar.

- Bugüne gelirsek, hiçbir destek göremeyen vakıf, kendi kendine yetemedi ve sonunda kapanma noktasına geldi.

Türkiyede kafalarda hâlâ örümcekler var. Yılmaz Güneyin üzerinde hâlâ sansür var. Hiçbir televizyon kanalında Duvar”, “Yol”, “Sürüfilmini siz gördünüz mü? Ancak kablolu birkaç televizyonda gösterilmiştir. Bugün ne ulusal kanalda ne de Kürtçe dublaj yapıldığı halde TRT Şeşte gösteriliyor. TRT Şeş Genel Koordinatörü Fethullah Beyle görüştüm. Üzerinden iki yıl geçti, ama yanıt yok. Geçen yıl Kanal Dye gittim. Murat Saygı sevgi ve sempatiyle karşıladı, ancak daha sonra İcra kurulundan izin çıkmadıdedi. Türkiyenin gerçekleriyle karşılaşmak istemiyorlar, onlarla yüzleşecek cesaretleri yok. Vakıf olarak yolumuz tıkandı. Bir vakfın mutlaka üretim yapması ve gelir göstermesi gerekiyor. Bunu ortaya koyamadık. Daha fazla ısrar etmek manasız olacaktı, vakfın kapanmasına göz yumdum.

- Başbakan Erdoğanın Yılmaz Güney ile ilgili sözlerini onaylamıştınız. Hâlâ aynı düşüncede misiniz?

Aslında Sayın Başbakan bugüne kadar Yılmaz Güney ile ilgili ilk kez bir siyasetçi olarak çok doğru bir gerçeği ifade etti. Bugüne kadar Yılmaz Güney filmlerine kulak verilseydi Türkiye bu durumda olmayabilirdidedi. Bu sözü çok önemsiyorum. Yılmazı anlatan ve onun filmlerini ifade eden bir cümleydi. Birçok kişi bu cümlenin samimiyetsiz olduğunu savundu ve bana, buna inandığım için tepki gösterdiler. Ayrıca bu söz nedeniyle ona bir teşekkür borcum da var. Ama bu samimiyet konusunda şüpheye düşmeye başladım. Çünkü bu söz üzerinden neredeyse iki yıl geçmek üzere ve hükümet tarafından ya da diğer yetkililer tarafından Yılmaz Güneye uzanan bir el görmedim.

Ben Başbakanı da ziyaret edeceğim, düşünce ve projelerimin gerçekleşmesi konusunda yardımcı olmasını isteyeceğim. Yılmaz Güneye olan vefa borcu için onu ziyaret edeceğim.

- Hangi projeler var sırada?

Bir müze kurmak istiyorum. Yılmazdan kalan materyallerin, çalışmaların artık bir müzede ifade bulmasını istiyorum. Filmlerinin gösterileceği, insanların çalışma ve araştırma yapabileceği bir müze... Yeni kuşağın anne babalarından bir efsane olarak duydukları Yılmaz Güneyi tanımalarını istiyorum. Kitap, film ve dizi projem de var. Sabri Saydamla birlikte bir dizi senaryosu üzerine çalışıyoruz. Hatta üç bölüm yazıldı. Çeşitli kanallarla görüşme halindeyiz.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler