Yine aynı 'sahtekar susturucu' faşist namlularda
Yine aynı şeyi yapıyor kara cahiller, kör cahiller. Şu meşhur, “Böyle günde siyaset yapmayın…” muhabbetinden söz ediyorum.
Yine aynı sahtekâr “susturucu” takılıyor faşist tabancaların namlularına.
Şu lanet olası “Hepimiz aynı gemideyiz…” yılışıklığından söz ediyorum.
Ne zaman kriz çıksa, ne zaman berbat etseler bir çuval inciri, ne zaman duvara toslatsalar ülkeyi, ne zaman komaya soksalar ülkeyi.. Hep aynı terane. Hep aynı kulak tırmalayıcı cızırtılı kırık plağı devreye sokuyorlar. Bugün de aynı şeyi yapıyorlar.
Krizi yönetemediklerini, on milyonlarca insanın sağlığını göz göre göre tehlikeye attıklarını, on milyonlarca insanın yaşamını düşünmeden, üstelik de uyarılara kulak asmadan “freni patlamış bir TIR kamyonu gibi” bildiklerini okumalarını yüzlerine vurunca, hemen (akılları sıra) “ayar çekmeye” çalışıyorlar:
“Gün siyaset yapma günü değil…”
Oysa ki, “siyaset” tam da budur işte.
Hayatın özünü teşkil eden her şeyin çözümüne ya da çözümsüzlüğüne, içinden çıkılmaz hale getirilmesine ya da halledilmesine dair aldığınız, almadığınız, alamadığınız her tavır, kullandığınız bütün tercihler, buram buram birer “siyasi tercih”tir. Üstelik de meselelere “sınıfsal” bakış açınızı ele vererek. İdeolojik duruşunuzu ve konumunuzu “iyot gibi” açığa çıkararak.
Bugün de, yeni koronavirüs (Covid-19) belasıyla baş etmeye çalıştığımız bu dönemde, olan biten budur.
Kendi siyasi tercihlerinizi, ve “bilimi değil dini bakış açınızı, hurafelere dayalı düşünce tarzınızı, emeği değil sermayeyi öncelikli düşünen ideolojik tercihinizi” ortaya koyan her davranışınız, her açıklama ve kararınız, “siyaset” denen şeyin “ta kendisi” olduğunu nasıl inkâr edebilirsiniz?
Haftalardır bas bas bağırıyor aklı başında tüm bilim insanları.
“Bu işin şu aşamadaki (yani ilaç ve aşı bulunana kadar) ilk ve tartışmasız çaresi, sosyal mesafeyi sıfıra indirmektir. Yani sokağa çıkma yasağıdır. Ve en başta Çin ve Güney Kore’nin başarılarının altında yatan şey, yaygın test uygulamasıdır…” diye. Kulak asmıyorsunuz. Haftalardır, bir yandan insanlara “evde kal” derken, bir yandan da evlerinden çıkmadıkları takdirde aç kalacak olan milyonlarca emekçi için bir çare üretmiyorsunuz. Bak, “üretemiyorsunuz” da demiyorum.
Doğrudan açıkça itham ediyorum:
“Üretmiyorsunuz” diyorum. Çünkü işvereni, sermaye sahibini, işyeri sahibini, KOBİ-MOBİ-TOBİ sahibini düşünmekten, onların (yüzü gülen Rifat’ların diyeyim) derdine çare arayışından, onların paralarına pansuman ve sargı bezi olmaktan başınızı kaldırıp da onların (mal ve hizmet) üretimini asıl gerçekleştiren elleri ve beyinleri düşünmeye fırsat bulamıyorsunuz.
Her sabahın köründe yollara düşüp bir inşaata, bir fabrika ya da atölyede bir mağazada, markette çalışmak zorunda olan, gitmediği an “sistemden düşürülüp açlığa mahkûm edilecek” olan emekçileri aklınızdan bile geçirmiyorsunuz. Öteki ülkelerin liderliklerinin yaptığını yapmaya cesaretiniz yok. Çünkü iktidarınızın (sadece sizin de değil, sizin gibi tüm sağ iktidarların) var olma nedeni olan sermayeyi ürkütmek, incitmek istemiyorsunuz.
Bak, Kanada, ABD, İngiltere Fransa, Almanya filan da “komünist yönetimler” değil neticede. Ama oradaki “sosyal-insani bilinç” (zihinsel vicdani gelişmişlik düzeyi diyelim) en azından biraz daha güçlü olduğundan, işyerlerini, fabrikaları çalıştıran emekçiler olmadan toplumun da var olmadığını biliyor en azından. Normal zamanda “sömürü” söz konusu olduğunda hiçbirinin diğerinden bir farkı olmamasına karşın, bugünün “olağandışı, olağanüstü, yüz yılda bir görünen” koşullarının farkındalar da o yüzden.
Siz, bunun bile ayırdında değilsiniz.
Avazı çıktığı kadar bağırıyor başında tüm bilim insanları:“En azından şu birkaç hafta, pandeminin frenine basmak için total karantinanın önemini kavrayın” derken, siz “Aman sokağa çıkma yasağı uygularsak, zabıta ve polis altından kalkamaz. Asker filan gerekir. O da netameli bir tercih. Neme lazım abi? Geçmişte karşı çıktığımız şeylerle kol kola görünmemeliyiz” sığlığı içinde hareket ediyorsunuz. Sorarım size: Bu “siyaset” değil mi? Yerel yönetimler, kaynakları kısıtlı olduğu için yardım ve bağış kampanyası başlatmak istediğinde, “Yedirmem o işi size. Ben kendi hesabımı açacağım. Seninkini bloke ederim” demek? Bu da “siyaset” değil mi?
Bağış tartışması ve banka hesabı tartışmasını bir anda abuk sabuk bir tanımlama ile “Ayrı devlet kurma girişimi” diye adlandırmak, insafsız bir “siyasi manevra” değil mi? Yerel yönetimi başarısız göstermek için İETT otobüslerinde “Organize Kötülük” filmleri çekmenin adı ne?
“Çirkin Siyaset” değil mi?
Böyle bir günde, önlemlerle, çarelerle uğraşacağına, yanlış uygulamaları eleştirenlerin üzerine trollerle, savcılarla, polis baskınlarıyla, medya yasaklarıyla gitmek nedir?
Kendinize gelmenin ve sizden sağlıklı kararlar bekleyerek sağlıklı günlere ülkeyi döndürmenizi bekleyen insanların dertlerine eğilmenin zamanı geldi geçiyor.
Aklınızı başınıza devşirin hanımlar, beyler.
En Çok Okunan Haberler
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Emekliye iyi haber yok!
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu
- 350 bin 757 kez 'yazı-tura' atıldı... Sonuç şaşırttı!