"Zaferden Sonra Şekl-i Hükümet Cumhuriyet Olacaktır"
Birinci Dünya Savaşı sırasında Levazım Daire Başkanı İsmail Hakkı Paşa, 1917’de Enver Paşa’nın cumhuriyet kurmak istediğinden bahsedince Mustafa Kemal, kurulacak cumhuriyette başa kimin geçeceğini sorar, İsmail Hakkı Paşa “Sen, ben ve mesela Enver” cevabını verir. Görüldüğü gibi cumhuriyetin ne olduğu anlaşılabilmiş değildir bile.
Gerçek anlamda “Cumhuriyet” üzerinde düşünen Atatürk olmuştur. Kendisi daha Erzurum Kong-resi günlerinde “Muhakkak ki var olan hükümet biçimi ülkenin refah ve mutluluğuna ve gelişmesine yeterli gelmeyecektir. Başka bir hükümet biçimi arayıp bulmamız gerektiği kanısındayım” sözleriyle Türkiye için yeni bir siyasi rejimin gerekliliğine işaret ediyordu. Neyi tercih ettiğini ise 7/8 Temmuz 1919 günü sabaha karşı Mazhar Müfit Kansu’ya “Zaferden sonra şekl-i hükümet, Cumhuriyet olacaktır” sözleriyle ifade etmiştir. İngiliz gizli servisi, Londra’ya Sivas Kongresi sonrası bir “Anadolu Cumhuriyeti” kurulacağını bildiriyordu. Keza Yüksek Komiser Amiral De Robeck, Lord Curzon’a gönderdiği şifrede Milli Mücadele’nin cumhuriyete dönüşeceğinin işaretlerinden bahseder. The Times, 22 Eylül 1919’da “Sivas’taki Anadolu Cumhuriyeti” başlığını kullandı.
Rejimin adı konmalıydı
O yıllarda Türkiye’de, yönetim biçimi olarak Cumhuriyetin tarihsel evrimini, evrensel boyutunu ve gerçek niteliğini kavrayan “aydın sınıf” yok gibidir. Ülkede cumhuriyet kelimesi, 19. yüzyıldan beri aşağılama tanımı olarak kullanılıyor ve karşılığı “gâvurluk” olarak algılanıyordu. Batı’da ise cumhuriyet, Aydınlanma ile bütünleşen bir mücadelenin birikimi üzerine inşa edilmişti. Mustafa Kemal’in yanında Müdafaa-i Hukuk örgütlerine dayanan Halk Fırkası, yenilenmiş bir Meclis, tasarılarını uygulamaya hazır bir yüce ve inanmış halk ile dar ama idealist bir kadro vardı.
Büyük Zafer’den sonra Mustafa Kemal’in ne yapacağı, gerek İstanbul’daki Osmanlı yöneticileri, gerekse Ankara’da TBMM üyeleri ve Milli Mücadele’de çok yakınında bulunmuş kahraman komutanlar arasında şüphe ve endişe konusuydu. Hatta bu kişilerce, cumhuriyet tehlikeli ve sakıncalı görülüyordu. Şark kültürü ve geleneklerinde böyle büyük zafer kazanmış bir komutan, hanedanı devirdikten sonra tahta geçer ve kendi hanedanını kurar, hatta kendisi halife olurdu. Devrin Türk ve İslam dünyasının psikolojik beklentisi de bu yöndeydi. Fakat böyle bir durum onun tabiat ve şiarına aykırıydı.
Ankara’da 23 Nisan 1920’den beri yürürlükte olan rejim, ulusal egemenliğe ve Meclis’in üstünlüğüne dayalı bir “Cumhuriyet”ti aslında. Devletin başkenti Ankara olduktan sonra yeni rejimin siyasal rejimler içindeki adının belirlenmesi gerekmekteydi. Mustafa Kemal, 27 Eylül 1923’te Neue Freie Presse muhabirine yaptığı açıklamada “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Yürütme gücü ve yasama yetkisi milletin tek gerçek temsilcisi olan Meclis’te toplanmıştır. Bu iki sözcüğü tek sözcükte toplamak mümkündür: Cumhuriyet!” dedi. Karşıtları hemen tepki göstererek, Cumhuriyetten söz etmesinin “bir dil sürçmesi” olduğunu açıklamasını istedilerse de, o, tutumunda asla bir değişiklik yapmadı ve geri adım atmadı. Bu mülakattan 1 ay sonra Cumhuriyetin ilanının düşünüldüğü günlerde, 25 Ekim’de doğan yeni bir hükümet bunalımı rejimin adının konması zamanının geldiğini gösterdi. 29 Ekim 1923 Pazartesi sabahı CHP Grubu’nda söz alan İsmet Paşa “Devletimizin başkanı yoktur, şimdiki başkan Meclis başkanıdır. Millet kendi egemenliğine ve kaderine el koymuştur. Bunu bir yasa ile belirtmekten korkmamak lazımdır. Cumhurbaşkanı seçmeden başbakan seçmek yasal olmaz” diyordu. Daha sonra kürsüye çıkan Abdurrahman Şeref Bey ise “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur. Kime sorarsanız sorunuz bu Cumhuriyet’tir. Doğan çocuğun adıdır. Ama bu ad kimilerine hoş gelmezmiş, varsın gelmesin” sözleriyle doğru bir tarifte bulundu. Aynı akşam 20.30’da Cumhuriyet ilan edildi. Saat 20.45’te cumhurbaşkanlığı seçimine geçildi ve milletin ruhunda “zaten çoktan seçilmiş” olan Gazi Mustafa Kemal, oturuma katılan 158 milletvekilinin oybirliği ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı oldu. O gün, Fransız Devrimi’nden 134 yıl sonra, çok öncelerden, gençliğinde karar verdiği ve “vicdanında ulusal bir sır gibi” sakladığı düşüncesini, cumhuriyet devrimini gerçekleştirmişti. Ancak bu devrimle eski dava arkadaşlarıyla yolları ayrıldı.
Egemenlik milletin oluyor
Hubert von Bischoff Cumhuriyet’in ilanını yorumlarken “İhtilal 3.5 yıldır gebe olduğu cumhuriyeti doğurdu” diyor. Cumhuriyet devrimiyle, Türk ulusu kendindeki yüksek niteliği, uygarlık dünyasına daha iyi gösterecek ve başarılarıyla, uluslararası toplumda saygın bir üye olarak yerini almış bulunuyordu. Cumhuriyet toplumumuz için yeni bir dünya ve hayat görüşü ve yaşam şekli idi. Cumhuriyet sadece devlet, hükümet ve bir idare şekli olmayıp her alanda toplumun siyasal, ekonomik ve sosyo-kültürel faaliyetlerinin bir bütünlük içinde ve bir hedefe yöneltilmesi ve başarılı sonuçlar alınmasının da adıdır.
Türkiye Cumhuriyeti kendi ulusal kültür benliğine sahip özgün bir cumhuriyettir. Bu Cumhuriyet tam bağımsızlıkçıdır ve akılcıdır, pozitif bilimi rehber edinir, bilim ve sanatı önemser, geçmişten yararlanarak ileriye yönelir ve yaratıcı kültürü öngörür. Daha da önemlisi hümanisttir. Cumhuriyet’in maddi desteği ise ulusun refah ve mutluluğudur. Türkiye Cumhuriyetinin fikren, ilmen, fennen kuvvetli koruyucuları vardır. Fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür gençliği vardır. Cumhuriyeti yüceltecek ve yükseltecek gençleri vardır. Her anlamı ile büyük Türk ulusunun öz ve aziz malı olan Cumhuriyet, her türlü karşı devrim çabalarına rağmen mutlu, muvaffak ve muzaffer olacak ve kıymetli evlatlarının elinde daima yükselecek ve ebediyen yaşayacaktır.
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması