Leonardo Padura: “Küba’da bugün bile Troçki’yi konuşmaktan uzak dururuz!”

Volkan Ersoy, Kübalı yazar Leonardo Padura ile Lev Troçki'nin sürgün yıllarını ve peşindeki NKVD (Sovyetler Birliği İçişleri Halk Komiserliği) ajanının suikast planları ile İstanbul’dan Meksika'ya sürükleyici bir polisiye kurgusuyla sunduğu; Troçki’nin Büyükada, Paris ve Meksika’daki sürgün yılları hakkında az bilinen gerçekleri ortaya koyarak tartışmalı konulara girdiği siyasi gerilim romanı Köpekleri Seven Adam’ı (Bilgi Yayınları / Çev. Volkan Ersoy), konuştu.

Yayınlanma: 11.01.2022 - 00:02
Abone Ol google-news

Fotoğraf: IVAN GIMéNEZ

‘TROÇKİ’NİN KATİLİ KÜBA’DA YAŞADI, KÜBA’DA ÖLDÜ!’

- Dünya çapında en bilinen çağdaş Kübalı yazar olarak tanınıyorsunuz. Öte yandan Türk okurlar sizi tanımakta biraz geç kaldı. Şimdiye dek romanlarınız kaç ülkede yayınlandı?

Kitaplarım bugüne dek 30 dilde yayınlandı. Son olarak da Türkçeye ve Hırvatçaya çevrildi. İlk çeviriler (Fransızca, İtalyanca vb.) 90’lı yılların sonunda başladı ve bunlar baş karakterin Mario Conde olduğu polisiye romanlarımdı.

Türkçede olduğu gibi bazı dillerde neden daha geç kalındı bilmiyorum. Yayıncılarla ilgili bir şey mi, piyasayla mı ilgili, gerçekten bilmiyorum…

- Tarihsel romanlarınız dışında polisiye romanlarınızla da tanınıyorsunuz. Bu iki farklı türde sizi yazmaya iten ne oldu?

Oturup yazmaya başladığımda benim için en önemli şey bir fikre sahip olmak. Sonra bu bir konuya dönüşüyor ve bu da ardından bir argümanı ortaya koymama izin veriyor.

Roman türleri söz konusu olduğunda alışılmış kalıplara bağlı kalmayı çok sevmediğim için bazen yazmaya oturduğum şey az çok bir detektiflik romanı, az çok tarihsel bir roman veya ikisinin bir karışımı gibi başlıyor. Ayrıca hangi tür olacağı romanın konusuna, söz konusu türün kaynaklarını nasıl kullandığına bağlı.

Ancak her zaman dikkat ettiğim şey, toplumsal içeriğe sahip bir hikâye olması. Çünkü ben her şeyden çok böyle bir yazarım: Düşüncelerini romanları aracılığıyla dile getiren bir toplum vakanüvisiyim - ortada hikâyesi anlatılacak bir suç olsa da olmasa da, tarihsel bir araştırma gerektirse de gerektirmese de -.

Bir yazarın toplumsal bir sorumluluğu olduğuna inananlardanım ve bunun gereğini yerine getirmeyi hedefliyorum.

- Köpekleri Seven Adam; Rus Devrimi, Stalin, Troçki ve Büyükada yılları, İspanyol İç Savaşı ve Küba’nın “Özel Dönem” adı verilen zorluk yılları gibi Türk okurların da ilgisini çekebilecek kişi ve olayları konu ediyor.

Bu hikâyeyi yazmaya nasıl karar verdiniz?

Troçki tarihsel bir figür olarak ilgimi çekti çünkü Küba’da Troçki hakkında çok az şey söyleniyordu. Troçki söz konusu olduğunda Küba’da Sovyetler Birliği’yle aynı politika izleniyordu: Kimse ondan bahsetmiyordu. Bugün bile onunla ilgili bir şey söylemekten uzak dururuz.

Bu sessizlik beni meraklandırdığı için hakkında yazılanları ve onun yazdıklarını okumaya başladım… Sonra katilinin Küba’da yaşamış olduğunu ve 1978’de Küba’da öldüğünü keşfettim!.. Yani Ramon Mercader kendi şehrimde, kendi zamanımda yaşamıştı… ve böylece bir roman fikri ortaya çıktı.

Sonra Troçki'nin katledilmesinin nasıl planlandığını ve nasıl gerçekleştirildiğini aktarırken aynı zamanda sosyalist ütopyanın nasıl yoldan çıktığını, Stalin’in insanların eski çağlardan beri hayalini kurduğu eşitlikçi bir siyasal projenin içini nasıl boşalttığını da anlatabileceğimi fark ettim.

Ve romanın asıl meselesi de her şeyden çok bu: Ütopyanın insanların elinden nasıl kaydığı ve toplumsal yapısı milyonlarca insan için kabusa dönüşmüş bir rüya üzerine kurulu Küba gibi bir ülkede yaşayanların bunu nasıl deneyimlediği ve başlarına nelerin geldiği.

 

STALİNİST İDEALİST KATİL, RAMON MERCADER!

- Stalin ve Troçki çok iyi bilinen tarihsel kişilikler ancak Troçki’nin katili Ramon Mercader pek tanınmıyor.

Kimdir Ramon Mercader? Bir idealist mi, bir tetikçi mi, yoksa kurban mı?

İşin doğrusu Ramon Mercader’in kim olduğunu kimse bilmiyor. Mercader’in kendisinin de bildiğini sanmıyorum. En az iki hayat öyküsü, birden fazla adı ve hikâyesi olan bir adam… Bu çok zor bir şey olmalı.

Ancak sanırım bana sorduğunuz şeyin yanıtı şu: Sosyalizmin zaferi için her tür fedakarlığın yapılabileceğine ve bu süreci en iyi yönetecek kişinin Stalin olduğuna inanmış bir idealist; adam öldürmeye hazır bir tetikçi ama para için değil, tarihsel ve ideolojik bir davanın şerefine sahip olmak için; aynı zamanda kilden bir heykeli şekillendirirmiş gibi farklı şekillere sokulan ve cehennemin ortasına gönderilen bir kurban.

Ancak ilginçtir, bu kişi aynı zamanda çok zeki, farklı kılıklara girebilen, bir aktör gibi rol yapabilen, eylemlerine başkalarını da alet edeceği için son derece kinik bir mizaca sahip biri olmalı.

Anlaşılması son derece zor olan, karmaşık bir adam ve bu adamın arkasındaki gerçek kişinin kim olduğunu düşündüğümüzde çoğu kez asla tamamen aydınlatamayacağımız karanlık bir leke kalacak.

Hakkında öğrenmeyi başardıklarımla, kim olduğunu görebilmemize biraz olsun yardım edecek bir ışık tutmaya çalıştım ama yine de ortaya çıkan onun sadece bir silueti.

‘DAHİLER DE HATA YAPAR!’

- Troçki, Sovyetler Birliği’nden sürgün edildikten sonra 4 yılı aşkın bir süreyle İstanbul’da yaşadı, en önemli eserlerini Büyükada’da kaleme aldı. Ardından Fransa’ya, oradan Norveç’e ve son olarak Meksika’ya gitti.

Belki de en çok misafirperverlik gördüğü, rahatça çalışabildiği yer Türkiye oldu. Üstelik Rusya’ya daha yakındı, arkadaşları onu rahatça ziyaret edebiliyordu.

Sizce Türkiye’den ayrılmakla hata mı etti?

Troçki bir siyasetçiydi ve siyasetçi gibi düşünüyordu. Bu yüzden tüm kararlarını bir siyasetçi gibi aldı, hatta bu yüzden pek çok arkadaşının ve takipçisinin yanı sıra ailesini de feda etti.

Siyaset mücadelesinin verildiği ortama yakın olması gerekiyordu ve Büyükada’da fazla yalıtılmıştı. Fransa’da daha aktif olabileceğine inandı.

Bu tarihsel bir hata olabilir ama savaşmaya devam etmek isteyen ve bunun için en iyi yeri arayan bir adam için bu anlaşılabilir bir şey. Tabii belki de bu bir hataydı. Dahiler de hata yapar.

- Stalin’in 20 milyon Sovyet’i öldürdüğü söyleniyor. Troçki iktidarı ele geçirmiş olsaydı durum daha mı farklı olurdu?

Belki farklı olurdu. Her zaman söylemişimdir, öldürülenlerin sayısına bakacaksak, Troçki belki bir milyon kişiyi öldürürdü: Öldürmesi gerektiğini düşündüğü kişileri. Stalin bir sosyopattı, sürekli öldürmeye devam etti.

Troçki kendinden emindi, Stalin değildi. Troçki bir siyasetçiydi, Stalin kaçık bir fanatikti. Ancak gerçekte ne olurdu asla bilemeyiz. Olup bitmiş şeye tarih diyoruz, başka bir durumda neler olabileceğine değil.

‘KÜBA’DA SİSTEM, YOKMUŞUM GİBİ DAVRANIR!’

- Köpekleri Seven Adam sadece tarihsel kişiliklerin sıra dışı hikâyelerini değil, bir ütopyanın nasıl ve neden yoldan çıktığını ve kurgusal bir karakter olan İvan aracılığıyla otuz yıllık bir dönemde Küba’da neler yaşandığını da gerçekçi bir dille anlatıyor.

Bu konuya biraz değinir misiniz? Küba’nın kendi ütopyası, devrimden 60 yıl sonra ne durumda?

Kübalı yazar İvan, romanda kurgusal bir karakter ama aynı zamanda karakterler arasında en gerçek olanı: Gerçek çünkü onu tanıyorum, kim olduğunu, düşüncelerini, hayal kırıklıklarını biliyorum.

İvan benim jenerasyonumdan biri, deneyimleri benimkine ve Küba’da tanıdığım birçok kişiye benziyor. İvan, Küba’nın yakın tarihinin en zorlu yıllarında, bir yazarın dışlanmakla kalmayıp entelektüel ve sanatsal anlamda tümüyle yok edilebileceği bir zamanda yaşıyor.

Küba kültüründe 70’li yıllara boşuna ”karanlık dönem” denmiyor. Bu çok geniş ve karmaşık bir konu; birkaç sözcükle açıklamak zor ama onlarca aydının farklı nedenlerle - ideolojik, cinsel, dini nedenlerle - marjinalleştirilmiş olduğunu ifade ediyor.

Bugün Küba’da aynı siyasi ve ekonomik sistem devam ediyor ama pek çok dönüşüm yaşandı - özellikle de toplumda - ve bu değişimlerin farklı tarihsel nedenleri var. Her halükarda bir sanatçıyı yok edebilen veya yokmuş gibi davranan bir sistem.

Kendimden örnek vermem gerekirse: Kitaplarım kendi ülkem olan Küba’dan çok yurtdışında yayınlandı; burada benimle röportaj yapmazlar, televizyona çıkarmazlar, aldığım ödüllerin haberi de yapılmaz… ancak beni cezalandırmaya da çalışmıyorlar. Sistem bu şekilde işliyor.

- Bugün Latin Amerika ülkelerinin çoğu büyük sosyoekonomik eşitsizliklerle, yolsuzluklarla, yüksek suç oranlarıyla ve siyasi istikrarsızlıklarla boğuşuyor. Küba bu problemlerle karşılaşmamış görünüyor, en azından bu seviyede. Bu görüşe katılıyor musunuz?

Aynı fikirdeyim. Küba toplumu her şeye rağmen kıtanın geri kalanından daha eşitlikçi bir toplum. Politik sistem altmış yıldır aynı ve her zaman Fidel Castro olsa da olmasa da bu sistemin sürdürüleceği söylenmiştir.

Suç oranı konusunda da haklısınız: Küba pek çok küçük suçun (örneğin yolsuzluk) işlendiği bir yerdir ana şiddete başvuran bir toplum değildir.

Sanırım bu olgu işlenen suçların, yapılan soruşturmaların vb. konu edildiği polisiye romanlarıma çok iyi yansıyor ancak kıtanın diğer ülkelerinde olduğu gibi genel bir siyasi veya toplumsal şiddet yok.

Fotoğraf: IVAN GIMéNEZ

- Küba Devrimi, Rus Devrimi’nin aksine gerek Türkiye’de gerek dünyada sol görüşlü pek çok kişi için hâlâ yaşıyor. Ambargo ve diğer faktörler nedeniyle Küba halkının zor koşullarda yaşadığı biliniyor ama Küba halk sağlığı sistemiyle, herkes için ücretsiz eğitim sağlamasıyla övgü topluyor.

Küba halkının çok cesur olduğunu, zorluklara şarkı söyleyerek, dans ederek göğüs gerdiğini de biliyoruz. Sizce bu romantik bir bakış açısı mı, gerçeği mi yansıtıyor?

Romantik bir bakış açısı ama gerçeği de yansıtıyor. Açıklayayım: Adanın dışından bakıldığında Küba ya kusurlarıyla ya da başarılarıyla görülüyor. Yargılayan kişinin bakış açısına bağlı olarak ya bir cehennem ya da sosyalist bir cennet olduğu söyleniyor.

Küba halkının yaşadığı zorlukların bir kısmının ABD’nin ticari ve ekonomik ambargosundan kaynaklandığı, bunun adadaki hayatı çok zorlaştırdığı doğru.

Türkiye’nin Küba gibi 60 yıl boyunca Amerikan ambargosu altında yaşadığını düşünebiliyor musunuz?

Ancak gerçek olan bir diğer şey, Küba’nın ekonomik sisteminin yıllardan beri çok verimsiz, çok dogmatik olması. Şimdi bunu biraz değiştirmeye çalışıyorlar ama sadece biraz…

Tüm bunlar Kübalıların büyük yokluklar yaşamasına neden oldu, hâlâ da bu yoklukların sıkıntısını çekiyoruz. Okullar ve hastaneler hem ücretsiz hem kaliteli olmasına rağmen nüfusun büyük çoğunluğu bu yüzden yoksullaştı.

Ancak tüm bunlara kültürel bir faktörü de eklemek gerekir: Kübalıların karakterini. Yokluklardan, kötü siyasi ve ekonomik kararlardan daha fazla etkilenmediysek bunun nedeni Kübalıların karakteri.

Her hâlükârda, bugün Küba’nın büyük bir ekonomik sıkıntı altında yaşadığı, pek çok, pek çok insanın büyük ekonomik, sosyal ve manevi ihtiyaçlarını karşılayamadığını söylemem gerekir.

- İspanyol vatandaşlığınız da olmasına rağmen Küba’da yaşamayı tercih ediyorsunuz. Ayrıca, aidiyet, dostluk ve sürgünlük gibi konular eserlerinizde önemli bir yer tutuyor.

Neden zorluklarına rağmen Küba’da yaşamakta ısrar ediyorsunuz?

Çünkü ben bir Kübalıyım. Çünkü Kübalı bir yazarım. Çünkü Küba hakkında yazan bir Kübalıyım ve yazabilmek için Kübalıların yaşamına, gerçeğine, düşünüş tarzına ihtiyacım var. Burada kalmaya yıllar önce karar verdim.

Küba dışında çalıştığım yayıncılar ve film prodüktörleri var ama Küba’da yazıyorum. Küba’daki yaşamdan besleniyorum.

Küba’nın kültürel hayatını yönetenlerin beni görünmez yapmaya çalışmasına karşın Küba’da çok sayıda okura sahibim ve hepsinden öte, kendi kültürüm, kendi dilim, kendi tarihim burada. Evim burada ve hayatı burada kendi yaradılışım doğrultusunda yorumlayabiliyorum.

Bu yüzden hep Küba ve İspanya (bunun bana çok faydası oluyor, örneğin seyahat ederken) olmak üzere iki ülkenin vatandaşlığına sahip olduğumu ama tek vatanım olduğunu söylüyorum: Ben tümüyle bir Kübalıyım.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler