Gerçekle düş arasında ‘yürüyen kadın’; Gradiva!

79 yılının 24 Ağustos günü her şeyin başlangıcı sayılır. Aslında Vezüv’ün püskürtüleri koskoca kenti yuttuğunda oradaki yaşamı yok etmişti. Yani başlangıç, bitişin işaret fişeği olmuştu. Yıllar sonra o küllerin altından çıkan bir kabartmanın yeniden yaşam bulmasının öyküsü Bir Pompei Düşü-Gradiva’da (Wilhelm Jensen / Çeviren: İlknur İgan / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları) anlatılan. Bol dökümlü elbisesinin eteğini toplayarak yürümeye başlayan genç bir kadın var orada. Ayağında sandaletleriyle klasik güzelliğin simgesi bir kadın; Gradiva!

Yayınlanma: 21.07.2022 - 00:03
Abone Ol google-news

HÜZÜN, ÖLÜM, ÖLÜMSÜZLÜK!

Yaşamla düş hangi evrede birbirinden kopar? Yoksa veya daha iyisi birbirlerini besleyen iki süreç karşısında umarsız tutkuların dolambacında nerelere savrulur insan? İçinden çıkılmaz soruların yanıtlarını bulmak çok zor.

Şurası kesin ki, bellek, en içinden çıkılmaz anlarda kendine bir çıkış yolu buluyor. Bulunan çözümün mantıklı olup olmaması umurunda değil kimsenin. Önemli olan kendi evreni içinde mutlu olmak. Bir Pompei Düşü-Gradiva’yı (Wilhelm Jensen / Çeviren: İlknur İgan / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları) okurken benzer sorular dönüp duruyor havada.

İnsanlık tarihinin en dramatik olaylarından biri olan Vezüv yanardağının patlamasıyla küller altında kalan Pompei kentinin kalıntılarından çıkarılan sayısız taşlaşmış beden yanında bir kentte bulunması gereken nesneler toplamı barındırdıkları gizlerle gün ışığında artık.

KÜLLERİNDEN ALTINDAN YAŞAM BULAN BİR KABARTMANIN ÖYKÜSÜ!

Bir döneme can vermiş kişilerin şu anda hareketsiz olmalarındaki hüzün, ölüm ve ölümsüzlük duygularıyla sarsıyor izleyeni. O zamanların günlük yaşamından bir kesit dondurulmuş durumda.

79 yılının 24 Ağustos günü her şeyin başlangıcı sayılır. Aslında Vezüv’ün püskürtüleri koskoca kenti yuttuğunda oradaki yaşamı yok etmişti. Yani başlangıç, bitişin işaret fişeği olmuştu. Yıllar sonra o küllerin altından çıkan bir kabartmanın yeniden yaşam bulmasının öyküsü anlatılan.

Bol dökümlü elbisesinin eteğini toplayarak yürümeye başlayan genç bir kadın var orada. Ayağında sandaletleriyle klasik güzelliğin simgesi bir kadın. Arkasından, onu esenlemeye çalışan bir elin döktüğü su görülüyor. Gideni su ile yolcu etmek.. Toplumumuzda da var olan bir geleneğin örneğini orada görmek, adına kültür denen oluşumun binlerce yılın birikimiyle ortaya çıktığının kanıtı olmalı.

SAVAŞ TANRISI MARS GRADIVIUS VE İLERLEYEN KADIN GRADIVA!

Müzelerdeki sayısız antik çağ yapıtlarından biri olan bu kabartmayı (rölyef) ayrıksı kılan nedir? Benzer düşüncelerle yola çıkan bir yazarın anlattıkları bambaşka düşüncelerin kapılarını araladı bir gün.

Günümüzde Vatikan Müzesi’nde yer alan ve yaratıcısı bilinmeyen bir yapıt karşısında ondan etkilenerek oturup roman yazmak düşüncesi her şeyin gidişini değiştirmeye yetecekti.

Alman yazar Wilhelm Hermann Jensen (1837-1911) Gradiva adını verdiği romanını 1800’lerin sonlarına doğru yazdı. Gradiva “ilerleyen kadın” demek. Eski çağ ozanlarının savaş tanrısı Mars Gradivus’a gönderme yaparak bu adı seçmişti Jensen. Kabartmadaki görüntüden etkilenen yazar, bu duyguyu yazdığı roman kahramanı Norbert Hanold’a yüklemekte duraksamayacaktı.

DÜŞSEL BİR KARMAŞA

Arkeoloji öğrencisi Hanold’un Gradiva’ya tutkuyla bağlanması yaşamını altüst eder. Odasındaki duvara astığı bir kopyasıyla arasında oluşan görünmez bağ sanrı boyutuna dönüşür. İşin bu noktasında gerçeklikten düşe doğru bir kayış başlayacaktı. Yaşadığı dünyadan kopmanın yarattığı ruhsal bozukluk bir noktadan sonra kendi iç-gerçekliğini yaratır.

Bir mermere oyulmuş görüntüye duyulan tutkulu aşkla sürüklenen Hanold, Antik dünyanın düşsel zamanlarında sevdiği kadınla buluşmayla yeni bir sürece geçmekte gecikmez. Romanda ilginç bir kurgulama ve akış planının varlığı hemen dikkatleri çekiyor.

Anlatıdaki çapraşık sistemde geçmişin sanal dünyasıyla gerçeklik arayışını açıklamak kolay olmasa gerek. Ortada oldukça karmaşık bu durum var. Roman kahramanının düş ortamındaki kadının gerçekliğini test etme yöntemi bile çok ilginç.

Gradiva’nın eline dokunma bahanesi olarak konuya eklenen sinek, ince ve yaratıcı bir zekânın ürünü kanımca. Bu nedenle kavranması güç bir olay örgüsünün içine çekilen okur için de zor zamanlar pusuda bekliyor.

FREUD’UN DEĞERLENDİRMESİ

Oldukça farklı bu roman Jung’un dikkatinden kaçmamış olmalı ki Freud’a da önermiş. Freud da Gradiva üzerine “Sanrı ve Düş” başlıklı incelemesini 1906 yılında tamamlamış. Oradaki bir saptamaya göre Hanold’un sanrısı, yaşadığı kasaba sokaklarında gezinirken Gradiva’nınkine benzeyen bir yürüyüş bulmaya değin uzanabiliyor.

Kurmaca içinde bir gerçeklik tasarlamış Jensen. Yine o gerçekliğin bir başka düşe uzanan çapraşık sürecini anlatmış satırlarında. Doğrusu istenirse yanılsamanın bir başka boyutu daha var.

HANOLD’UN SANRILARI...

Asıl konu kadından çok Norbert Hanold’un sanrıları üzerine kurulu. Kurmaca bir gerçekliği simgeleyen bu genç erkeğin karşısına aldığı mermer kadın imgesi üzerinden tutkularını açığa vurması değinilen çapraşıklığın boyutunu göstermesi bakımından izlenmeye değer.

İster istemez yaşananların ne ölçüde gerçeklik olduğu sorunsalını gösteriyor roman. Çünkü, uzun erimde her gerçekliğin sonsuza karışma gibi bir yapısı olduğunu unutmayalım.

Yeniden başa dönelim. Alışılagelmiş bir aşk öyküsü gibi görünen romanın derinliklerine inildikçe insanın düşünsel boyutunun sınırsızlığına tanık olunuyor. Üstelik tek kişiyle sınırlı olmayan bir oluşumla yüz yüzeyiz. Yazılanlar okundukça zaman zaman herkeste görülebilecek sınırsız sanrıların dışavurumu açıklanabilir olması hiç de kolay değil. Adı bilin(e)meyen sanatçı eliyle taştan yaratılmış klasik kadın figürü üzerine yüzyıllar sonrası bir roman yazarının kurguladığı öykünün trajikliği düşündürücü. Mutlak aşkın sınırsızlığını gösteren Bir Pompei Düşü-Gradiva’nın dilimizde yayınlanmasını bir kazanç olarak görüyorum.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler