Uğur Mumcu'nun katilleri hâlâ serbest: Karanlıklar aydınlansın!

Gazetemiz yazarı Uğur Mumcu, katledilişinin 29’uncu yıldönümünde anılıyor. Ölümünün önündeki sır perdesiyse, yıkılan ‘duvarlara’ karşın aralanmış değil.

Uğur Mumcu'nun katilleri hâlâ serbest: Karanlıklar aydınlansın!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 24.01.2022 - 10:56

Gazetemizin katledilen isimlerinden Uğur Mumcu’nun ölümünden bugüne tam 29 yıl geçti. 

Aradan geçen 28 yılda Mumcu cinayeti hiç gündemden düşmedi. Cinayetle ilgili yürütülen soruşturmada 629 şüpheli gözaltına alındı. Aralarında tutuklananlar, işkence görenler de oldu. Öyle ki, bunların arasından yüzlerce kişi, gördüğü işkenceler yüzünden “Uğur Mumcu'yu ben öldürdüm” demek zorunda kaldı. 

İstanbul ve Ankara Emniyet Müdürlüğü yapmış, o dönemdeki polis teşkilatının önde gelen isimlerinden Mehmet Ağar’ın, Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu’ya söyledikleriyse akıllardan hiç çıkmadı. Ağar, cinayetin soruşturulmasını talep eden Mumcu’ya, “Öyle bir iş ki, bir duvar gibi… Bir tuğla çekersek duvar yıkılır” demişti. 

Yıllar geçti, duvarlar yıkıldı ama o tuğla yerinde kaldı. Mumcu’nun ölümünden bugüne geçen 29 yılda, katilleri hâlâ yargılanmadı.  

“DÜĞÜNÜM VARDI”

Uğur Mumcu’nun katil zanlılarından Abdülhamit Çelik, Mumcu’nun öldürüldüğü gün kendi düğünündeydi. 500’ün üzerinde davetlinin olduğu düğünün davetiyelerini ve düğün günü çekilen video görüntülerini kabul etmeyen savcılık, Çelik’i hapiste tutmaya devam etti.

Mumcu’nun katledilmesinden sonra yaşadığı soruşturma ve dava süreçlerini, “Uğur Mumcu'yu Ben mi Öldürdüm?” kitabında anlatan Çelik, cinayeti işleyenlere ilişkin, “Belki de dışarıda ellerini kollarını sallayarak geziyor” demesi de aslında herkesin aklında olanı, yakınlarının yüksek sesle söylediklerini tekrar ediyordu. 

“MUMCU'YU BEN ÖLDÜRDÜM”

Uğur Mumcu cinayetinden yargılananlar arasında ülkücü mafya mensubu, çeteci Abdullah Argun Çetin adlı bir şüpheli de vardı. 

Çetin, “Uğur Mumcu'yu ben öldürdüm” dediği için yargılanmıştı. 

Çetin, duruşma salonunda bile, "Uğur Mumcu'yu ben öldürdüm" dediği halde serbest bırakılmıştı. 

Hâkim, Çetin’i, “Senin bu olayla ilgin yok. Serbestsin” diyerek serbest bıraktı. 

Çetin’in hakkında “ruh hastası” olduğuna dair raporlar, şahitler ortaya çıkınca elbette ki bütün söylediklerinin üzerine bir şerh konması gerekiyordu. ‘Koskoca’ devlet ajanı kalkıp bütün yaptıklarını ortaya dökecek değildi ya. 

Öte yandan, “deli” denilen Argun Çetin, TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu’na davet edilmiş, komisyonda görüşleri alınmıştı. Abdullah Çatlı’yla ahbaplıklarını anlatan Çetin, Azerbaycan’da ve Ermenistan’da Fransız ordusu adına yaptığı suikast eylemlerini, yine Fransa adına Çad, Somali ve Etiyopya’da lejyoner olarak görev yaptığını söylüyordu. 

Mumcu’nun ölümüne sebep olan bombanın yapımında yer aldığını öne süren, duruşma salonunda Mumcu’yu öldürdüğünü de söyleyen Çetin, “Senin bu olayla ilgin yok. Serbestsin” diyerek serbest bırakılmıştı. 

Bir yandan “Uğur Mumcu'yu ben öldürdüm” diyenler serbest bırakılıyor, bir taraftan da cinayetle ilgisi olmadığını söyleyen yüzlerce kişi kovuşturuluyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, işkence görüyordu. 

“MEHMET EYMÜR GELDİ, YEŞİL’İ ALIP GİTTİ”

Uğur Mumcu’nun ağabeyi Ceyhan Mumcu, suikastı ve çok sayıda faili meçhul cinayeti aydınlatacak olan “Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım’ın 1995 yılında Ankara Emniyeti’nde verdiği kayıp ifadesinin akıbetini soruyordu. Ağabey Mumcu, Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü 1993’teki cinayetlerde adı sıkça geçen Yeşil’in Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde verdiği ifade zaptını Emniyet’ten alan kişinin eski MİT Kontr Terör Daire Başkanı Mehmet Eymür olduğunu belirtmişti. 

Eymür’ün, Yeşil’in Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde sorguya çekildiğini, ardından da Yeşil’i Emniyet’ten teslim aldıklarını kabul ettiğini vurgulayan Mumcu, “Yeşil’in MİT’e vermiş olduğu ifade Ergenekon Mahkemesi’nin dava dosyasına girmiştir. O ifade şu anda bizim elimizde. Ancak Yıldırım’ın Emniyet’e verdiği ifadelerin nerede olduğu sorusu cevapsız kalmıştır” dedi.

Yeşil’in ifadesini alan ismin, dönemin Ankara Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar olduğunu söyleyen Mumcu, şunları söylemişti:

“Emniyet Genel Müdürlüğü bana gönderdiği yazıda bu ifadelerin bulunamadığını açıkladı. Orhan Taşanlar ise Yeşil’in gözaltına alındığını ve ifadesinin alındığını doğruladı. O tarihte Ankara Asayiş Şube Müdürü Sedat Vural ile de görüştüm. O da Orhan Taşanlar’ı doğruladı. Bu konuda daha fazla bilginin Deniz Gökçetin’de olduğunu söyledi. Bunun üzerine görüştüğüm o dönem Ankara Asayiş Şube Müdür Yardımcısı olan Deniz Gökçetin, ‘Evet ifadeyi biz aldık, fakat Mehmet Eymür gelip ifadeyle birlikte Yeşil’i alıp gitti’ dedi. Yeşil’in çok önemli açıklamalar yaptığı ifade devlet arşivinden yok edilmiştir. Mehmet Eymür’ün Yeşil’i ve ifadesini aldığı kesindir.”

KAPLAN CEMAATİ’NE GİRDİ

Mumcu, bir düşünce insanı, bir aydın, bir toplumsal figürdü. Ama her şeyden önce bir araştırmacı-gazeteciydi. Araştırmacı-gazetecilik ekolünün Türkiye’deki en önde gelen temsilcilerinden olan Mumcu, Türkiye’de laikliği hedef alan yapıları deşifre etmiş, onları kamuoyunun karşısına çıkartmıştı.

İslami hareketin yükselişte olduğu yıllarda öne çıkan yapılardan olan Kaplan Cemaati’ni araştıran Mumcu, Federal Almanya’ya giderek cemaatin lideri olan Cemalettin Kaplan’la bir söyleşi gerçekleştirmiş, Suudi Arabistan ve İran destekli İslamcı örgütleri ele alan “Rabıta” isimli kitabıyla ses getirmişti. 

Cemaatler hakkında yaptığı haberler, yazdığı kitaplar belki de onun hedef haline gelmesine, katledilmesine sebep olan icraatlarıydı. Yaptıklarının başına bela olacağını o da biliyordu. Fakat korkmadan yazmaya, haber peşinde koşmaya devam etti.  

DİN, TİCARET, SİYASET ÜÇGENİNİ ANLATMIŞTI

Mumcu, yazdığı kitaplarda, yaptığı haberlerde, çıktığı TV programlarında, yükselmekte olan İslami hareketlerin finansal kaynağını da anlatmıştı. 

Din, ticaret ve siyaset üçgeninde geçen ilişkileri belgeleriyle deşifre eden Mumcu, İslamcı ideolojiyle devleti ele geçirmek isteyen gerici yapılanmaları birbirinden ayırmış, bu gerici yapılanmaların gelir kaynaklarını, örgütlenme modellerini, çalışma biçimlerini, hükümetlerle ve medya kuruluşlarıyla ilişkilerini ortaya çıkartmıştı. 

İslamcı hareketin yükselmesine ilişkin seküler çevredeki endişelerin kendisine sorulduğu bir TV programında Mumcu, şunları söylüyordu, yıl 1992’ydi:

“İslamcı ideoloji bütün ideolojiler gibi serbest olmalıdır, o bakımdan bir tereddüt yok. Ancak bazı gözlemlerimiz var, bunların altını çizmek gerekiyor. Opus Dei bir Katolik örgütlenmesinin adıdır. Siyaset, ticaret ve din üçgenine dayanır. Batıdaki bütün yayın organlarına, televizyon kanallarına egemen bir örgüt… Türkiye’de buna benzer yeni bir parasal kaynak bulundu İslamcı ideolojiye... Örneğin İslamcı bankerler, bunlar sözde faize karşıdır ama ‘hile-i şeriye’ yoluyla… İslam hukukunda ‘riba’dır bunun adı. Bu faizin bir başka çeşididir. O kadar yaygın bir örgüttür ki bu, Almanya’daki camilerde birtakım broşürler dağıtılır, denilir ki, ‘Paralarınızı bu İslamcı bankerlere yatırın çünkü Kuran öyle emretmiştir’ 

Bu İslamcı kuruluşlar sağcı, milliyetçi, dinci yayın organlarına kredi verir. Örneğin SEKA’dan ton ton kâğıt alır, gazetelere verir. O kendi aralarında bir ilişkidir. O kadar ayrıcalık sahibidir ki bu İslamcı bankerler, battıklarında İcra-İflas Kanunu yürürlükte değildir, Ticaret Kanunu yürürlükte değildir. Ne yürürlüktedir? Başbakanın takdirleri…”

FETÖ TEHLİKESİNİ 30 YIL ÖNCEDEN UYARMIŞTI

1980’li yılların ortalarından günümüze kadar gelen süreçte devletteki kritik kadrolarda yapılanmalar sağlayarak güçlenen ve bu süreçte gelen birçok iktidarın örtülü desteğini alan Gülen Cemaati (FETÖ), o zamanlar kamuoyunda adını yeni yeni duyurmaya başlamıştı. 

Örgüt henüz çekirdek halindeyken, ne kadar büyük bir tehlike teşkil ettiğini anlatan Mumcu, endişelerini şöyle aktarmıştı:

“Hem İslamcı hem laik anlayış olmaz. Ya laiklik ya İslamcılık. Mustafa Kemal ve düşün arkadaşları laisizmi benimsediler. Köy Enstitüleri olayını bu süreç içinde değerlendirmek gerekir. Köy Enstitüleri 1940’lı yılların başında çıktı, 1940’lı yılların sonlarına doğru kapatıldı, yıkıldı… Şimdi aynı köy çocukları Köy Enstitüleri yerine imam-hatip okullarına gidiyorlar. Gidiyorlar da ne oluyor?

Bunlar imam-hatip olmuyorlar. Hukuk fakültelerine gidip yargıç ve savcı oluyorlar. Siyasal bilgiler fakültesine gidip kaymakam oluyorlar. Hukuk fakültesinde okuyup da daha önce imam-hatip mezunu olanlara burs veriyorlar. Burs verilen öğrenciler de sınavsız yargıç ve savcı oluyorlar. 2000 yılına doğru baktığımızda vali ilahiyat fakültesi mezunu, emniyet müdürü İslam enstitüsü mezunu, kaymakam imam-hatip mezunu olacak…” 

İşte Mumcu böyle uyarmıştı. Cemaatler devleti ele geçirdi. Kanlı bir darbe girişiminde bulundu. Ancak siyasal iktidarlar cemaatlerin devlet içerisine yerleştiğinin tehlike unsuru ettiğini bilmiyorlar gibi, FETÖ’nün bıraktığı yerden yeni cemaat yapılanmalarına devam ediyorlar. 

HAVADA KALAN TUĞLALAR

Bütün bu tiyatroların sebebi de belliydi aslında. Tuğla çekilmek istenmiyordu. Ağar’ın çekmekten imtina ettiği tuğla, kendisine de başkalarına da zarar verecek, onları örten duvarı ortadan kaldıracaktı. Tuğlalar tek tek çekildi ancak havada kalan tuğlalar, Mumcu’nun cinayetini işleyenleri örtmeye devam etti.  

Yeni Uğur Mumcu’lar ise, Mumcu’nun 1975 yılında yazdığı “Sesleniş” adlı yazısında aktardığından farksız vaziyetteler: Linçlere maruz bırakılıyorlar, tutuklanıyorlar, sürgün ediliyorlar, vuruluyorlar, öldürülüyorlar. 

Uğur Mumcu, 24 Ocak’tan bugüne aynı gür, güçlü sesiyle, “Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım unutma bizi!..” diye seslenmeye devam ediyor. 


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler