Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Doksan Yıl ve Bir Gün...
Bu yazıyı en geç pazar günü 15’e kadar göndermek zorundayım. Seçim sonuçlarının belli olmasına birkaç saat kala. Yani belli olan sonuca ilişkin bir şeyler yazabilmem olanaksız.
O halde öyle bir konu bulmalıyım ki, hem seçim günü ile ilgili olsun, hem de önemi seçimin sonucunu çok geride bıraksın.
Aradığım konuyu, seçim için kullanılan söylemlerden birinden türettiğim bir soruda buldum. Söylem, şöyleydi: “Eğer Cumhuriyet’in kazanımlarını korumak istiyorsanız, mutlaka sandık başına gidin!” Bugünkü konu için temel olacak soruyu da şöyle düzenledim: “Doksan yılı geride bırakmış olan bir Cumhuriyet’in kazanımlarını korumak, tek bir günde sandığa gitmeye veya gitmemeye bağlı kalmışsa eğer, bu ne hale getirilmiş bir Cumhuriyet’tir?”
Evet. Kanımca doğru karar verdim. Çünkü doğru ve daha başkalarına da gebe olan çok doğurgan bir sorudan yola çıkıyorum. Ve işe, Cumhuriyet’in 1923- 1938 arasındaki 15 yılını bu hesaplaşmanın dışında bırakarak başlıyorum. Çünkü o 15 yıl, Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün dönemi. Başka deyişle, Osmanlı’nın kalıntılarına ilişkin türlü hayaller kuran emperyalistleri hayallerinde bile göremeyecekleri bozgunlara uğratan görkemli bir Milli Mücadele’nin ardından yeni bir devletin temellerinin düşünülebilecek en güçlü ve en gerçekçi biçimde atıldığı dönem.
Dikkat edilirse, burada Mustafa Kemal’in Cumhuriyeti’ni “Birinci Cumhuriyet” diye nitelendirmiyorum. Çünkü Türkiye’de bugüne kadar yalnızca tek bir Cumhuriyet oldu, o da Mustafa Kemal’in Cumhuriyeti’ydi. “İkinci Cumhuriyet” ise 1923’te kurulan Cumhuriyet’in ne anlam ifade ettiğini ancak “Yetmez ama evet” diyebilecek kadar kavrayabilmiş sözde aydınlar tarafından kullanılan bir adlandırma olarak ölü doğdu. Zaten aslına bakılırsa ülkemizde Cumhuriyet’in sorunu hiçbir zaman “kaçıncısını yaşadığımız” sorusundan kaynaklanmadı. Bu bağlamdaki temel sorun, bugüne kadar hep 1923’te kurulan ilk ve tek Cumhuriyet’i ne ölçüde sahiplenebildiğimiz ya da sahiplenemediğimizdi.
1938’den günümüze kadar uzanan zaman diliminde Cumhuriyet’in karşılaştığı bunalımların ve sorunların nedenlerini hep 1923-1938 arasında aramaya kalkışanlar, 1938’den sonrasının hesabından kendilerinin sorumlu olduklarını kabule hemen hiç yanaşmadılar. İşte bu nedenledir ki yazımın girişinde sorduğum soru, pazar günkü seçim nasıl sonuçlanmış olursa olsun, geçerliliğini ne yazık ki daha uzun süre koruyacak: “Doksan yılı geride bırakmış olan bir Cumhuriyet’in kazanımlarını korumak, tek bir günde sandığa gitmeye veya gitmemeye bağlı kalmışsa eğer, bu ne hale getirilmiş bir Cumhuriyet’tir?”
“Fikri hür, vicdanı hür nesiller” yetiştirmeyi, genç Türkiye’yi Türkiye olarak “muasır medeniyet seviyesine yükseltmeyi” hedef edinmiş bir Cumhuriyet. 1938’e kadarki, işte böyle bir Cumhuriyet’ti. Ve birincisi falan değil, tek’ti.
Peki ya sonrası?
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Çorlu tren faciası davasında 6 yıl sonra karar çıktı!
- Beslenme çantalarının içi boş kaldı...
- Böylesi görülmedi: Tavuk mu horoz mu?
- Özel yeni üye kampanyasını başlattı
- Bugün 23 Nisan! Arşiv görüntüleriyle Meclis'in açılışı..
- Erdal Sağlam'dan ekonomi analizi!
- Belediye başkanı 'sıkıntı olmayan belediyemiz yok' dedi
- Özdağ'dan hükümete Dünya Bankası tepkisi
- Meclis'te gerilim
- Tarım Bakanlığı'nda 'Suriyelilere kadro' iddiası
En Çok Okunan Haberler
- Kepez Belediyesi'nde yeni başkan belli oldu
- ‘Haddini bilsin, tepemin tasını attırmasın’
- Merkez Bankası faiz kararını açıkladı
- AKP'li isimden istifa çağrısı!
- Dilan ve Engin Polat çiftinin yargılandığı davada karar
- 'Kapıdan içeri sokmayın'
- Evlilikte şanslı olan 4 burç!
- Soylu geri mi dönüyor?
- Çorlu tren katliamı davasında karar!
- Yunanistan'da gündem Samet Akaydin!