Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Ayasofya, Lozan ve Sevr
Siyasette kuraldır; sıkışan, toplumsal tabanı daralan iktidarlar, gündem değiştirmek, oy tabanını tahkim etmek için yapay gündemler yaratır, bir dış düşmana yöneltirler halkın öfkesini. İktidar, bunu yapıyor. Ayasofya kararı da bu kapsamda. Cumhurbaşkanı da Danıştay’ın kararı sonrası, 1934 tarihli bakanlar kurulunda imzası olanları, tarihe ihanet etmekle suçladı zaten. Meselenin hukuki, siyasi, tarihi, dini, ideolojik, toplumsal, simgesel, diplomatik, kültürel boyutları var. Danıştay kararının açıklanmasıyla Lozan’a çullananlar, hilafetin geri getirilmesini isteyenler, Atatürk’e hakaret edenler, İstanbul’un başkent olmasını önerenler, bir kez daha kampanyaya başladılar. Lozan için “hezimet”, Cumhuriyet için “travma yarattı”, “enkaz bıraktı”, “zulüm dönemi”, “parantez”, “reklam arası” diyenler de, hemen kampanyaya katıldılar.
Sorun şu. Tarih bilgisi sığ ve de fazlaca önyargılı olunca, tarihsel bilinç gelişmiyor. O nedenle de sadece Ayasofya’yı, yalnızca İstanbul’u değil, vatanı kurtaran Atatürk’e düşmanlık, son bulmuyor. Öyle ki kimileri, Atatürk’ün Çanakkale Muharebelerindeki komutanlığını ve kahramanlığını yok sayacak kadar komik duruma düşüyorlar. Kurtuluş Savaşı’nı da, emperyalizme ve ülkemizdeki uzantılarına karşı bağımsızlık savaşı olarak değil, Türk - Yunan savaşı olarak görüyorlar.
HAMASET VE İŞGAL ALTINDAKİ ADALAR
Ayasofya’da ilk cuma namazının 24 Temmuz’da kılınması, zamanlama açısından manidar, simgesel olarak önemliydi. Malum, 23 Temmuz 1908 İkinci Meşrutiyet’in ilan edildiği, 24 Temmuz 1923 Lozan’ın imzalandığı tarih. Dün bir kez daha görüldü ki dinin siyaset üzerinde baskısı arttıkça, laik devlet yapısı aşındıkça, siyasetçiler dini kullanıp siyasallaştırdıkça; akıl, bilim ve gerçekçilik zemin kaybediyor. Hamaset öne çıkıyor. Yunan işgalindeki Türk adaları sorununu en çok gündeme getiren isimlerin başında gelen eski Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri Ümit Yalım’ın da vurguladığı gibi, Ayasofya’nın tapusuna sahip çıkan iktidar, Ege Denizi’nde işgal edilen 18 Türk adası ve 2 Türk kayalığının tapusuna ve egemenlik hakkına sahip çıkmıyor. Yunanistan, işgal ettiği adalarda kiliseler inşa ederken Türkiye’den ses çıkmıyor. Yalım, şu konuya da dikkat çekiyor: “İktidarın himayesi ve desteğiyle ABD, İngiltere, Finlandiya, Yeni Zelanda, Girit ve Rodos’tan getirilen papazlar Fener Rum Patrikhanesi’nin Sen Sinod Meclisi’ne yerleştirildi. Lozan’a aykırı olarak papazlara Türk vatandaşlığı verildi. Anılan papazlardan ikisi Rum cemaatin olmadığı İznik ve Bursa’ya metropolit olarak atandı”.
Bu koşullarda tarihi doğru öğrenmenin, yetkin, bilim ahlakına, fikir namusuna sahip yazarlardan okumanın ne denli önemli, ne kadar yaşamsal olduğu bir kez daha önem kazanıyor. Elimizde bu açıdan zengin bir kaynakça var. Siyasal gündem de denk düştüğü için, bugün, bu konuda iki önemli kitaba, bir kez daha dikkat çekeceğiz. Üstelik bu iki kitap, birlikte veya ardı ardına okunduğunda, Milli Mücadele konusunda çok önemli sorular yanıt buluyor. İlk kitap, Alev Coşkun’un “Diplomat İnönü Lozan”; ikincisi, Osman Olcay’ın “Sevres Antlaşmasına Doğru” kitabı. İkisi de Kırmızı Kedi Yayınevi’nce basılmış. İkisi de, tarihe ve siyasete ilgi duyanlar, Lozan ile Sevr arasındaki büyük farkı bilmek isteyenler için, temel başvuru kaynağı niteliğinde.
LOZAN ZAFER, SEVR ESARETTİR
Israrla, sıklıkla belirtmek gerekir: Lozan Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası kuruluş belgesi, tapu senedidir. Lozan’daki Türk heyetinin baş delegesi olan İsmet Paşa da diğer nitelikleri yanında, asker diplomatlar kuşağının mümtaz bir temsilcisidir. Alev Coşkun, zengin bir kaynakçadan yararlanarak, 750’den fazla dipnot kullanarak yazdığı, 500 sayfalık kitabında, hem İnönü’nün bu yönünü anlatıyor hem Lozan’la ilgili kapsamlı, ayrıntılı, önemli bilgiler veriyor. Lozan ve İsmet Paşa’ya yönelik asılsız, temelsiz, yalan, yanlış iddiaları, iftiraları belgelere dayanarak tek tek çürütüyor.
Lozan’daki çalışma düzeni, delegelerin çalışma usulleri, çatışan tezler, müzakere konuları, İsmet Paşa - Lord Curzon mücadelesi, Atatürk ve İnönü arasındaki haberleşme, Meclis’teki Lozan tartışmaları, Rauf Orbay’ın başbakanlıktan istifası, yabancı tarihçilerin Lozan’la ilgili görüşleri kitaptaki bölümlerden bazıları. Lozan’la ilgili efsaneler ve hurafeler anlatılırken, “Lozan’ın gizli maddeleri var”, “Lozan, 2023’te sona erecek”, “Lozan’da İngilizler hilafetin kaldırılmasını istedi” şeklindeki yalanlar çürütülüyor. Bir değil, iki savaşı bitiren (Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı), çok kapsamlı ve tarihi kökleri olan sorunları çözen Lozan’da, yüzyılların hesabının görüldüğü vurgulanıyor. Türkiye’nin kırmızı çizgilerinden (Ermenilere toprak verilmesi ve kapitülasyonlar) ödün verilmediği, diğer konularda da Türkiye’nin gücüne, dönemin kuvvet dengesine göre, önemli kazanımlar elde ettiği belirtiliyor.
SEVR’İ LOZAN’A TERCİH EDENLER KİMLER?
Lozan’la ilgili olarak Seha L. Meray, Bilal Şimşir, Ali Naci Karacan, Sevtap Demirci, Namık Sinan Turan, Mustafa Budak ve Sinan Meydan’ın da önemli çalışmaları olduğunu anımsatıp Osman Olcay’ın 824 sayfalık Sevr kitabına geçelim. Kitap, metinler, tutanaklar, belgelerle birlikte 6 bölüm. Kapsamlı bir başlangıç bölümü var. Bu bölümde, Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına yönelik girişimler, Türklere bırakılacak yerlerin denetimi, müttefik devletler arasındaki ilişkiler, Sevr Antlaşması’nı hazırlayan devlet adamlarının kişilikleri ve tutumları, dönemin önemli güncel sorunları, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı’nın değerlendirilmesi, öne çıkan başlıklar. Birinci bölümde, Sevr Antlaşması’nın hazırlık tutanakları; ikinci bölümde, Birinci Londra Konferansı’nın son toplantıları; üçüncü bölümde, San Remo Konferansı’nın görüşmeleri var.
Sevr’in maddelerine bakınca, Türk vatanının nasıl parçalandığı, kimlere devlet kurdurulduğu, Türklere bırakılacak toprakların nasıl denetlendiği, İstanbul ve Boğazların statüsünün ne olduğu, silahsızlandırmaya ilişkin hükümler, azınlıklara verilen imtiyazlar, kapitülasyonlar açıkça görülüyor. Lozan’ı küçümseyenlere sormak gerekiyor: Atatürk olmasa, Kurtuluş Savaşı kazanılmasa, Lozan imzalanmasa, Cumhuriyet kurulmasaydı, yurdumuzda Ayasofya dahil 90 bine yakın cami olur muydu? İşgal edilmiş, orduları dağıtılmış, siyasi, mali, idari, hukuki bağımsızlığı elinden alınmış, güdüm altında küçük bir toprak parçasında yaşamaya mahkûm edilmiş Osmanlı Devleti’nde özgürce ibadet edilir miydi? Anadolu, Türklere kalır mıydı?
Yazıyı bitirirken önemle vurgulayalım: Atatürk’le arasına mesafe koymak, Cumhuriyeti yok saymak; kimseyi daha milliyetçi, daha Müslüman, daha devrimci yapmaz. Emperyalizmin uzantısı, uydusu, işbirlikçisi yapar.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Esad'a ikinci darbe
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 6 asker şehit olmuştu
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi