Erinç Yeldan

'IMF Dönemi Bitti' Aldatmacası

01 Mayıs 2013 Çarşamba

Bugün 1 Mayıs, emeğin ve emekçinin bayramı... 1889’da toplanan İkinci Enternasyonal’de tüm dünya emekçilerinin “birlik, mücadele ve dayanışma günü” olarak kabul edilen ve 1890’dan bu yana kutlanmaya başlanan 1 Mayıs coşkusu 123 yaşında. Bugün, bu coşkuyu sizlerle bu köşede paylaşmak üzere bir yazı düşünmekte idim. Ancak, geçen hafta içerisinde iktisat medyasında yer alan bir haberi ele almanın daha yerinde olacağını düşündüm.

\n

Ekonomi medyasında gürültülü propagandalarla duyurulan habere göre Türkiye artık IMF’ye olan borçlarının son taksitini ödemektedir. Dolayısıyla, IMF ile bir dönem kapanmaktadır. Artık Türkiye kendi yolunu kendisi çizmekte; hatta IMF’ye borç veren bir ekonomi konumuna yükselmektedir.
Bu tür yorumlar ekonominin gerçekleriyle bağdaşmayan çarpıtmalara dayanmaktadır. Şöyle ki, Türkiye IMF’nin iktisadi tarihimizde oldukça uzun geçmişe dayalı bir yeri olmasına karşın, iktisat politikası içindeki konumu özellikle
1998 Yakın İzleme Anlaşması’ndan bu yana daha da belirginleşmiştir. Dolayısıyla 1998 yılı, aynen 24 Ocak 1980 ya da Türkiye’nin sermaye hareketlerine tam serbestlik tanıdığı Ağustos 1989 tarihleri gibi, yakın iktisadi tarihimizde önemli bir dönemeçtir. Bu gözlemleri Bağımsız Sosyal Bilimciler Grubu Yordam Kitap tarafından 2007’de yayımlanan “IMF Gözetiminde On Uzun Yıl, 1998-2008: Farklı Hükümetler Tek Siyaset” başlıklı raporunda ayrıntılı tartışmış idi. Rapordan alıntılar yaparak aktarıyorum:
“1998 yılında Türkiye artık IMF, Dünya Bankası (DB), Dünya Ticaret Örgütü ve uluslararası finans ve derecelendirme kuruluşlarının denetim ve gözetiminde ekonomik ve siyasal kurumlarını neoliberal koşullandırmaların biçimlendirmesini kabullenmiş ve uluslararası işbölümünde kendisine biçilen yeni rolü üstlenmiştir. Bu rolün ana özellikleri şu şekilde özetlenebilir:
* Uluslararası ve yerli finans sermayesine sermaye hareketleri üzerine sınırsız serbestlik güvencesi sağlayarak yüksek finansal getiri sunmak;
İşgücü piyasalarını kuralsızlaştırma ve esnekleştirme yöntemiyle ucuz işgücü deposu haline dönüştürerek katma değeri düşük teknolojilerde uzmanlaşmak ve sanayiini uluslararası şirketlerin taşeronu olarak geliştirmek;
* Üretimde ithal girdi kullanma ve ithal mal tüketme eğiliminin kuvvetlenmesine izin vererek finansmanı esas itibarıyla spekülatif sermaye tarafından sağlanan bir ucuz ithalat cennetine dönüşmek;
Kamu hizmetlerini ticarileştirerek vatandaşları “müşteriye”, kamu hizmeti üreten kurumları “ticari işletmeye” dönüştürmek; kamu iktisadi kuruluşlarını yerli ve uluslararası özel sermaye şirketlerine doğrudan yabancı sermaye cezbetmek uğruna yok pahasına satmak;
* Etkin ve demokratik yönetim, “iyi yönetişim” söylemleriyle, aslında tüm toplumu ilgilendiren stratejik, ekonomik ve siyasi kararların alınmasını ve uygulanmasını demokratik denetim mekanizmalarının dışına çıkarırken devletin neoliberal anlayışa uygun bir biçimde yeniden yapılandırılmasında toplumun desteğini sağlamaya çalışmak.
Görüldüğü gibi bu uygulamalar Türkiye’nin ekonomik ve siyasal bağımsızlığına yönelik açık bir tehdit oluşturmakta ve emeği ile geçinen geniş halk kesimlerinin kazanılmış haklarını geriletmektedir.”

\n

***

\n

İkinci bir çarpıtma ise IMF’ye olan borçların ödenmesiyle sanki Türkiye’nin dış borçları kapatılıyormuş algısının yaygınlaştırılmasıdır. Oysa söz konusu dönemde Türkiye IMF’den borçlanma yerine, doğrudan “piyasalardan” borçlanma yoluna gitmiş ve Cumhuriyet tarihinin en yüksek dış borçlanmasını gerçekleştirmiştir.
Türkiye’nin dış borçları 2002’de 130 milyar dolar idi. 2012 itibarıyla dış borçlarımız 336.8 milyar dolara ulaşmıştır. Dolayısıyla Türkiye on sene içinde dış borçlarını toplam 207 milyar dolar artırmıştır. Bunun 24 milyarı kamu sektörüne (devlete); geri kalan kısmı (183 milyar dolar) özel sektöre aittir.
Özetle, 1998 sonrası IMF Yakın İzleme Anlaşması çerçevesinde izleyen süreçte yapılanlar, ülkemizin hedeflerini ve kaynaklarını kendisinin belirlediği bağımsız, görece eşitlikçi ve sosyal dayanışmacı bir kalkınma stratejisi uygulayabilmesinin önündeki en büyük engeldir. AKP hükümeti de kendinden önceki diğer sermaye partileri gibi, söz konusu programın uygulanmasında öncülük etmektedir.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları