Çevrimiçi (online) dinletiler

01 Temmuz 2020 Çarşamba

Konser” sözcüğü besteci, icracı ve dinleyici üçgenini içerir. 

Besteci eserini dinletebilmek için icracıya muhtaçtır. İcracı ise o müziği paylaşmak için dinleyiciye. İcracı yalnız dinleyicinin alkışını değil, nefesini de hissetmelidir.

Aslında besteci besteleme sürecinde kendi eserini içkulağıyla duymuştur. Ama kâğıt üstündeki o yazıyı duyurabilmek için yine yorumcu gerekir. Yorumcu aradaki köprüdür. O da bestecinin notalarını kâğıt üstünden alıp biz dinleyicilere aktararak canlandırır, yeniden yaratır. 

Bu üçgenin üçüncü ayağı dinleyicidir. Yorumcular 18. yüzyılda küçük oda müziği grupları halinde ya da solist olarak, aristokrat dinleyicilerle yan yana, aynı mekânı paylaşırlardı. 19. yüzyılda büyük konser salonları inşa edildi. Çünkü bestelenen yeni yapıtlar büyük orkestrayı ve büyük sahneleri gerektiriyordu. Böylece, giderek daha büyük konser binaları inşa edilmeye başlandı. Ve artık dinleyici ile yorumcu arasında ayrı bir ortam oluştu. Sahnenin yükseltisi bu iki kitleyi birbirinden ayırıyordu. 

Üçgenin üçüncü kenarı olan salondaki dinleyici de besteci ve yorumcuyla kendisine ulaşan müziği, kendi dünyasında değerlendiren kişidir.

Gelelim günümüzün sanal konser ortamlarına.

Geçen hafta Barselona’nın tarihi Liceu Opera evi salgın için kapattığı kapılarını açtı. Bu bir oda müziği dinletisiydi, ama dinleyicisi yoktu. Her koltukta, içinde yeşil ağaççıklar bulunan devasa saksılar oturuyordu. Tam 2 bin 292 koltuk. Tıpkı normal bir konsere başlar gibi “telefonlarınızı kapatın” anonsu yapıldı. Sahneye “UceLi Quartet” adlı bir dörtlü çıktı, selam verdiler, birbirlerine mesafeli oturdular. Ünlü opera bestecisi Puccini’nin ilk gençlik yıllarında, bir arkadaşının ölümü ardından bestelediği 6 dakikalık ağıtı çaldılar: “Krizantemler”. Sonunda sanatçılar yine boş salona selam verdiler ve ayrıldılar. O sırada sanal alkışlar koptu mikrofondan. Yorumcularda ise hiç inandırıcı bir heyecan yoktu: İşleri bitti, boşluğu selamlayıp ekranımızı terk ettiler. 

Koltuklardaki bitkiler ise sağlık çalışanlarına teşekkür olarak armağan edilecekti.

Öksürükleri bile özledik

Şimdi dünyanın bütün salonlarının konser dizilerinden seçilmiş eski dinletiler dijital ortamda yayına veriliyor. Birden kendinizi Berlin Filarmoni’de ya da Londra Royal Albert Hall’de buluyorsunuz. Ne sahici alkışlar var, ne bir öksürük sesi, ne de yanınızda durmadan sahneyi telefonuna kaydeden bir meraklı! 

Duyduğunuz konser canlı yayın değil ya, her hata temizlenmiş. Piyanistin “rubato”su reçel gibi yayılmışsa, sonradan stüdyoda toparlanmış. Tempolar değiştirilmiş. O çok kızdığımız yerli yersiz, konser içi alkışlar, öksürükler hepsi yok edilmiş.

Şimdi her büyük konser merkezi pandemi günlerinin programını yayımlıyor: Örneğin, biz de bir duyuru yaratalım: “Bu akşam Almanya saatiyle 18.00’de piyanist Khatia Buniatishvilli, Berlin Filarmoni Orkestrası’nın yeni şefi Kiril Petrenko yönetiminde Rachmaninoff’un ikinci piyano konçertosuyla karşınızda olacak. Sakın kaçırmayın” diyelim.

Online konserler” bu gidişle artacak. Bu durum yorumcuları özendirmek, onlara cesaret vermek adına yararlı. Ama ekran başındaki meraklı izleyici, bu yapaylığa ne kadar dayanabilir? Sahnedekiler ise seyircisiz salonda prova yaparcasına, canlı konserin coşkusunu verebilir mi? Eser bitmeden öksüren, alkışlayan da performansa bir yaşanmışlık katıyordu! Konser salonunda müzik dinlemek ayrı bir coşkudur, ayrı bir disiplin ister. Evde bilgisayardan veya televizyondan dinlerken canlı konserin keyfini duyuyor musunuz? Ben canlı konserleri, aradaki yanlış alkışları, hatta konserdeki öksürük fırsatçılarını bile özledim.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları