İki Fotoğraf

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Hesapta yoktu, içimde hep bir sızı gibi kalmış kente yeniden geldik. Frankfurt’u sevip sevmediğim konusunda hep kararsız kaldım ben; Avrupa’da çok sevdiğim kentler var, bankaların göklere direk olduğu Frankfurt için ise içimden sıcak duyguların geçtiğini söyleyemem. İnsan hemen her sokağını bildiği bir kent hakkında bu kadar kuşkuluysa herhalde aşkında bir eksiklik, yüreğinde bir nefret, bir öfke olmalı. Ama belki de o eski klişe doğrudur:

\n

Büyük aşklar büyük nefretlerin çocuğudur belki de.
Her neyse.
Ben Gezi Direnişi’nin, haziran isyanının izini süren gazetecilerdenim. O müthiş isyanı yakından izledim. Daha önce işçi sınıfının ünlü ve bir o kadar da önemli 15 -16 Haziran’ını da çok yakından, çok içinden izlemiştim. O zamanlar gencecik bir delikanlıydım ve gerçekten deli kanlıydım. Hiç de gencecik olmayan işçilerin bir sel gibi akmaları, tankları, barikatları aşmaları yalnızca sendikal haklarını korumak için sendikalarının çağrısıyla sokağa çıkmaları tarihimizde bir ilkti ve biz böylesini daha önce hiç görmemiştik.
Yıllar sonra Gezi Parkı eylemleri geldi. Hem de o küçük Gezi Parkı’nda değil, Türkiye’nin pek çok parkında, sokaklarındaydı insanlar;
“artık yeter” diyorlardı.
Sonra ve hep polis, biber gazı, TOMA’lar, palalıların saldırısı, tazyikli su geldi.

\n

***

\n

Sonra işte dediğim gibi bir zamanlar oturduğumuz o eski kentimize, fukara nehrin, eski zamanlarda hasretle İstanbul Boğazı’na benzetmeye çabaladığımız Main Nehri’nin kıyısındaki Frankfurt’a geldik. Pek sıkıcı pasaport kontrolünden geçtikten sonra havalimanının en kalabalık yerinde eylemcilerin ortasına düştük birden bire.
Frankfurt Havalimanı’nın genişletilmesine, çevrenin kirletilmesine, gürültü ve hava kirliliği yaratılmasına, doğal iklimin bozulmasına, kısa mesafeler için uçak kullanılmasına karşı eylem yapıyorlardı. Aslında ben onları 20 yıldır bilirim, hiç vazgeçmediler ve yirmi yıldır da o havalimanı gelip giden iktidarların istediği gibi genişletilemedi.
Pek güzeldiler. Ellerinde pankartlarla Frankfurt Havaalanı’nın içinde, orta yerindeydiler. Kimse su, biber gazı sıkmadı, kimse cop sallamadı, bir polis tek başına, yalnızca izliyordu, palalı sopalı yandaşlar yoktu. Onları bırakıp çıktık. Daha sonra birileri gelip onlara gaz sıktı mı, pala salladı mı bilmiyorum!

\n

***

\n

Benim kapitalizmin iflah olmaz bir düşmanı olduğumu okurlarım bilirler. Bu yazdıklarımdan da bir “demokratik Avrupa” övgüsü çıkarmazlar. Kapitalist ülkeler cins cinstir. Kimisinde kendine güven sonsuzdur. Onlar kitapların yazdığı gibi sosyalizme nesnel olarak yakın olsalar da, onu şimdilik önleyecek kadar güçlüdürler. Sanırım geçmişlerindeki pek ağır günahlar onları en azından kaba zorbalığa başvurmaktan alıkoyuyor. Kimi kapitalist ülkeler ise bizimki gibi korku içinde yaşıyorlar. Buldukları çare zorbalıktır.
Belki iyi çekilmemiş bir fotoğraf, yine de iyi bakın bu fotoğrafa. Bize gülerek poz veren eylemci kadının elindeki pankartta,
“Uçak gürültüsü hasta eder” yazıyor. Sonra da öteki fotoğrafı, Gezi Direnişi’nde yüzüne gaz sıkılan kırmızılı kadının fotoğrafını hatırlayın.
Frankfurt’ta kalacağımız birkaç gün bu bürokratik kentin sıradan işleri nedeniyle sıkıntıyla geçecek belki, yine de
havaalanındaki direniş iyi geldi bize.
Direnişler hep iyidir zaten.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları