Onu Yüreğime Gömdüm

28 Haziran 2011 Salı
\n

Yazar, salı yazısını yazmak için bilgisayarının başına geçmiş. Kara kara ne yazacağını düşünüyor. Günlerden pazartesi, sabah vakti, içinden bu güzelim ülkenin güzelim hikâyelerini yazmak, bunları okurlarıyla paylaşmak geçiyor ama yapamaz, bütün güzel hikâyeler donup kalmış sanki, yazarın yüreği de. Gözü televizyon ekranında hâlâ umutlu, bir alt yazının geçmesini bekliyor: Tüm tutuklu milletvekillerinin Meclise girme yolu açıldı!”

\n

Umudunu yitirmemeye çalışırken gözleri Cumhurbaşkanı Abdullah Gülün sosyal paylaşım sitesi Twitterda yayımladığı bir fotoğrafa takılıyor. Cumhurbaşkanı kendisine oldukça yakışan spor bir kıyafetle, arkada dağ dorukları gözüken Erciyes yaylalarında yaşlı bir çobanla konuşuyor.

\n

Harika bir fotoğraf, yazar ülkesinde seçimlerin yeni yapıldığını ve seçilen dokuz milletvekilinin hukuk adına, hukukun ana ilkeleri çiğnenerek Meclise gönderilmediğini bilmese bu fotoğraf onu mutlu edebilir. Sanki Cumhurbaşkanı Finlandiya ya da Norveç gibi demokrasinin en gelişmiş bir ülkesinde, dağlara çıkmış da, aman da aman çobanlarla konuşuyor.

\n

Ama öyle değil; yazar fotoğrafta görünen dağların hemen ardında bambaşka acıların yaşandığını biliyor.

\n

Yazar o coğrafyada çok dolaştı. Bu dolaşmaları sırasında, o dağların arasına sıkışmış acılı kent Hakkâride, yaşlı bir adam yanından hiç ayrılmadı. Ne yaptığını bilmez bir haldeydi, durmadan hep aynı sözleri mırıldanıyordu. Ben onu yüreğime gömdüm.Yazar, başkalarından dinledi: Bir güneşli sabahta, davullar eşliğinde, bir at arabasının arkasında çırılçıplak iki ceset kentte dolaştırılmış. Ve çırılçıplak davullar eşliğinde ilan edilmiş: Bunlar kimin cenazesiyse gelin alın!Adam at arabasında yatan çırılçıplak kızını o an tanımış, ama öylece evinin kapısında durmuş, tek bir adım atamamış ve at arabası davul eşliğinde uzaklaşmış. O günden beridir adam, hep aynı sözleri söylermiş: Onu yüreğime gömdüm.

\n

Yazar, o coğrafyada çok dolaştı. Bu dolaşmalarından birinde, kadim kent Diyarbakırda, küçücük bir sınıfta gencecik çocuklar, ona, onlar için gökyüzünün ne anlama geldiğini anlatıyorlar. Biri sesi titreyerek Gökyüzü benim için korku demektir diyor. Hele de geceleri.

\n

Derin bir soluk alıp başlıyor hikâyesine: O zamanlar ben çocuğum ve gecenin gelmesini hiç istemiyorum. Çünkü gece kapıların, pencerelerin sımsıkı kapanması demek. Çünkü gece karanlık demek, ışık bizim buralarda tehlikelidir. Bütün ışıklar söner ve biz yataklarımızı pencerenin dibine çekeriz. Çünkü kurşunun nereden geleceği belli olmaz ve bilir misiniz, kurşun seker. Ben hemen yatağa girerdim. Çünkü yatağın olduğu yer güvenlidir ve perdeyi usulca aralayıp, aya bakmak mümkündür.

\n

Öyle, öylece aya bakardım; hâlâ da aya perdeyi aralayıp bakarım, ay müthiş bir şeydir. Binlerce hayal kurarım ona bakarak. O hayaller olmasa gece bitmek bilmezdi ve ben hayal kurdukça kurşun sesleri sanki donup kalırdı, yok olurdu.

\n

Ne mi hayal ederdim, sadece ışıkların korkusuzca yandığı bir mutlu geceyi.

\n

Yazar hâlâ umutlu, gözleri televizyon ekranında, beklediği yazı bir türlü geçmiyor ve gene Cumhurbaşkanının fotoğrafına bakıyor... Daha dün, Beyoğlunda ders verdiği atölyede, birbiri arkasından sıkılan kurşunlarla dersi yarılandı. Polis helikopterlerinin sesiyle öğrenciler ve öğretmen donakaldı. Hemen balkona koştular, hepsinin yüreği ağzında, öğrencilerden biri Balkondan çekilin diye haykırdı. Kurşun seker!

\n

Cumhurbaşkanının çobanla konuştuğu yerde ne kurşun sesi var, ne de acılı anaların, kardeşlerin ağıtları oradan duyuluyor. Cumhurbaşkanı çobanla neşeli bir sohbete girmiş besbelli, yazar da hep neşeli sohbetler, neşeli hikâyeler umuyor. Hâlâ umuyor.

\n\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları