Özgürlüğün Birinci Yılında...

09 Aralık 2014 Salı

İçeride zaman geçmek bilmezdi, şimdi de yetmek bilmiyor.
Bugün, bu satırları demir parmaklıkların ardında elle değil de bilgisayarla yazmaya başlayışımın, yani bedensel özgürlüğün birinci yılı. Bir yıl bir çırpıda geçti.
Bu sütunlar sadece okura bilgi ve yorum sunma değil, aynı zamanda hesap verme yeridir. O nedenle geçen bir yılın özetini okurla paylaşmak isterim.
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 4 Aralık 2013 Çarşamba günü bireysel başvurumu değerlendirip, “burada hukuk ihlalleri vardır, gereği yapılmalıdır” kararı vermesinin ardından avukatlarım olması gerekeni şöyle özetlediler:
“24 saat bile uzun, hemen tahliye edilmen gerekir.”
Ancak özel yetkili mahkemenin ruhunu 5 yıldır bildiğimiz, yaşadığımız için, değil yoğurdu, dondurmayı üfleyerek yemek gerekiyordu. Mahkeme beni şaşırtmadı, tahliye etmemekte direndi. Bir yerel mahkeme, en üst iç hukuk organı olan AYM’nin kararını uygulamamakta ısrar ediyordu. Silivri tam 5 gün sonra 9 Aralık Pazartesi günü akşam 19.00 sıralarında öz-gürlüğe evet dedi.

***

10 Aralık insan hakları gününde özgürlükte ilk sabaha uyandıktan sonra her anlamda yeni bir yaşam başladı. Her şeyden önce, hapiste daha da güçlenen aile bağlarını özgürlükle birlikte daha yoğun yaşamak güzeldi. Devamında kalemi elden bırakmadan verilecek siyasal mücadeleye tutuşmak da heyecan vericiydi. Zaten 2014’ün başlamasıyla birlikte 30 Mart yerel seçimlerinin iklimine girilmiş oldu. 3 ay boyunca başta İzmir ve çevresi olmak üzere Anadolu’nun dört bir yanına koştum. Seçimlerin ardından özellikle iktidardan aldığımız belediyelerin başkanlarının biraz abartılı da olsa “senin de tuzun oldu” demesi enerji verdi.
Seçim sonrası Cumhuriyet gazetesi için hep birlikte yapabileceklerimizi daha yoğun konuş-tuk. Devamında Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve yeni yasama yılı geldi.
Bir yıl aynı zamanda 34 yıllık mesleki birikimi ve Silivri günlerinde daha yoğun okuduğum siyaset bilimi kitaplarını toplumla harmanlama süreciydi. Deneyim ve bilgiyi toplumun özlemleri ve beklentileriyle birleştirince siyaset mayasını bulmuş oluyor.

***

9 Aralık 2013 akşamı Sincan Cezaevi önünde kolumu eşimin omzuna yaslayıp “İçeride en çok gelecek biriktirdim” demiştim. 1 yıl iyi bir mayalanma oldu. “Çektiğin yeter, artık kendini yorma” diyenleri de “Ne duruyorsun, atıl öne, söyle doğruları, gelen gelir gelmeyen gelmez” diyenleri de aklımın biraz altında tuttuğum hırsın gölgesinde dinledim.
Son olarak 26 Kasım Çarşamba günü sevgili Abbas Güçlü’nün Genç Bakış programında gençlerin, “Bize her şeyi daha net ve toplumun ikna olacağı yöntemlerle anlatmalısınız” sözlerini beklenti yüksekliğine de bağladım ve “Söz, en geç 2 ay içinde” deyip kendimi de bağladım... Sevgili Güçlü de bunu 28 Kasım günü köşesinde çok güzel işledi.
Karşılaştığım insanlar, Türkiye’nin gidişinden duydukları kaygıyla “Nasılsınız” diye sorduklarında alacakları yanıtı merakla bekliyorlar. Dolu bir sesle “İyiyim” diyorum, “yapmamız gereken bunca iş varken en büyük lüks kötü olmaktır. Kötü olma lüksümüz yok”.
Evet zor bir dönemden geçiyoruz... Demir parmaklıkların ardında, hücrede tek başıma olduğum günlerde bile bir gün o duvarların yıkılacağına nasıl inandımsa, bugünkü karanlığın aşılacağına da aynı güçle inanıyorum.
Bütün mesele, bunun için mücadele gücünü yitirmemek.
Umut, hedef koymayı gerektirir...
Hedef koymak, emeği ve aklı gerektirir...
Emek ve akıl, özgürlüğü kullanabilmeyi gerektirir...
Bütün bunların bilinciyle geleceğe bir kez daha merhaba...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ABD gezisi iptal gibi! 25 Nisan 2024
ABD ile Hamas gerilimi! 24 Nisan 2024
Istakozgiller! 23 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları