Yüz yıllık miras

29 Ekim 2023 Pazar

Lloyd George’un lafıdır derler: “Dünya her yüzyılda bir bu çapta bir dâhi çıkarır, o da Türklere denk düştü ve (Çanakkale’de) bizim önümüze çıktı!”

Bernard Lewis bu dehayı dünya tarihi ölçeğinde şöyle özetliyor: 

“(İmparatorlukların çöktüğü) 1. Dünya Savaşı sonunda Türkiye’nin de içinde yer aldığı Almanya-Avusturya Macaristan ittifakı yenildi. Almanya ve Avusturya-Macaristan, savaşı kazananların koyduğu tüm şartları kabul etmek zorunda kaldı. Osmanlı sultanının durumu da farklı değildi. O da aynı şeyi yaptı. Atatürk ise ‘Hayır!’ dedi ve 1918’in yenilen güçleri içinde yalnız Türkiye savaşı kazananların şartlarını kabul etmedi, ulusal amaçlara uygun, eşit koşullarda bir barış yaptı. Ne Almanya ne de Avusturya bunu yapabildi. Avusturya ve Almanya’nın sonra başına nelerin geldiğini biliyoruz.”

Bu Batı’dan çıkan fotoğraf. 

Doğu’dan çekilen fotoğraf da Lewis’in ifadeleriyle gene şöyle:

“Bu dönem İslam dünyasının tümünün yabancı boyunduruğu altına girdiği dönemdi. 20. yüzyıl başlarındaki İslam dünyasına bakacak olursak Orta Asya ve Kafkasya’daki İslam ülkeleri Rus İmparatorluğunun, Hindistan İngiliz İmparatorluğunun, Endonezya Hollanda İmparatorluğunun, Kuzey Afrika Fransız İmparatorluğunun bir parçasıydı. İslam dünyasındaki son bağımsız devletler Türkiye ile İran’dı. Savaş sırasında İran aşağı yukarı işgal edilmişti. Türkiye parçalanıyordu. Yapılmak istenen barış antlaşması Türkiye’yi bölüyordu. İşte burada da Atatürk bağımsızlığı kazanmanın örneğini verdi. Türk halkı kendi bağımsızlığını kendi gücü ile kurtardı. Bu bir ulusal kurtuluş hareketiydi. Atatürk bu hareketin önderi ve ekseniydi... Türkiye böylece dünyada kendisine daha önce gösterilmeyen bir saygı kazandı. Biliyorsunuz, o zamana dek Türkiye’den ‘Avrupa’nın hasta adamı’ diye söz edilirdi.” (Dünya Düşünürleri Gözüyle Atatürk ve Cumhuriyet, Türkiye İş Bankası Yayınları s.3-4.)

HAMASET YERİNE EYLEM

“Hasta adam”dan uluslararası topluma ilham veren saygın bir üyeye dönüşülmüş...

Batı’da Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yapamadığını Türkiye yapabilmiş ve Doğu’da da sömürgeciliğe karşı mazlum ülkelerin bayrağı olmuş. 

Bunun en unutulmaz örneğini Hint bağımsızlık mücadelesi kahramanı Cevahirlal Nehru, İngilizler tarafından hapse atıldığı dönemde yazdığı Dünya Tarihi kitabında anlatır. 

Daha sonra Hindistan başbakanı olan lider, kitabının üç uzun bölümünü ayırdığı “Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı”ndan aldığı ilhamı şöyle nakleder: 

“Mustafa Kemal İzmir’de Yunanları denize döktüğünde biz Lucknow Hapishanesi’ndeydik. Türklerin zaferini hücremizde elimize geçirdiğimiz ıvır zıvırla kutlamaya çalıştık, tüm gece ışıklarımızı açık bıraktık...”

Hamasetle değil, eylemle yedi düvele örnek olmuş ve dünyanın hayranlığını, saygınlığını toplamış bir efsane Atatürk.

Savaş dönemi arkada kalır kalmaz derhal barışı sahiplenmiş. Hemen akabinde artık yalnız toprak bütünlüğünü korumaya odaklanmış ve biricik düsturu “Yurtta sulh cihanda sulh” olmuş... Temellerini attığı genç Cumhuriyetle ve yalnızca “yurttaşlık bilinci” aşılamaya çalıştığı bir ulusla birlikte yeni bir yolculuğa çıkmış…

BAHSİ KAVRAYAMADIK

Bugün Türkiye, dünyada bir vakitler “hasta adam” olarak anıldığı dönemin saplantıları ve savruluşlarıyla sil baştan sınanıyor. 

Hukukun üstünlüğünde nitekim 140 ülke arasında 116. sıraya ve basın özgürlüklerinde 180 ülke arasında 165. sıraya düştük.

Organize suçlarda aynı dönemde Avrupa birinciliğine yükseldik ve Cumhuriyet tarihinde ilk defa -maalesef- gri listeye girdik. 

Utanç verici!

Özetlemeye çalıştığım üstteki göz kamaştırıcı mirası bazen hiç idrak edememiş olduğumuzu düşünüyorum. 

Batı’sıyla, Doğu’suyla dünya siyasetini biçimlendiren bir mirastan söz ediyoruz...

100. yıl kutlamalarının bugünkü ışıltısızlığına, biçareliğine, öksüzlüğüne, kırık döküklüğüne, yorgunluğuna baktıkça “miras”ın hovardaca savruluşuna bizlerin, Cumhuriyetçi çevrelerin de bunca edilgen biçimde seyirci kalmasını anlamakta zorluk çekiyorum. 

Cumhuriyet ile kavgalı kesimleri yekten bir yana bırakalım... 

Belli ki onlardan başka değerler ve başka tasavvurları savunuyoruz.  

Ama Cumhuriyet mirasına ve Cumhuriyet değerlerine sahip çıktığını iddia eden çevrelerin de biraz olsun düşünmeleri gerek.

Atatürk’ün partisi olduğunu varsayan CHP’nin, misal, Cumhuriyete ve de bu olağanüstü mirasa sahip çıktığını söyleyebilir miyiz? 

Koltuğundan sökülemeyen kifayetsiz bir muhterisin güdümünde ve elinde kalan parti, bu yaşamsal kavşakta gözler önünde sergilenen bir ortaoyunu icra ediyor.

Atatürk’ün mirasının çapı ile partinin çapı arasında tam bir orantısızlık var. 

Cumhuriyetin 100. yılına anlam katmak istiyorsak CHP’yi öncelikle koltuk sevdalısı Kılıçdaroğlu ve çevresinden kurtarmalıyız.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Boş koltuk 5 Mayıs 2024
Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları