Dürüst olalım; Türkiye kötü yönetiliyor

22 Ağustos 2016 Pazartesi

Bir ülkenin başarısı, içerde ve dışarda çok düşman edinmek değil, varsa ve kimse düşmanlarını dosta çevirmek ve o ülkede yaşamayı her kesimden insan için mümkün mertebe mutlu kılmakla ölçülür. Bırakalım artık “düşmanlar dört tarafımızı sardı” edebiyatını, gidiş çok ama çok kötü bir gidiş, geç de olsa, güç de olsa aklımızı başımıza alalım. Böylesi bir gidişten evvel emirde iktidarda olanlar sorumludur, sorumluluğu başkalarına atmak kolay ama faydasız bir iştir. Ama sadece iktidarda olanlar da değil, hatayı, yanlışı hep kendi dışındakilere atan bir siyasal çizgiyi sorgulamayanlar da sorumlu. Kimse, “millet ayaklansın, iktidarı devirsin, ortalık yangın yerine dönsün” demiyor, diyen varsa bunlar aklını izanını yitirmiş bir avuç insan olmalı.
Halihazırda, iktidar ve onu destekleyenler, bu ülkenin neden bu kadar düşmanı olduğu sorusuna kestirme bir cevap bulmuş vaziyette, o cevap şu:
“Bu ülkenin çok güçlendiği, Batı’ya meydan okuduğu ve dahi Müslüman dünyanın umudu olduğu için, her taraftan sindirilmeye çalışılıyor.”
Sahiden bu söylediklerine inanıyorlar ise sorun büyük, yok kamuoyunu tatmin etmek için söylüyorlarsa o da başka bir sorun. Bir kere bu ülkenin, iddia edildiği gibi dünyaya meydan okuyacak, Müslüman dünyaya umut olacak şekilde güçlendiği falan yok.
Asıl mesele ortada böyle bir güç yokken, varmış gibi davranmak, dosta düşmana terslenmek, olmayacak maceralara atılmak. Ama mesele bundan ibaret de değil, asıl mühim olan, iç ve dış politikada yaşanan savrulmalar; uzun vadeli bir siyaset kurgulamadan Kürtler ile barış diye yola çıkıldı, ama süreç ters tepti, iddialı bir bölgesel siyaset hamlesi yapıldı, o da ters tepti. O halde, bu şartlar altında öncelikle neden böyle olduğu sorusuna cevap aramak gerek.
Kuşkusuz, gerek tüm dünyada, gerek bölgesel ölçekte koşullar sürekli değişiyor ve bunlara hızla ayak uydurmak oldukça zor. Ancak, siyaset zorlukları, engelleri aşma işidir, yoksa başarısızlıklara mazeret bulmak iş değil. Kürt meselesinin çözümü kuşkusuz iki taraflı bir denkleme dayanıyordu, ama zaten çözüm dediğiniz “iki yakayı bir araya getirme becerisi”dir, kavgaya dönüş “soruna rehin” olmaktan başka anlama gelmez, nitekim gelmedi. Dahası, bir adım ileri iki adım geri giden süreçler sorunu daha da büyütür, nitekim büyüttü. Bölge ve özellikle Suriye meselesine gelince, sorun sadece Türkiye’nin Suriye siyaseti değildi. Doğrusu Suriye, başta ABD, Batı dünyasının meşhur “rejim değiştirme” gayretinin kurbanı oldu, Türkiye’nin bu işe bulaşması sadece kendi hevesinin değil, Batılı müttefiklerinin teşvik ve bilgisi dahilinde başladı, sonra Batı siyaseti farklı yola girdi, ama Türkiye rejim değiştirme işinde ısrar etti. Sonuçta, Türkiye Suriye’de vekâlet savaşlarının bir tarafı olarak, rejime karşı İslamcı gruplar ile, İran- Rusya hattına karşı Suudi Arabistan- Katar hattında boğazına kadar işin içine girmiş oldu. Tabii, olayın bir de Suriye’nin Kürtlerinin Kuzey’de otonomi kazanması, Batılıların yeni ve muteber müttefiki olması boyutu var. Kürt meselesi içerde çözülemeyince, fazladan bir de “dış tehdit” halini aldı, Suriye siyasetini, büyük ölçüde bu “tehdit” algısı belirledi. Şimdilerde yaşanan, dış siyaset değişiminin nedenlerinden ve hedeflerinden biri de bu.
Son olarak, düne kadar karşı cepheyi destekleyen Türkiye’nin Rusya ve İran ile yakınlaşma siyaseti, hem Kürt meselesini daha da karmaşık, hem de Türkiye’yi eskiden desteklediği İslamcı gruplara karşı kırılgan hale getiriyor. Bu, “Türkiye IŞİD’e destek verdi propagandası” diye kestirip atılamayacak bir konu. Bugün IŞİD olanlar dünün muhalif denen İslamcı gruplarından ayrılanlar, dahası sadece IŞİD değil, Rusyaİran hattına karşı savaşan Nusra gibi örgütler de Türkiye’nin ani politika değişiminden rahatsız olmuş olmalılar. Bırakın onu, dün, Türkmen saflarında, düşürülen Rus pilotu öldürenler arasında olduğunu video görüntüde övünçle ifade eden ve Türkiye’ye döndüğünde kahraman gibi röportajlar veren Alpaslan Çelik, şu anda hapiste. Rusya ile yakınlaşma siyaseti sürdüğü sürece de akıbeti pek parlak görünmüyor. İç ve dış politikada, hızlı dönüşümler içerde ve dışarda pek çok küskün yaratıyor, zaaf alanları oluşturuyor, bunu anlaması çok mu zor? Ne Gaziantep saldırısı, ne diğerleri genel siyasi tablodan soyut biçimde görülüp gösterilecek, “terörü lanetlemek” ile geçiştirilecek işler değil.

Bu nasıl bir mantık?
Son olarak, IŞİD saldırıları söz konusu olduğunda, Batı dünyasının da aynı tehdit altında olduğunu ileri sürmek anlaşılır gibi değil. “Onlar baş edemiyor, biz nasıl baş edelim” mi denmiş oluyor? Dahası, IŞİD Batı’yı da hedef alıyor diye, işin arka planını sorgulamaktan uzak mı duralım? Batı dünyası, Suriye’nin bu hale gelmesinde birinci derecede sorumlu politikalar izledi, IŞİD bu siyasetlerin bir sonucu değil mi? İşin ucu bize de dokunur diye, her konuda kuşku duyulan Batı dünyasının bu konuda masumiyetini ilan etmek nasıl bir mantık?
Ben size söyleyeyim, “işin içinden sıyrılma” mantığı, “siyasi sorumlulukların su yüzüne çıkması” korkusu. “Başarı, pek çok kişinin babalık iddiasında bulunduğu, başarısızlık ise öksüz kalmaya mahkûm çocuktur” lafı boşuna değil. Ama artık mesele başarı, başarısızlık değil, Türkiye için bir var olma meselesi, dürüst olalım Türkiye kötü yönetiliyor, hem de neredeyse kurulduğundan beri bu böyle, mevcut iktidarın en büyük sorunu devraldığı mirası daha da kötüye götürmesi ve tek derdinin bu gerçeğin üstünü kapatmaya çalışmak olması.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘Yeni devlet’ 7 Ağustos 2017

Günün Köşe Yazıları