Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Çözüm restorasyon hükümeti mi?
Bir caddede kırmızı ışıkta beklerken birkaç koalisyon ihtimalini ve seçim analizini duyabildiğiniz günlerde seçim üzerine yazı yazmak hem gündemi yakalamak anlamına; hem de sesinizin analiz bombardımanı arasında kaybolması anlamına geliyor.
Herkes seçimi konuşuyor. Sokakta, dolmuşta, televizyonlarda, markette. İyisiyle, kötüsüyle o kadar çok ihtimal var ki; Türkiye 13 yıldır çalıştırmadığı bir organını çalıştırır gibi demokrasi ve siyaset konuşuyor.
Siyaset üzerine düşünmenin de demokrasi olduğunu hatırlıyor.
Seçim AKP’nin yenilgisiyle ve HDP’nin barajı geçmesiyle sonuçlandıktan sonra aklıma gelen senaryoları not ettim ve şu anda elimde seçime dair ona yakın ihtimal var.
Olası senaryolar
Erdoğan’ın seçime aktif olarak dahil olup yenilgiye ortak olması sebebiyle halkın güvensizliğini görüp istifa etmesi gibi “idealist” bir senaryo da bunların içinde; AKP’nin koalisyon ortağı olabileceği senaryolar da... Yani aslında herkesin aklında dönen ihtimaller birbirine benzer ve söylenebilecek yeni, farklı bir söz yok gibi.
Böyle bir durumda şu soruya yanıt vermek gerekiyor: En iyi ihtimal ile mantıklı ihtimalin buluştuğu noktada karşımıza ne çıkacak? 2002 yılında 5 yaşında olup neredeyse tüm hayatlarını AKP ile geçirenler bu seçimde oy kullandılar.
AKP’nin kafasındaki ile çağdaş dünya arasındaki farkın net görüldüğü bilgi ve haberleşme teknolojileriyle geçti bu 13 yıl. Çağdaş ülkelerde devlet ve halk nasıl ilişkilenir, Türkiye’de nasıl ilişkilenir ve AKP’nin dost gördüğü ülkelerde nasıl ilişkilenir artık herkes biliyor. AKP özellikle son yıllarda artan şekilde hedefe yönelik yasalar yaptı, toplumsal dinamiklerle oynadı.
Restore etmek
Şimdi yapılması gereken, bu zararın telafi edilmesi ve Ahmet Davutoğlu’nun göreve geldiğinde neden söylediğini anlayamadığım ama bugüne uyan cümlesiyle bir restorasyon.
Özgürlüğe karşı atılmış her adımın, toplumu sıkmaya yönelik alınmış her kararın ve güzele, insanların yüzünü güldüren her şeyin karşısındaki tutumların restore edilmesi gerekli.
Ekonomik kaynak aktarımlarının, alanı verene âşık edecek ihalelerin, topluma küfür etmekten geri durmayanlara sağlanan imtiyazların tahrip ettikleri restore edilmelidir. Ve tabii ki ekolojik yıkım, son dönemde yapılmaya başlanmış ve bittiklerinde geriye dönüşü olamayacak yaralar açacak olan yaşam düşmanı yatırımlar ve etkileri restore edilmelidir. Bu olağan olarak geçirilemeyecek bir dönemdir.
Toplumun üzerindeki İç Güvenlik Yasası baskısının kaldırılması, yolsuzlukların açığa çıkartılması ya da nükleer santral yapımının durdurulması demokrasiye geçmek için hayati önemdedir. “Tehlikeyi” gördükleri için AKP’liler hemen erken seçim ısrarına başladılar.
Çünkü hemen olmayacak bir erken seçim AKP’nin çözülmesini kolaylaştırıp, son yıllarda kazanılan bütün imtiyazların ve devlet-parti olma özelliğinin kaybına yol açar.
CHP-HDP koalisyonu
Soruya dönersek... En iyi ihtimal CHP-HDP koalisyonu. Fakat bu koalisyonun dışarıdan MHP tarafından desteklenmesi mümkün değil. En mantıklı olan ise CHP, MHP ve HDP koalisyonu fakat bu da iç çekişmelerden ötürü yürüyebilecek gibi durmuyor.
Peki, bunların kesişmesinden ne çıkabilir? Buna yanıtım, protokole saplanmış, atılacak adımları maddelenmiş, amacı restorasyon olan ve bu yönde çalışan dışarıdan destekli bir CHP hükümetidir.
Bu hükümet atılacak adımları bitirdiğinde erken seçime gitmelidir. Bu süre zarfında AKP kongresini yapacak, Abdullah Gül’ün hazır tuttuğu hareket ortaya çıkmak için zaman bulabilecek, sınırlarına çekilmiş Cumhurbaşkanı ile ülke normale dönebilecektir.
Fırsat
CHP’ye ya da HDP’ye yönelmekten kaçınan sağ seçmen de kendisine başka alternatifler bulabilecektir.
Kısacası, 7 Haziran seçimleri Türkiye’nin önüne bir fırsat çıkardı.
Normale dönme, çağdaşlığa dönme, korku devletinden kurtulma fırsatını çıkardı.
Bu fırsatı kullanmak için adım atmamız gerekli. Belki 8 ay, belki 9 ay için net bir program çerçevesinde bir araya gelmek gerekli.
KORAY DOĞAN URBARLI Sosyolog
-
Aşırı kibir hastalığı
Uluslar tarih boyunca baskı, kötü yönetim, görevi kötüye kullanma, kamu kaynaklarını kendi çıkarları için kullanma ve zulme karşı hep değişim ve yenilenme aramıştırlardır.
Kendisine daha iyi bir yaşam, daha düzenli bir kamu servisi, daha namuslu bir yönetim, daha demokrat bir politika ve adil bir yönetim umudu vermiş olan bazı kişilerin arkasına düşmüşlerdir.
Evrim değil devrim!
Çoğu kere evrim değil adeta devrim yapabileceği inancı ve belki de kararı ile iktidara gelen kişiler, asil duygu ve niyetlerle ise başlayabilirler. İngiliz tarihçi ve politikacı Lord Acton’un şu sözlerini hatırlayalım: “İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlaka yozlaştırır”.
Çünkü iktidar olmanın doğası gereği yozlaşma gayet kolay gerçekleşir ve tarih boyunca bunun pek çok örneği görülmüştür. Bu konuyu araştıran bi- limsel bir çalışma 2009 yılında, Brain: A Journal of Neurology isimli sinir sistemine ilişkin araştırmalarla ünlü bilimsel derginin Şubat sayısında yayımlandı.
İngiliz eski Dış İşleri Bakanı ve tıp doktoru Lord David Owen ile Amerika’nın Duke Üniversitesi’nde Vehim ve Travmatik Stres uzmanı psikiyatr Prof. Dr. Jonathan Davidson tarafından kaleme alınan araştırma son 100 yıl içinde Amerikan başkanları ile İngiliz başbakanlarının geçirdikleri sonradan ortaya çıkan kişilik bozukluklarını belirlemiş.
Kişilik bozukluğu
Lord David Owen kendi yaptığı çalışmalarını daha önce 2007 yılında kitap olarak yayımlamıştı. Tıpta “Hubris Syndrome- Aşırı Kibir Hastalığı” adı verilen bu kişilik bozukluğu uzun süre iktidarda kalan siyasilerin ger- çeklerden uzaklaşmış bir ruhsal bozukluğa uğradıklarını, hiç kimseyi dinlemeyen, görüşlerine itiraz kabul etmeyen, konuları iyi öğrenmeden, hırs ve kinle hareketle ani kararlar alabilen ve sonuçta ülkelerini felaketlere sürükleyebilecek türden yanlışlıklar yapabilecek bir kişiliğe dönüştüklerini ortaya koyuyor.
Sonuç: Felaket
Bilimsel makalede “karizma, cazibe, insanları teşvik etme, ikna edebilme, vizyon genişliği, risk alma isteği, büyük idealler ve aşırı kendine güven, genel olarak başarılı liderlere atfedilen özelliklerdir. Buna karşın bu profilin bir başka yanı ise; birden bire ortaya çıkan kimseyi dinlememe ve aniden düşüncesizce ve derinliğine inmeden, sonuçlarını düşünmeden kararlar alma yeteneksizliğidir. Bunun sonucu ise felaketle sonuçlanan bir liderliğe ve büyük çapta tahribata neden olabilmektedir” denilmektedir.
‘Devlet’ sanmak
Büyük devrim ve değişim hırsı ile iktidara gelenler, zamanla lüksün, dalkavuk çevrenin ve otoritenin esiri olmaya başlarlar. İktidar gücü bir kimsenin ahlaki yeteneklerini etkileyebilecek hale gelebilir. Bu arada iktidarı kaybetme korkusu (paranoya) başlar.
Yani politikacı giderek beyin kimyası bozulmaya yüz tutmuş, gerçeklerden uzaklaşmış, hayali bir dünyada yaşamaya başlamıştır. Artık kendisi devlettir. Araştırmalar baskı altında yetişen bazı kişiliklerde kızgınlık, aşırı duygusallık ve hatta nefretin zamanla öne çıktığını belirlemişse de, baskı altında büyümemiş bazı siyasilerin niye birer zalim haline dönüştüklerini tam olarak açıklayamamaktadır.
Prof. Dr. TEVFİK DALGIÇ Teksas Üniversitesi
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani’nin arabası
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!
- 3 zincir market şubesi mühürlendi