Olaylar Ve Görüşler

Tarihsel bellek ve siyasi sorumluluk - Erendiz ATASÜ

13 Ocak 2024 Cumartesi

Geçenlerde Ali Babacan’ı bir televizyon kanalında izledim. Konu, Filistin’le dayanışma mitinginde, üstünde “kelimei tevhit” yazılı bir sancağın açılması ve buna verilen tepkilerdi. Babacan’ın nazik, sakin, uzlaşmacı yaklaşımı, öfke ve şiddetin tavan yaptığı ülkemizde gerçekten gereksinim duyduğumuz bir tavır. Ancak, sorunların çözümünde nezaket gerekli ise de yeterli değildir; olayların ana anlamını açıkça belirlemek gerekir. 

Sorun “kelimei tevhit”in sözel anlamının bilinmemesinde değil, Arap alfabesindeki biçiminin şeriatçı siyasetin malzemesi ve simgesi olarak kötüye kullanılmasındadır. Sözel anlamdan rahatsız olacak herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı düşünemiyorum; ne başka dinlere inanan ne de inançsız yurttaşlarımız, bir anlamda evrenin bütünselliğine işaret eden bu kutsal sözden yüksüneceklerdir. 

LAİKLİĞİN ÖNEMİ

Bilindiği üzere, Osmanlı bir şeriat devleti değildi; toplumda yarı teokratik, yarı laik hukuk kuralları geçerli idi; ne de hanedan üyelerinin çoğu tutucu kimselerdi. Osmanlı, matbaanın hayata girmesinden beri, din maskeli karşı çıkışlarla uğraştı. Gerek Osmanlı’da gerek Osmanlı’dan Cumhuriyete miras kalan tarihi “irtica hareketlerinde” şeriat isteğini haykıran, şeriat adına davrandıklarını belirten ve genellikle kendileri gibi düşünmeyen kafaları ya fiilen kesen ya da kesmeye meyilli ve niyetli olan isyancılar, -yürekten inanmış masum insanların din duygularını da inciterek -üstünde “kelimei tevhit” olan sancaklar açtıkları içindir ki böyle bir sancak, toplumun tarihsel hafızasında “şeriat sembolü” olarak kodlanmıştır! Ayrıca aynı sembolün, başka ülkelerde de şeriatçı gruplar tarafından aynı amaçla kullanıldığı bilinen bir gerçekliktir. Demek ki tepki “kelimei tevhit”in anlamını bilmemekle açıklanamaz. Laik bir cumhuriyette, devletin temel yapısını değiştirme talebi anlamına gelen şeriat isteğinin, anayasal bir suç olduğu, kanımca Türkiye’yi yönetenler ve yönetmeye talip olanlar tarafından vurgulanmalıdır.

Konu önemli ve ivedidir. Konu devrim şehidi Kubilay’ın neredeyse 100 yıl önce gericiler tarafından kesilen başı ile sınırlı kalmadı. 1978 Kahramanmaraş katliamı, Çorum katliamı, 1993’te 33 aydının yakıldığı Sivas katliamı... Ortada tahrik mi vardı? Hayır! Ortada olan, sadece birilerine kara çalan söylentiler ve söylentinin gerçekliğini sorgulama gereğini dahi duymaksızın kesici, yanıcı malzemeyi kapıp suç işlemeye koşturan linç kalabalıkları ve onlarla baş etmek görevleri iken -büyüğünden küçüğüne- aciz kalan görevliler idi... Bugün hangi siyasetçi benzer olayların yaşanmayacağını iddia edebilir? Üstelik anımsatırım, anılan katliamlar olduğunda dünyada ne IŞİD vardı, ne de Taliban güçlüydü! 

Ülkemizde irticaya eğilimli kitlelerin varlığı yadsınamaz; bu yurttaşlarımıza, kimsenin Tanrı adına bir diğerini incitmeye hakkının olmadığı; vahşet ve şiddet çağrılarının suça çağrı anlamına geldiği, hukukun dünyanın her yerinde ve herkes için olduğu anlatılmak zorunda. Bu işi kim yapacak?...

Sayın siyasiler, tarihi sorumluluğun bir kısmı omuzlarınızdadır. 

ERENDİZ ATASÜ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları