Türkiye gerçeği...

29 Haziran 2018 Cuma

Tamam... En zorlu, en antidemokratik seçimlerden biriydi. Eşitsiz başladı, eşitsiz sonlandı. Hiç kimsenin, hiçbir araştırma şirketinin tahminleri tutmadı. Üzerine çok fazla oldu bitti, usulsüzlük, baskı, şaibe eklendi.
Oysa bu kez umutlar daha yüksek tutulmuştu; haliyle yaşanan hayal kırıklığı daha büyük oldu. Üstüne üstlük yanıtlanmayan onlarca soru eklendi: Özellikle Kürt seçmenin ağırlıklı olduğu doğu ve güneydoğu illerinde MHP’nin oylarını nasıl katladığı? Adil Seçim Platformu’nun neden ve nasıl çöktüğü? Çöken bir ekonominin, derinleşen yoksulluğun bunun Millet İttifakı bir strateji üzerine kurulmuş; CHP, Muharrem İnce ile yepyeni bir ivme yakalamış demokrasiye inanan kitleleri, özellikle gençleri arkasına çekmeyi başarmıştı. Bunu gördük yaşadık. Reddedemeyiz.
Hepsi tamam da... Her şeyi başarı ve başarısızlık üzerinden değerlendirip kesin yargılamalara varmadan önce kafalarda oluşan soruların doğru yanıtlarını bulmak durumundayız. Onun ötesi sadece ahkâm kesmek olur... Ama işin bir de artık iyice yerleşmiş olan bir Türkiye gerçeği var. O da yüzde 70’e karşı yüzde 30 olarak bölünmüş oluşumuz. Gerçek bir demokrasi, çağdaş bir yaşam isteyen yüzde 30 ile lider sultası altında, kimlik siyaseti ve dini değerler üzerinden yürütülen bir siyasete evet diyen yüzde 70.
Son 3 seçimde Sultanbeyli’de bulunduğum için bu yüzde 70’lik kesimin davranışlarını hayli gözleyebildim. Tabii AKP kadrolarının bu kesimi nasıl avucunda tuttuğunu da. Akın akın sandık başına koşan, zihinsel engelli genç çocuklarına, yaşlı ana babalarına oy kullandırmak için paravan arkasına onlarla birlikte girme mücadelesi verenler. İçlerinden biri son derece doğalmış gibi “Ne var ki ben hep köyde anamın yanında durdum, onun yerine kullandım; çünkü para veriyorlar” bile dedi.
İnsanların yoksullaştıkça, çile çektikçe AKP’ye daha düşkün olmaları gerçeğine karşı ne yapılabilir? Pazarda çürümüş patates soğan toplayan ama Erdoğan kazanınca bayram yapan kesime? Cehaletle savaşmak hiç kolay değil.
Bir dost, bu yüzde 70’in büyük bölümünü “kuralsızlıkla şımartılmış, taraf olundukça rüşvetlendirilmiş, meydanlara salındıkça güçle zehirlenmiş kitleler olarak ancak faşizme zemin olabilirler” diye tanımlıyor. Ve ekliyor: Bu seçimlerde bu kitleye “her ne veriyorlarsa daha fazlasını ben veriyorum” demenin pek de bir anlamı olmadığı ortaya çıktı. Çünkü patron onlara zaten vermekteydi. Eldeki bir kuş daldaki on kuştan daha değerlidir!
Tamamen katılıyorum.
Bu kitleye doğruyu göstermenin ikna etmenin pek anlamı olmadığını da gördük. Bu CHP’yi de aşan bir sosyolojik olgu. Aslında küresel bir sorun. Popülizmin ve otoriter liderliğin tavan yaptığı bir dönemin içindeyiz. Dolayısı ile gerçekten üzerine kafa yormak, alternatif çözümler üretmek gerekiyor.
25 Haziran’dan itibaren daha da keskinleşen, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ipe sapa gelmez şehit cenazeleri açıklaması ile sertleşme sinyallerini daha şimdiden veren bir siyasi tablo var karşımızda.
Peki, ya yüzde 30? Hak hukuk adaletin olduğuna inandığı bir sistem içinde bu yüzde 30 demokrasi için mücadeleye tabii devam der. Ama ya artık bu inancını yitirdi ise? İşte o zaman herkesin işi zor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Biz modern insanlar... 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları