Öztin Akgüç

İpler Kimin Elinde?

13 Eylül 2008 Cumartesi
Türkiye, dış politikada etkin, aktif rol oynuyor gözüküyor. Son haftalarda Erivan, Şam ziyaretleri, arabuluculuk yapma, birlik kurma önerileri ülkemizde diplomat, devlet adamı trafiği, sayın RTEnin telefon diplomasisi, tüm bunlar dış politikada bir hareketliliği gösteriyor. Peki bu hareketlilikte inisiyatif (öncecilik) kimde? Senaryoyu kim yazıyor, rol dağılımını kim yapıyor?

Günlük köşe yazısı yazmadığımdan, bazen yorumlar, değerlendirmeler gecikme ile yapılabiliyor, zaman zaman da güncelliğini yitirebiliyor. Öngörüler gerektiğinde aktarılamıyor, olay gerçekleştikten sonra da öngörünün anlamı kalmıyor.

Sayın Gülün Erivan ziyareti, gezisi, Erivanla buzları eritme girişimi, nasıl nitelendirirseniz nitelendirin kesinleşmeden önce bir taksi sürücüsü ile konuşuyorum. Sürücü, Sayın Gülün Ermenistana gitmesine karşı. Ben Condy uygun gördüyse Sayın Gül kesinlikle giderdiyorum. Ne kadar doğru, otantik bilmiyorum. Basına yansıdığı kadarı ile Sayın Gül, Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ile yakın dostluğu nedeniyle kendisine Condydiye hitap ediyormuş. Condy ayarladıysa, davete gitmemek yerinde olmaz; zaten olanaklı da değil, emir büyük yerden diye düşünüyorum.

Bu konuşmanın ardından ertesi gün TÜSİAD, Sayın Gülün Erivan ziyaretini destekleyen bir bildiri yayımladığında, senarist, ipleri elinde tutan işareti verdi diyorum. Nitekim TÜSİAD desteği de alan Sayın Gül, aynı günün akşamı kesin kararını verip Erivana gitme arzu ya da niyetini açıklıyor.

Yaşananlar, gözlemler insanı kuşkucu yapıyor. Şöyle bir senaryo kafamda oluştu. ABD, önceden bu geziyi, ziyareti planladı, ayarladı, bir futbol maçı yapılmasından da yararlandı. Ermenistan Cumhurbaşkanından davet gelecek, Sayın Gül de bu daveti kabul edecek. Mutabakat, uygunluk önceden sağlandıktan sonra oyun sahnelendi. Sayın Gül önce duraksama gösterdi; ancak kamuoyunun baskısı üzerine daveti bir iyi niyet gösterisi olarak kabul etti izlenimi yaratıldı.

Belli yazar, çizer takımının desteği yeterli görülmediğinden, senarist diğer topları, önce TÜSİAD sonra MÜSİADı ateşledi. İşte ziyaret, davete icabet ne derseniz deyiniz, Sayın Güle de destek sağlanmıştı.

Türkiyenin etkin, rol aldığı diğer dış ilişkilerde de senaryo ABD tarafından yazılıyor; Türkiye kendisine biçilen rolünü oynuyor. Kamuoyunu da bu oyun, bu senaryo, Türkiye etkin rol oynuyor diye sunuluyor.

Şu sık sık yinelenen win win”, “Kazandır, kazanveya Kazan kazanpolitikasını, Türkiyenin ihtilaflı, uyuşmazlık konularında, dış ilişkilerde bir adım ileri olmasını da anlamış değilim. Eğer yeni bir değer, bir artı yaratıyorsanız, bunun bölüşümünde taraflar, ilk duruma göre kazançlı çıkabilirler. Bir artı değer doğmuyorsa, mevcut yeniden dağıtılıyorsa, paylaşılıyorsa, bir taraf kazanırken öbür taraf kaybediyor demektir. Aritmetik olarak iki tarafın birden kazanmasına olanak yoktur.

Şu dış politikada kazan kazanpolitikası bana otantik olup olmadığını bilmediğim bir anek-dotu anımsatıyor. Afrika yerlileri, Misyonerler geldiğinde bizim topraklarımız, onların elinde İncil vardı. İncilleri bize verip, gözümüzü kapayıp dua edin dediler. Gözümüzü açtığımızda onların toprakları vardı, bizim elimizde ise sadece İncil kalmıştı diyorlarmış.

Türkiyenin politikası da buna benziyor. Türkiye kazanıyor ama ne kazandığı kimin kazandığı belirsiz. Ancak Türkiyenin büyük tesislerinin, bankalarının altyapısının önemli bir bölümünün yabancıların eline geçtiği, Türkiyenin dış borçlarının 300 milyar USDyi bulduğu bir gerçek. Övgü Türkiyeye ama Türkiyenin zenginlikleri yabancılara ya da onların yerli işbirlikçilerine... Yabancıların övgüsü beni daima kuşkulandırır. La Fontainenin tilki, karga, peynir öyküsünü anımsatır. Emperyal güçlerden, onların işbirlikçilerinden övgü geldiğinde, Türkiye yine ne yitirdi, neyi götürdüler diye düşünüp etrafı kolaçan etmek, envanter yapmak gerekiyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları