Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Barış Gökten Zembille İnmez
Halkların Demokratik Kongresi’nin “Savaş çare değildir” başlıklı gökten zembille inmeyeceği vurgulanan barış için mücadele çağrısında; “Barış için eşitlik”, “Çözüm için müzakere”, “Halklar kucaklaşsın, savaş son bulsun, gençler sağ kalsın”, “Bütün halklara, inançlara, anadillerine eşitlik”, “Çözüm yöntemi müzakeredir”, “Savaşa artık yeter diyelim”, “Müzakereler açık ve şeffaf yürütülmeli”, “Ekmeğimiz barışla büyüyecek”, “Barış mücadele edersek gelir”, “Eşit ve özgür bir ortak yaşam yaratalım. Halkların kucaklaşmasının yolunu açalım” slogan saptamaları öne çıkarılmış... Bildirgenin tam metnini okuduysanız, kimi vurgulamalara satır aralarının doldurulması ilkeleriyle takılmış olsanız da, bu ülkenin vatandaşlarının çok büyük çoğunluğunun özlemi olan, içtenlikli bir barış arayışına, bu yolda olumlu adımlar atılmasına itiraz edebilir misiniz?
Ortadoğu, dünya denegelerinde yaşanan yeni gelişmeleri de göz önüne aldığımızda, 30 yıldır yaşanan savaşın yorgunluğu, 35 bin 500 canımızın yitirilmesi, 400 milyar dolarlık savaşa harcanmış kaynak kaybı ile gençliğimize, geleceklerine verilen zararları da göz önüne aldığımızda.. “Denenmeyen tek yol barıştır” önerisine neden kulak vermeyelim? “Vermeyelim” diyen bir gür ses zaten duyulmuyor. Tartışmalar, sorgulamalar, kaygılar barışa giden yolda beslenen umutların yükseldiği oranda, yanlış atılan adımların barış sürecine vereceği büyük zararın bilinmesinden kaynaklanıyor... Umutların düş kırıklığına uğraması ile ödenmiş çok ağır bedeller, belleklerimizde çok taze. Baştan yanlış adım niteliğinde olabilecek çok fazla gelişme de yaşanınca.. kaygılanmamak barıştan yana değil, savaştan yana olma ile eşanlama gelebilir...
1990’lı yıllardan, barıştan yana buluşma çabaları içinde yaşanmış çok ince bir örnek... Şimdilerde çok ağır, biraz daha cesur söylemle çok haksız-hukuksuz bir suçlamanın çemberinde, yıllarla hapis yatması, işkence görmesi yetmemiş gibi özgür olamamış, dönen davalarla başı döndürülmüş, yurtdışında yaşamaya mahkûm edilmiş Pınar Selek’in kulakları çınlasın. Öncülüğünü o yapmış “Doğu-Batı kadın dayanışması” programı ile Güneydoğu’nun kent ve köylerinde kadınlar barış için buluşmuştuk... Babası PKK’den tutuklu, çıksa da onlara yardım edemeyecek son eşinden 9 çocuğu olan bir babanın, hasta annesiyle birlikte yaşamaya çalışan ilk kızıyla birlikteydik. Başında üç renkli bandı, barışı ne kadar özlemle istediklerini anlatıyordu... Onun polis olduğundan emin olduğu kişi fotoğrafımızı çekmişti. Biz gittikten sonra tutuklanacağından emindi. “Neden” soruma kestirmeden, başındaki bandı göstererek “Bayraktan” yanıtını verdi. Ben de alnındakinin, kimlik, kültür rengi bir simge mi yoksa bayrak mı olduğu sorusu ile yineledim. Ayrı bir bayrağın ayrı bir ülke, sınır, toprak, savaş anlamına da geleceğini, zaten elleriyle de zafer işareti yapıp durduklarını, gerçekten bir arada yaşamak mı, barış mı, savaş mı istediklerine karar vermeleri gerektiğini anımsattım... Düşündü, “Barış istiyorum, Kürtlüğün kültür, kimlik simgesi olsun” yanıtını verdi...
Bugün Kürt siyasal hareketinin farklı yollardaki örgütlenmelerinin çok daha net bir biçimde, “bugünün dengeleri içinde, Türkiye özelinde konfederal yapı, ayrı sınır istemediklerinin altını çizme noktasında olmaları” anlamlı, önemli kuşkusuz... Büyük Kürdistan haritasının içinde kaldığı İran, Irak, Suriye, Türkiye Kürtleri için kendi koşullarında farklı çözümler üretmede bir uzlaşmanın olduğu açıklamaları yapılıyor. Bu çerçevede söylemlere özen gösterilirken de her bölgenin Kürtlerinin kendi koşullarında kendileri için en ulaşılabilir çözüm yöntemlerini “kazan kazan” stratejisinde yürütecekleri belirtiliyor. Türkiye’ye dönük ağırlık kazanan bakışın üniter devleti reddetmeden, yerel yönetim, özerkliklere güç kazandırarak haklarda eşiktlik arayışı olduğunun altı çiziliyor.
Obama’nın konfederal yapı olan ABD için en son seçimin ardından ilan ettiği “Tek bayrak, tek dil” olmazsa koşullarının Türkiye uyarlamasında, tek bayrakta bir sorun kalmamış görünüyor... AKP ile Kürt cephesi arasındaki pazarlıklarda “resmi tek dil” konusunda nasıl bir pazarlık, uzlaşmanın olduğu ya da yürütüldüğü ise henüz bilinmiyor. Doğrusu Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun son Diyarbakır söylemindeki “tarihdaş” kavramı ile nereye varılmak istendiği ise hiç anlaşılamıyor... Bence yapılabilecek en iyimser yorum, aynı tarihi, toprakları, kültürel geçmişi paylaşmış insanların “çokkültürlülük” ekseninde buluşma arayışları olabilir. Evrensel insan hakları, demokrasi kriterleriyle, resmi tek dil, anadilini öğrenme, kullanma hakkı ile birlikte, ülke vatandaşlığında buluşarak mı? AKP’nin Kürtlerle anlaşmada çok kolay yol gördüğü inanç, din kimliği öne çıkarılarak din kardeşliği ortak paydasında mı? Yoksa sivil diktatoryal düzene kayış pazarlıklarında, Türkler ve Kürtler için evrensel insan hakları, demokrasi kriterleri ile birlikte barışa yürüyebilmenin yolu bir daha kesilecek mi?
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Esad'a ikinci darbe
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 6 asker şehit olmuştu
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi