Zafer Arapkirli

‘Ali’nin hı hı dediği...'

08 Mart 2019 Cuma

Gezi İddianamesi tüm ayrıntıları ile nihayet ortaya çıktı. Ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en ibretlik dönemlerinden biri olan son 17 yılda hazırlanmış “intikam iddianamelerinden” biri olarak, ülkemiz ve dünya hukuku tarihindeki müstesna yerini almış bulunuyor.
Neresinden tutsanız elinizde kalacak bu 648 sayfalık iddianame, yukarıda da belirttiğim gibi “dönemin ruhuna” uygun bir anlayış ve üslupla yazıldığı belli olan bir metin niteliğinde. Bu ruhu ve bu niteliği tarif etmek gerekirse, aşağıda sayacağım (ve geçmişteki Balyoz, Ergenekon, OdaTV, Askeri Casusluk, Cumhuriyet Gazetesi vb. davalarla örtüşen), ifadeleri andırır evsafta değerlendirme ifadeleri (mealen) sıkça kullanılmış:
Bize öyle geliyor ki...
Adeta...
Öyle anlaşılıyor ki...
Öyle değerlendirmek lazım...
Basında yer alan haberlerden anlaşılıyor ki... Olsa olsa şunu yapmak istemişlerdir... Kesin öyledir canım...
Yukarıda atıfta bulunduğum geçmiş “kumpas-intikam” davalarının ruhu ile akraba olduğu anlaşılan iddianamenin ruhu, tam da “Zaten hüküm malum. Şuna uygun ne toplayıp, bir kaba doldurup da üzerlerine fırlatırsak kârdır” mantığına uygun görünüyor. O kadar ki, sözüm ona “olağanüstü hassas delil toplama” faaliyetine dayanak teşkil edecek biçimde, emniyet birimlerinin “Teknik Takip” (gizli dinleme) tapelerinde sık sık şöyle bölümler dikkat çekiyor:
“Ali’ın hı hı... dediği...” veya “Can’ın he he...” dediği.. gibi trajikomik satırlar da bolca (toplasan önemli bir sayfa adedine varır) yer almış ve iyice eğlendirici bir metne dönüşmüş. İtiraf etmeliyim ki, He he.. hı hı’lar harika bir okuma sağlıyor.
İşin bu yanını, tarihin mizahi notları arasına bırakarak sadede geleceğim:
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 34’üncü maddesi, toplantı ve gösteri yapma hakkını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile olabildiğince uyumlu biçimde şöyle düzenlemiştir:
“Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”
Özgür ve demokratik bir toplum iddiasındaki bir ülkede her yurttaş, örgütlü ya da örgütsüz biçimde (bunun altını çizin) hoşnutsuzluğunu bireysel ya da toplu biçimde dile getirmek, bu amaçla, kamuya açık ya da kapalı alanlarda yıkmadan dökmeden, silahsız barışçıl eylem yapmak hakkına sahiptir. Bu hakkın kullanımı için kimseden izin almaz. Kaldı ki, Gezi’nin örgütsüz olmasını bir “artı masumiyet unsuru” gibi savunanlara itirazımı, “En eksik ve hatalı yanı tam da buydu” diye kayda geçirmek isterim.
Gezi Direnişi diye anılan eylemler sil-silesi de kendiliğinden gelişmiş ve “etki-tepki zinciri” içinde giderek büyümüş yaygın bir “hak kullanımı” süreci olarak kabul edilmelidir. Bu hakkın kullanımını da “Falanca kişi en ön saftaydı, filanca kişi ile fişmekân arasında şöyle bir telefon görüşmesi geçmiş” diye karalamaya lekelemeye ve yasadışı göstermeye çalışmak abestir. Abes olmanın da ötesinde, “Bunu ağır cezalandırmazsak, tekrar ederler, başımıza iş alırız” korkusunun bir tezahürüdür.
Burada, o günlerde meydanları sokakları doldurmuş kadın, erkek, gay, lezbiyen, trans, çoluk çocuk, yaşlı, genç belki de on milyonlarca insanın önemli bir sorumluluğunu da hatırlatmak isterim.
Mahut iddianamenin “suçlanan-şüpheli” listesindeki 16 kişinin, bu davada yalnız bırakılmaması, “O günlerde orada” bulunmuş herkesin bu insanlara sahip çıkması tarihi bir insanlık ve yurttaşlık görevidir. Bunu yapamıyor ve “Ben de oradaydım. Çünkü bu bir haktır ve geleceğe çocuklarımıza bırakacağımız onurlu bir mirastır...” diyemiyorsak, yazıklar olsun bize, hepimize...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Mektep... 29 Aralık 2021
Yandaşlık zor zenaat 24 Aralık 2021

Günün Köşe Yazıları