Üç başbakan çıkaran okul
Zeynep Miraç
Son Köşe Yazıları

Üç başbakan çıkaran okul

18.06.2016 22:07
Güncellenme:
Takip Et:

Ne olduysa 3 Haziran akşamı oldu. İstanbul Erkek Lisesi’nin taze mezunları, mezuniyet törenlerinde konuşma yapmak üzere kürsüye çıkan müdür Hikmet Konar’a sırtlarını döndüler. “Karanlığı ve esareti gördük” cümlesiyle başladıkları bir de bildirileri vardı; okulun geleneklerini sürdürmeleri yolundaki engeller, müdürün hâkim ideolojiyi dayatan tavırlarıydı bu protestonun nedeni. Arkası çorap söküğü gibi geldi. Galatasaray, Kabataş, Cağaloğlu Liseleri derken Türkiye’nin dört bir yanından liseliler “Yeter” dedi.

İşaret fişeğini yakanın İstanbul Erkek Lisesi olması tesadüf mü? Belki. Ama okulun tarihi bunun bir tesadüf olmayacağına dair kanıtlar da sunuyor bize. Zaten bu yaşanan son yıllarda İstanbul Erkek Lisesi’nde vuku bulan ilk protesto değil. 2011 yılında okulun 180 kişilik kontenjanı dolduğu halde Star gazetesi yazarı Nuh Yılmaz’ın kızının 181. öğrenci olarak kaydedilmesi hem öğrenciler hem de mezunlar tarafından protesto edilmiş, söz konusu öğrenci başka bir okula gitmek zorunda kalmıştı.

Siyaset her daim siyaset

Bundan tam 132 yıl önce, Sakız Adası doğumlu, Deniz Harp Okulu mezunu, döneminin ‘dâhi’lerinden Mehmet Nadir Bey adında bir eğitimci, Süleymaniye yakınlarında bir konakta kurduğu okula Numune-i Terakki adını verir. Okul, gelişimin numunesi olacak, buradaki modern eğitim sayesinde kısa zamanda İstanbul’un en tanınmış aileleri çocuklarını buraya göndermeye başlayacaktır. Numune-i Terakki özel bir okul olarak kurulmuştur. Ne var ki siyaset o gün de siyasettir, otorite o gün de otoritedir. 1896 yılında II. Abdülhamit’in yerine Reşat Efendi’yi tahta geçirmek için hazırlanan planda Numune-i Terakki öğretmenlerinin parmağı olduğu bilgisi Saray’a uçunca okul derhal devletleştirilir, kadrosu dağıtılır.

Mehmet Nadir Bey önce Aşiret Mektebi’ne müdür atanır, sonra Halep Maarif Müdürlüğü’ne tayin edilerek İstanbul’dan uzaklaştırılır. Okulun adı ise Terakki İdadisi’ne çevrilir. Yine iyi öğretmenleri, iyi öğrencileri vardır. Dr. Adnan Adıvar, Nevzat Tandoğan bu dönemde okurla.

Bu sırada okul sürekli adres ve ad değiştirir. 1910’da İstanbul Lisesi olarak anılan okulun öğrencileri; Çanakkale Savaşı başlayınca gönüllü olarak cepheye giderler. Yaralanıp İstanbul’a dönenlerin tedavileri yeni taşınılan adreste, Karaköy’de -şu an Saint Benoit Lisesi’ne ait olan binada- yapılır ve bina hastane işareti olarak sarıya boyanır. Okuldan cepheye gidenlerin ardı arkası kesilmez, ne var ki son giden sınıftan geriye kimse dönemez. Bütün okul yastadır; pencereler siyaha boyanır. Ve okulun bugünkü renkleri, sarı-siyah böylece geçer tarihe.

Bu okulda muhbir yok

1917’ye gelindiğinde hem Osmanlı hem de bütün dünya yorgundur artık; onca savaş, onca kayıp... Savaşta Almanya’nın yanında yer alan imparatorluğun en güzide okullarından biri olan İstanbul Lisesi’nin Almanca öğretim yapması kararlaştırılır. Maarif Nezareti müşavir olarak Dr. Schmidt’i çağırır, böylece 22 Alman öğretmenle edebiyat ve tarih dışındaki dersler Almanca okutulmaya başlanır. Edebiyat öğretmeni Şahabettin Süleyman Bey, ülkenin ilk okul tiyatrosunun kurulmasına önayak olur. Bu yıllarda mezun olanlar arasında daha sonra Arnavutluk Kralı olarak tahta çıkacak olan Ahmet Zogo ile Kırım Hanlarından Hüseyin Bey de bulunur.

Gidişat 1918 30 Ekim’inde tersine döner. Mondros Mütarekesi’nin ardından Fransız askerleri okulu basar, derhal terk edilmesini isterler. Okuldakiler gece gündüz kitapları, eşyaları Haşimpaşa Konağı’na taşırlar. Ülkenin içinde bulunduğu felaketten İstanbul Lisesi de payını almıştır.

Cumhuriyetle birlikte hem İstanbul Erkek Lisesi adını alacak hem de eski günlerine kavuşacaktır. 1925’te okulun tarihine geçen bir İğne Olayı yaşanır. Arapça dersi veren Salih Hoca sınıfa girer, tam sandalyesine oturacakken orada bir iğne olduğunu fark eder. “Ben böyle bir muameleye layık değilim efendiler, çok teessüf ederim!” sözleriyle sınıfı terk edip Müdür Besim Bey’e durumu anlatır. Tahkikat başlar başlamasına ama öğrenciler Nuh der Peygamber demez. Bugün üniversite hocasının ses kaydını alıp rektörlüğe yetiştiren öğrencileri yoktur ortada. Okuldan atılma pahasına iğneyi koyanı ele vermeyen öğrencilerin arasında Sıtkı Yırcalı, İhsan Sabri Çağlayangil, Sait Faik Abasıyanık da vardır.

Üç başbakan çıkardı

Lise, 1933 yılında -49 yıl sürekli yer değiştirdikten sonra- Atatürk’ün isteğiyle Cağaloğlu’ndaki Düyun-ı Umumiye binasına taşınır. 83 yıldır da burada. 1960’lardan bu yana kız öğrencilere de açık. Yüksek tavanlı koridorlardan binlerce öğrenci geçer; geniş mermer merdivenleri ülkenin dört bir yanından gelmiş öğrenciler tırmanır. Aralarında Edip Cansever de vardır, Münir Özkul da, Asım Kocabıyık da, Murat Ülker de, Ekrem Akur gal da, Savaş Dinçel de... “İstanbul Erkek’lilerin yüzde 95’i solcu, geri kalanı da başbakandır” derler.

Oranları bilemem ama okulun üç başbakan çıkarmışlığı var: Necmettin Erbakan, Mesut Yılmaz, Ahmet Davutoğlu... Tam 12 Eylül öncesinde bu okulda okuyan Tanıl Bora, Kebikeç dergisine yazdığı yazıda o ‘sol eğilimi’ şöyle anlatır: “İEL’nin hem memleketin en iyilerinden biri hem de farfarasız bir kamu okulu olması, kolej kibrinden uzaklık, varlıklı ailelerin çocuklarıyla darlıktan gelenlere bir eşitlik havası teneffüs ettiren kalenderlik...

Bunlar birçok arkadaşım gibi bende de kıymetli bir hatıra ve çıkmaz bir iz bıraktı.” 12 Eylül öncesinde okulda olanlardan biri de Murat Ülker’dir. Hulusi Turgut’un “Sabri Ülker’in Hayat Hikâyesi” kitabında Ahmet Davutoğlu ile kendisinin okuldaki kamplaşmanın taraflarından biri olarak uzaklaştırılmak istendiklerini ancak iyi notları nedeniyle kaldıklarını anlatır. “O dönem, öğrenciler arasında hem Kürtçülük hem de solculuk cereyanları vardı” der Ülker, “Bu cereyanların içinde olan çocuklarla çatışıyorduk, ama hepsi bizim arkadaşımızdı.

O grupların içinde bugün hâlâ görüştüğümüz kişiler var. Karşıt grup, sürekli dersleri boykot eder, forum düzenlerdi. Karşıt gruptakiler, ‘Biz konuşalım, herkes bizi dinlesin’ derlerdi. Anlattıkları bir şey de yoktu. Yanlışlarını görür, ‘Yapmayın’ derdik, onun üzerine patırtı çıkardı. Aslında kimse kimseyi dövmezdi, ama dersler de kaynardı.” 1996 mezunu Nagehan Alçı, “Son yıllarda arkadaşlarıma ve okul çevresine epey kırıldım” diye yazdığına göre, okulun solcu ruhunda bir değişiklik yok. Değişen olsa olsa “mankurtlaşma” gibi başkalarına ait sözcükleri kullanmaya başlayan Nagehan Alçı’dadır.

Kan, süt ve bilim Alçı protesto eden öğrencilere karşı okul yönetimini savunan yazısında Nurettin Topçu’nun “çok önemli bir değerimiz” olduğunu söylüyor, son yıllarda okulda “tektipçi” zihniyetin hâkim olduğunu iddia ediyor. Kendisi belki geçen 20 yılda okulun değerlerini, orada ‘neyin önemli olduğunu’ unutmuştur, hafızasını tazelemek için bir başka mezunun, mimar İhsan Bilgin’in Serbestiyet.com’da kaleme aldığı yazıya başvuralım: “(...) Milli Eğitim müfredatlarını bilemem ama, bitki-hayvan- insan sırasıyla birer yıl art arda mes ela ciddi biyoloji de okuyup kanın, sütün ne olduğunu hamasi şairlerin ölümü kutsayan şiirlerinden değil, seküler dünyanın biliminden öğrenmiştik. Fizik, kimya, biyoloji böyle bir müfredat örüntüsü bağlamı ve eşliğinde öğrenilince uhrevi dünyayı da daha iyi kavramış,

Tanrı buyruğunu kendi dünyamızın askeri komutan veya siyasi diktatör buyruğuyla karıştırıp ‘eğitip eğitemeyeceğinize, iş verip veremeyeceğinize bakmayıp çoğalın!’ diye algılamamış, bize verdiği en önemli nimetin sorunun önceliğine göre çözüm üretebilen akıl olduğunu kavramıştık. Yanı sıra mesela bilimin din belirleyiciliğinde öğrenildiği imam-hatip mezunlarının insanlıklarını niceliklerle ölçüp, yarım-çeyrek diye tartıya vurmaya yeltenmeyecek sosyal sorumluluk adabı da edinmiştik.” Öğrencilerin öğretim görevlilerini ihbar ettiği, hükümete yakın velilerin çocuklarını tepeden inme yöntemlerle okullara kaydettirdiği, evrensel değerlerin yerini kişisel çıkarların aldığı bir dönemde sağlam durmak kolay değil. Değil ama onlarca genç insanın tek vücut olup ‘hâkim ses’e sırtını dönmesi de kolay değil. Onlar “Adam sen de” demediyse hala umut var. Onlar “Benden sonra tufan” demediyse hâlâ bir ihtimal var.  Yazının taraflı olduğunu düşünenlere kişisel not: Ben de bir İstanbul Erkek’liyim.

Okul binasının altındaki sır

Osmanlı İmparatorluğu, sonun başladığı dönemde hem savaş masraflarını karşılamak hem de bütçe açıklarını kapamak için Batı ülkelerinden borç almıştır. Düyun-ı Umumiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1854’te başlayıp bir yüzyıl boyunca ödenen bu borçlarının adı. Düyun-u Umumiye İdaresi, yani Genel Borçlar Yönetimi için Cağaloğlu’nda yapılan 1897 tarihli bina, mimar Alexandre Vallaury imzasını taşır. Vallaury aynı zamanda Galata’daki Osmanlı Bankası, Beyoğlu’nda Pera Palas Oteli, Büyük kulüp binası, Gülhane’deki Arkeoloji Müzesi ve Karaköy’deki Ömer Abed Han’ın da mimarıdır.

İstanbul Erkek Lisesi mezunu gazeteci Doğan Katırcıoğlu, “Okulname / Öğrenci Defteri” kitabında ancak bu okulda okuyanların bildiği bir sırrı açığa çıkarır: Cağaloğlu Türkocağı Caddesi’nde bulunan okul binasının altındaki gizli yoldan Yerebatan Sarnıcı’na kadar ulaşıldığını..

Sarnıca açılan gizemli yol

Rivayet odur ki, bu binada çalışan yabancıların olası bir baskında kaçabilmeleri için binanın altına kaçış yolları yapılmıştır. Kimileri bu yollardan birinin Galata Köprüsü’ne kadar indiğini iddia eder. Katırcıoğlu’nun kitabında bu yoldan söz eden İstanbulspor’un eski yıldızlarından Kenan Çelik. Çelik bir sabah okula gittiğinde alt kattaki çelik kapılı oda takılır gözüne. Osmanlı adına makbuz basılan matbaa makinelerinin bulunduğu bu odanın döşemesindeki kapağı kaldırır merakla ve karşısına çıkan uzun merdivenden aşağı iner. Karşısına bir su kanalı ve bir kayık çıkar. Merak bu ya, biner kayığa ve ışığın geldiği yöne doğru kürek çekmeye başlar. Çeker çeker ve sonunda bir açıklığa varır. Öğrenir ki, vardığı yer Yerebatan Sarayı’dır.

Yazarın Son Yazıları

Türkiye'ye yeniden inanmak için umut Nesin gibilerle var!

Patlayan bombaların, kaybedilen canların, ambargo konan özgürlüklerin arasında bir umut varsa eğer; Ali Nesin gibiler sayesinde var.

Devamını Oku
02.07.2016
Kendine müslüman

Türkiye’nin turnusol kâğıdı

Devamını Oku
25.06.2016
Üç başbakan çıkaran okul

Üç başbakan çıkaran okul

Devamını Oku
18.06.2016
Her devrin tuhafı

Her devrin tuhafı

Devamını Oku
12.06.2016
'İyi ki evlendik'

'İyi ki evlendik'

Devamını Oku
05.06.2016
Ne sırlar ne de bıyık kurtardı

Ne sırlar ne de bıyık kurtardı

Devamını Oku
29.05.2016
Havuzun ‘bitanesi’

AKP’nin kurduğu ilk hükümetten geriye kalan tek isim Binali Yıldırım, nihayet partisinin genel başkanlığına ulaştı. Şimdi AKP’nin kurduğu 8. hükümetin başbakanı olmasına bir adım kaldı. Ne demişler, tekkeyi bekleyen çorbayı içer.

Devamını Oku
20.05.2016
Arda nereye koşuyor?

Arda nereye koşuyor?

Devamını Oku
15.05.2016
Uzaklardan bir mektup... Hepiniz paltomdan çıktınız

Uzaklardan bir mektup... Hepiniz paltomdan çıktınız

Devamını Oku
08.05.2016
Sessiz ve sabırlı ip cambazı

Kimileri saygı duysa kimileri hor görse de, Angela Mer kel’in “dünyanın en güçlü kadını” olduğu konusunda hemen herkes hemfikir.

Devamını Oku
01.05.2016
Artık 'liderlik' istiyor

Artık 'liderlik' istiyor

Devamını Oku
24.04.2016
Onlar kovulmayı hiç düşünmediler

Onlar kovulmayı hiç düşünmediler

Devamını Oku
17.04.2016
Harcında siyaset var

Harcında siyaset var

Devamını Oku
10.04.2016
'O ses Türkiye' değil artık!

'O ses Türkiye' değil artık!

Devamını Oku
03.04.2016
Emek dolu üç hayat

Emek dolu üç hayat

Devamını Oku
20.03.2016
'Saray'a bir üçlük

'Saray'a bir üçlük

Devamını Oku
13.03.2016
Ne olacak bu AKM'nin hali?

Ne olacak bu AKM'nin hali?

Devamını Oku
06.03.2016
Kitaplarla dolu bambaşka bir dünyası var

Kitaplarla dolu bambaşka bir dünyası var

Devamını Oku
28.02.2016
CHP'ye karşı CHP'li

CHP'ye karşı CHP'li

Devamını Oku
21.02.2016
Hanedandan Picasso'ya

Hanedandan Picasso'ya

Devamını Oku
14.02.2016
Her şeyin bir fiyatı mı var?

Her şeyin bir fiyatı mı var?

Devamını Oku
07.02.2016
Gürül gürül bir aktör

Gürül gürül bir aktör

Devamını Oku
31.01.2016
'Okuyan' bir gazeteci

'Okuyan' bir gazeteci

Devamını Oku
24.01.2016
Devletle özgür aklın kavgası

Devletle özgür aklın kavgası

Devamını Oku
17.01.2016
Heykeli 'yıkılacak' adam

Heykeli 'yıkılacak' adam

Devamını Oku
10.01.2016
Barışı artık kim çağıracak?

Barışı artık kim çağıracak?

Devamını Oku
27.12.2015
Aziz Nesin duymasın!

Aziz Nesin duymasın!

Devamını Oku
20.12.2015
Artçıları bir türlü bitmeyen hoca

Ordu, silahlı kuvvetler Celal Şengör’ün anahtar sözcükleri...“Ben bir bilim adamından önce bir askerim” diyecek kadar. Lise yıllarında akranları yazarlara, çizerlere hayranken o bir Hitler tutkunuydu.

Devamını Oku
13.12.2015
Tutsak iki kalem

Tutsak iki kalem

Devamını Oku
06.12.2015
Sovyet kimlikli 21. yüzyıl çarı

Sovyet kimlikli 21. yüzyıl çarı

Devamını Oku
29.11.2015
Kimse bilmiyor Devlet nerede?

Kimse bilmiyor Devlet nerede?

Devamını Oku
08.11.2015
Boşver diyemiyor

Boşver diyemiyor

Devamını Oku
01.11.2015
Devrim'den Toros'a araba sevdası

Devrim'den Toros'a araba sevdası

Devamını Oku
25.10.2015
Her şey ondan bekleniyor

Her şey ondan bekleniyor

Devamını Oku
18.10.2015
Yeni Türkiye'nin yeni sembolü

Yeni Türkiye'nin yeni sembolü

Devamını Oku
11.10.2015
Hitler'in bebeği bu badireyi atlatır mı?

Hitler'in bebeği bu badireyi atlatır mı?

Devamını Oku
04.10.2015
Dil acılaşınca akıl sürçer

Dil acılaşınca akıl sürçer

Devamını Oku
26.09.2015
Zekâ ve izan artık buralarda oturmuyor

Gezi Direnişi sosyal medya üslubu açısından da milat oldu. Erdoğan öfkelendi, AKP’liler saldırdı: Twitter, Facebook, Instagram; ortaçağda giyotinlerin kurulduğu meydanlara dönüştü. Gezi Direnişi’ne bir şekilde katılıp sosyal medyadaki linç üzerine en büyük Erdoğan sevdalısı haline dönüşenler de oldu. Gezi’de yenilen gazın hatırı 40 gün sürmüştü...

Devamını Oku
25.09.2015
'Yeni Türkiye' linç seviyor

'Yeni Türkiye' linç seviyor

Devamını Oku
24.09.2015
İmkansızı başardı

Henüz 40’ında bir bilim adamı, Doç. Dr. Mete Atatüre “imkânsız” kabul edileni başardı. Ölçülmez denilen ışık seviyesinin gürültü ölçümünü gerçekleştirdi.

Devamını Oku
13.09.2015