Felsefe sonrası Wittgenstein

Ludwig Wittgenstein, felsefe tarihinde hem dil ve mantık üzerine kurduğu söylemiyle hem de yaşamıyla bir kilometre taşıydı. Lars Iyer, “Wittgenstein Jr.”da, ünlü filozofu anarken okuru, onun bir dönem ders verdiği Cambridge Üniversitesi’ne yolluyor. Iyer’in romanı, yirmi birinci yüzyıl öğrencileriyle yirminci yüzyılın kült filozofunu buluşturuyor.

Yayınlanma: 30.05.2016 - 17:03
Abone Ol google-news

Kuşku, Dogma ve Göç isimli kitaplarını okuyan ve kendisiyle gerçekleştirilen söyleşilere âşina olanlar, Lars Iyer’in kof edebiyat yapmadığını fark etmiştir. Üstelik felsefeden sıyrılıp kuru ve hayattan kopuk filozofluk da taslamıyor. Peki derdi ne Iyer’in? Yazar, kendisini de okuru da serbest bırakıyor en başta. Elbette tutarlı metinler kurguluyor, felsefe tarihindeki olay ve kavramlara değiniyor; düşünceyi edebiyat, edebiyatı da düşünce saflarına yaklaştırıyor ama bunu sadelikle, daha doğrusu okuru daraltmayan bir dille başarıyor. Ayrıca kendisiyle dalga geçmekten geri durmayıp kalıplara da sığınmıyor.

Iyer, her ne anlatıyorsa kendisini bir başkası gibi gösterip maskeler takmıyor. Bunun yerine olduğu gibi davranarak gerçek umudu ve acıyı yakalamayı hedefliyor.

Yazar, Kuşku, Dogma ve Göç üçlemesinden sonra yine en iyi bildiği yerden; felsefe mağarasından yansımaları anlatmaya bu kez Wittgenstein Jr.’la devam ediyor. Wittgenstein bir efsane miydi, yoksa dil-mantık üzerine sözü üstüne söz söylenmesi zor bir filozof muydu?

Cambridge Üniversitesi öğrencileri, kendilerine içten içe bu soruyu sorarken mantık derslerine giren genç hocalarının havasını Wittgenstein’a benzetince Pandora’nın Kutusu açılıyor.

ÖĞRENCİLERİNİ ‘ZEHİRLEYEN’ HOCA

Ludwig Wittgenstein, çoğunluk tarafından melankolik olarak değerlendirilir ama hayli gerçekçi ve felsefenin asıl problemleri için mesai harcayan (hatta onlara kafayı takan) bir filozoftu. Pek az insan ondan mizahi bir şeyler türetmeye çalışmıştı. Iyer’in Wittgenstein Jr.’ı böyle bir kitap; içinde hem mizah var hem de filozofun felsefi söylemi.

Bir şey anlatmak ya da anlaşılmak gibi bir derdi olmayan, kibrin sularında yüzmekten, gidilen ve hiç geçilmeyen yollardan sakınan “Wittgenstein”ı, öğrencilerinin gerçek Wittgenstein’a benzetmesinin başta gelen nedeni bu. Diğer neden ise biraz şekille ilgili: Giydiği ceket ve gömlek, ders anlatışı, ellerini pantolon ceplerine yerleştirmesi ve ufak kâğıtlara aldığı notlara bakması vb. Öğrencileri onu görüyor, o da Wittgenstein’ın gördüklerini. Bu bulmaca, sınıftaki herkesi heyecanlandırıyor. Ama iş mantık anlatmaya gelince sınıfın büyük kısmı uyumaya başlıyor. “Wittgenstein”ın ağzından çıkanları takip etmek zor; ne de olsa mantık, insanları dünyanın ötesine taşıyan bir felsefe disiplini.

Iyer, “Wittgenstein”ın, öğrencileri nasıl “zehirlediğini”; onlara soru sormayı, düşünmeyi, bakmayı ve görmeyi öğretmeye uğraştığını resmediyor. Bir yandan da gerçek Wittgenstein’ın düşünür, mimar ve sıradan insan olarak “tinle üflenmiş boş bir balon gibi ortalıkta gezinmenin nasıl utanç verici bir şey olduğunu” anlattığını da satır aralarına yerleştiriyor. Dolayısıyla dersler “ilerlemiyor” ya da öğrenciler öyle sanıyor: Sessizlik veya düşüne anlarını, “Wittgenstein”ın arka arkaya sıraladığı anlam-dışı cümleleri böyle değerlendiriyorlar.

Felsefenin ümüğünün sıkıldığı bir ortamda, öğrencileri gerçek felsefeyle buluşturmanın zorluğundan bahseden “Wittgenstein” haklı galiba. Çünkü Cambridge’in, Wittgenstein dönemindekinden hayli uzakta olduğu ve her şeyin paraya çevrildiği bir zamanda felsefenin ancak bu yolda bir araca indirgendiği de ortada. Bu tavrın, öğrencilerin bönleşmesine neden olduğu da açık. Her şeye ulaşabilen ama aslında hiçbir şeye ulaşamayan, olasılıklar içinde boğulan, kafası sonsuz açık fakat tam da bu nedenle sonsuz kapalı öğrencilerden dem vuruyor “Wittgenstein.” Bir taraftan da ders verdiği sınıf, farkına varmadan içtikleri ve bir anlamda baldıran olan felsefeyle hayata yaklaşıp sorular sormaya koyuluyor.

“TEKRAR GELECEĞİZ BURAYA…”

Iyer’in romanı, Wittgenstein’ın yirmi birinci yüzyılda, eski mekânlarından Cambridge ve Norveç’e yeniden uğradığı, Avusturya’nın dağ köylerinde gezip sonra da şehirlerdeki binalara göz gezdirdiği, genç bir mantık hocasının bedenine girip ortalıkta salındığı bir tablo sunuyor. Burada elbette mistik bir hava yok. Onun yerine, gerçek Wittgenstein nasıl davrandıysa “şimdikinin” de benzer bir yola saptığı bir anlatım söz konusu. Yani yazar, bize Wittgenstein biyografisini, hem romanla hem de felsefeyle birleştirip veriyor.

Öğrencileri, tam olarak anlayamamakla birlikte “Wittgenstein”a saygı duyuyor; kendilerini harika çocuklar, tanık ve öğrenme aşkıyla yanıp tutuşan birer romantik gibi hissediyorlar. Aslında bu da zamanında gerçek Wittgenstein’ın yanında bulunanlarınkine epey yakın duygular.

Gerek Tractatus gerek Felsefi Soruşturmalar, Wittgenstein’ın neredeyse bütün hayatını ve söylemini özetler nitelikte. Iyer de romanını, bu ikisinin karışımından ve Wittgenstein’ın bir dönem çok sıkı sarılıp ardından ani bir kararla bıraktığı felsefe kürsüsünden bakarak oluşturmuş. Nihayet söylenmesi gerekenlerle, üzerinde konuşulamayıp susulacakların, diyaloglar şeklinde akıp gittiği bir kitap ortaya çıkmış.

Öğrencilerin, “Wittgenstein havası var” dediği hocayla karşılaşması, aslında gerçek Wittgenstein’la, felsefeyle ve hayatla buluşmalarını sağlıyor. Bu, aynı zamanda Wittgenstein’ın hahayatıyla paralellik gösteren bir durum. “Wittgenstein ve adamları” diyerek Cambridge’i turlamalarının anlamını burada aramalıyız: “Hepimiz Cambridge’de okumuş öğrencilerin izlerini taşıyoruz. Hepimiz tüm diğer öğrencilerin, burada bulunmuş ve bulunacak tüm öğrencilerin hayaletleriyiz. Dersimize giren insanlar bizi zaten görmüş ve yine görecek. Onlar için biz, daha önce burada bulunmuş olacağız. Tekrar geleceğiz buraya. Sonu da yok başlangıcı da.”

Iyer’in anlattığı olaylar silsilesi, felsefe sonrası Wittgenstein’a denk geliyor. Toprağa karışan filozofun ardından çatlayan Cambridge’e, dağılan binalara ve yolunu kaybeden öğrencilere atıf yapıyor kitap. Öte yandan, yeniden keşfettikleri Wittgenstein’la kendilerine başka bir dünya kurmaya koyulan gençlerin başına gelenlere de. Bu, ister istemez Wittgenstein’ın felsefede kotardığı işi simgeleyen “Yakıp yıkıyorum” sözüne (veya sayıklamasına) götürüyor bizi; mantığın peşinden giden ve ardından kendisini yoklayan delilikle yüzleşen filozofa da… Belki ikisi de aynı şeydir, olamaz mı?

Wittgenstein Jr./ Lars Iyer/ Çeviren: Selin Siral/ Kolektif Kitap/ 236 s.

[email protected]


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler