'Kaptan'ı serbest bırakmadınız ama teslim alamazsınız

Cumhuriyet davasında savcı, yazar ve yöneticilerimiz hakkında hapis cezası istedi. Mahkeme, mütalaadaki iddiaları teker teker çürüten Cumhuriyet İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay’ın tutukluluk halinin devamına karar verdi. Bir sonraki duruşma 24-27 Nisan tarihleri arasında Silivri Adliyesi'nde gerçekleşecek.

Yayınlanma: 16.03.2018 - 10:24
Abone Ol google-news

<video:943531>

Gazetemizin yayın politikasının suçlama konusu edildiği davanın 7. duruşması dün Silivri Cezaevi’nin karşısında bulunan duruşma salonlarında görüldü. Duruşmada savcı esas hakkındaki mütalaasını açıklarken mahkeme heyeti, 503 gündür tutuklu bulunan Cumhuriyet İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay’ın tutukluluk halinin devamına hükmetti. Mahkeme heyeti, bir sonraki duruşmanın 24-25- 26-27 Nisan tarihlerinde yine Silivri’de görülmesine karar verdi.

Duruşma başlangıcında mahkeme başkanı Abdurrahman Orkun Dağ, muhabirimiz Ahmet Şık, muhasebe çalışanımız Emre İper ve “Jeans Biri” adlı Twitter hesabının kullanıcısı Ahmet Kemal Aydoğdu’ya örgüt propagandası suçlaması nedeniyle ek savunma hakkı verildiğini anımsatarak, bu hakkın esas hakkındaki savunma sırasında da kullandırılabileceğini söyledi. Dağ, İper ve Aydoğdu için Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı’na (KOM) yazı yazdıklarını belirterek herhangi bir yanıt gelmediğini söyledi. Ardından Hacı Hasan Bölükbaşı esas hakkındaki mütalaasını açıkladı. Mütalaanın okunmasının ardından Akın Atalay konuştu.

Esas hakkındaki mütalaanın temel özelliğinin iddianamenin bire bir tekrarı olduğunu görünce soruşturmanın başına dönmeyi uygun bulduğunu söyleyen Atalay, gazetemize yönelik operasyon sırasında yurtdışında bulunduğunu, 11 Kasım 2016’da yurda döndüğünü anımsatarak 9 Kasım günü Cumhuriyet çalışanlarına yaptığı açıklamayı okudu. Atalay, yurda dönüş kararını vermesindeki temel belirleyicileri şöyle sıraladı: “Gazetemizin başını öne eğdirmemek, Cumhuriyet gibi köklü bir geçmişe, onurlu duruşa ve haklı bir saygınlığa sahip bir gazetenin, başkan vekili ve İcra Kurulu Başkanı üzerinden “kaçaklık”, “firar”, “suçlu” gibi olumsuz iftiralara maruz kalmasına neden olmamak, Türkiye’nin demokratik, laik bir cumhuriyet, insan haklarına dayalı sosyal bir hukuk devleti olması için yılmadan mücadele eden insanlarına ve ülkemin güzel geleceğine olan umudumu ve inancımı eylemli olarak da göstermek, Kaçma şüphesiyle tutuklanan dokuz arkadaşımızın aleyhinde olacak şekilde “bakın işte bazıları nasıl kaçtıysa, serbest kalırsa bunlar da kaçabilir” şeklinde bir mazereti kullanabilmelerini engellemektir.” Atalay, konuşmasında şu ifadeleri kullandı:

FETÖ SANIĞI SAVCI: FETÖ’ye üyelikten yargılanan bir sanığı, tarafsız ve bağımsız yargı görevlisi olarak görmemiz ve onun bizi (kendisinin üye olmakla suçlandığı) bir örgüte yardım etmekle suçlamasına daha doğru deyişle kara mizah türünün başyapıtı olacak bir oyuna dahil olamayız, olmayız. Eğer o FETÖ üyesi sanık, kendisinin de üyesi olduğuna dair kuvvetli şüphe ve olgular bulunduğu iddia edilen örgüte kimlerin yardım ettiğini gerçekten arıyorsa ve o kişileri suçlayacaksa, Cumhuriyet gazetesi ve onun mensupları, yöneticileri, yazarları doğru adres olamaz. Doğru adres, kendisine muhtemelen ve mealen ‘bu soruşturmayı aç, Cumhuriyet gazetesini sustur, yönetici ve yazarlarını içeri at, bunu yaparsan seni diğer meslektaşların gibi açığa almaz, ihraç etmeyiz, hatta bu işi yaparsan Yargıtay’daki iki müebbet hapisle yargılandığın davadan da beraatı hak etmiş olursun’ diyenlerdir.

TOZ KONDURMADIK: Suçumuz “usulsüz toplantı yaparak gazetenin ele geçirilmesi” ise, usulsüz toplantıya ve karara katılanlardan (sevgili Cüneyt Arcayürek dışındaki) üçü (Orhan Erinç - Hikmet Çetinkaya - Akın Atalay) bu suçun şüphelisi, diğer ikisi (Mustafa Balbay - İbrahim Yıldız) neden ve nasıl tanığı oluyorlar? Bendeniz de, yönetim görevini üstlenen diğer arkadaşlar da şundan dolayı müsterihiz, gazetenin bağımsızlığını koruduk, kimseye peşkeş çekmedik, hiç bir siyasi ya da dini ya da ekonomik güç odağıyla, kişiyle, grupla, yapıyla gizli kapaklı, illegal, dolaylı dolaysız, örtülü ya da örtüsüz ilişkimiz, irtibatımız, iltisakımız, yardımımız, tanışıklığımız olmadı. Gazeteyi zan altında bırakabilecek, gazeteye toz kondurabilecek herhangi bir davranışımız olmadı...

AB POLEMİĞİ: Savcı mütalaasında Avrupa Birliği fonlarıyla ilgili polemik yaptı. Ben bu konuları takip eden biriyim. Türkiye’deki yargıç ve savcıların yüzde 80’i yargının demokratikleşmesi gibi konularda bu fonlarla eğitim aldı. Onlar bağımsızlığını yitirmiş mi oluyor?

FETÖ’CÜLER DE TANIK: Bu davanın hazırlayıcısı savcının profiline ve durumuna değinmiştik. Savcının kendisi FETÖ üyeliğinden yargılanıyor. Savcının tanıkları arasında Cem Küçük, Hüseyin Gülerce ve Latif Erdoğan gibi bir dönemin tescilli FETÖ’cüleri var. Bunların yanı sıra kimliğini, kişiliğini, ehliyetini duruşmada gördüğümüz Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan “Hoşgörü ödüllü”, patronunun baskısı ile Fethullah Gülen’i övücü yazı yazan Rıza Zelyut dinlendi.

BİZ SANIK, ONLAR TANIK: Tanıklardan biri Leyla Tavşanoğlu. Duruşmadaki tanıklığında 2012’de Fethullah Gülen ile görüşmeye gidişini, İbrahim Yıldız’dan izin aldığını söyledi. İbrahim Yıldız, “Ben izin vermedim, döndükten sonra söyledi” dedi ifadesinde. Hangisi doğru söylüyor bilmiyoruz. Bizi de ilgilendirmiyor ama isyan duygusu yaratan, akıl ve mantığa sığmayan bu hadise gerekçe gösterilerek biz sanığız Tavşanoğlu ve İbrahim Yıldız tanık. Gelelim Doğan Satmış’a. Mart 2015-Haziran 2015’te yayın danışmanı olduğunu kendisi ifade etti. İddianamede suçlama konusu edilen haber ve manşetlerin çoğu onun yayın danışmanlığı dönemine ait. Her ne hikmetse tutuklanmadan önceki 20 günde yayın danışmanlığı yapan Kadri Gürsel sanık, Doğan Satmış tanık. Satmış, ‘Can Dündar tutukluyken gazeteyi Tahir Özyurtseven ile yaptık’ diyor ifadesinde. Burada yargılanmamıza neden olan haber ve manşetlerin bir kısmını kendi yapmış, öyle diyor. Bunların arasında ikisini anımsatmak istiyorum. Tarih 16 Şubat 2016, gazetenin manşeti ‘Azez düğümü’. Can Dündar içeride, Tahir Özyurtseven ile birlikte yaptılar. 18 Şubat 2016, manşet ‘Devletin kalbine bomba.’ Tanık biz yaptık bu gazeteyi diyor. Biz buradaki sanıkların hiçbiri muhbirliğe ve korkaklığa teslim olmadık. Bu manşeti biz atmadık demedik, kendi söyledi. Tanık diyorsa mademki suçlanmamıza neden olan kişi tanık. Sormak hakkımız değil midir? Bunlara neden olan kişi tanık, bu konuyla ilgisi olmayan kişiler sanık, bu nasıl iştir? Cumhuriyet gazetesi bugünlerde haber susuzluğunu gideren nadir haber kuyularından biridir benim gözümde. Diğerlerinin ezici çoğunluğu siyasi yandaşlarla baskı altında tutuluyor. Dolayısıyla toplumun sağlıklı ve doğru haber veren kurumlarının önemi bir kat daha artıyor. Mehmet Faraç ve Doğan Satmış farklı dönemlerde çalışmış kişiler. Amin Maluf diyorki, “Onurlu bir insan su içtiği kuyuya taş atmaz.” Bu iki kişi taş atmakla kalmadı, iftira atmak zilletine de düştüler. Allah kurtarsın.

EYLEMLER YARGILANIR, EYLEMİMİZ NE?

Yayın politikası değişikliği iddiasının suçla doğrudan bir ilgisi olamaz. Suçlamaya konu haberler hiç yayımlanmamış olsaydı Cumhuriyet Vakfı’nda yapılan seçimle gazetenin yayın politikasının değiştirildiği konusu bir ceza davasına konu edilecek miydi? Hayır.

2013 öncesi vakıf yönetiminde olan kişiler hiç değişmeselerdi ve suçlamaya temel olarak gösterilen yayınlar yine de yayımlanmış olsaydı, anılan haberler suç olarak görülüp değerlendirilmeyecek miydi?

Gazete iktidarın sevmediği haberleri yayımlamama kararı alsaydı neyle suçlanacaklardı? Yayımlanan haberler fiildir. Politikanın değişip değişmediği ise değişebilen bir değer yargısıdır. Ceza yargılaması eylemleri yargılar. Bizim yargılamada kanunun suç saydığı fiil zikredilip kenara atılıyor. Adliye işi gücü bırakmış gazetenin yayın politikası ile ilgileniyor. Bundan sana ne? Seni niye ilgilendirsin? “Değişmemiş olsaydı suçlama konusu haberler bu gazetede yayınlanmayacak mıydı” denmek isteniyor. Kadri Gürsel’in haberi yayımlanmayıp sansür mü edilecekti?

FETÖ/ PDY, PKK/KCK ve DHKP/C terör örgütlerine yardım etmekle suçlanıyoruz. İddianameye göre suçumuz buymuş. Peki, ne yapmışız da bu suçu işlemişiz? Hangi davranışımız, hangi eylemimiz bu suçlamaya temel oluşturmuş?

Bilindiği gibi Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 225. maddesine göre, “Hüküm, ancak suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilebilir.” Dolayısıyla esas soru, “Suçumuz ne” sorusu değil, ESAS soru “Hangi davranışımız suçlanmamıza neden olmuş”, “Suça ilişkin eylemimiz nedir” sorusudur.

KİMİ SEÇECEĞİMİZİ SAVCIYA MI SORALIM?

Vakıflar ve dernekler yönetim kurulu üyeliği seçimlerini yaparlarken adaylar arasından hangisini seçeceğini önceden savcılık kurumuna danışmak, izin ya da talimat almak gibi bir yükümlülük altında mıdır? Değilse, bize neden (A)’yı değil de (B)’yi seçtiniz diye bir suçlama yöneltiliyor? Eğer seçtiğimiz kişiye yönelik bir terör örgütü üyeliği suçlaması olsa idi, bize neden bir terör örgütü üyesini seçtiniz denilebilirdi. Ama böyle bir iddia da yok. Öyleyse, nasıl olup da Mustafa Pamukoğlu’yu değil de 34 yıllık Cumhuriyet çalışanı Önder’i seçtik diye suçlanırız? Karşımızdaki kurum savcılık mı, yoksa Mustafa Pamukoğlu’nu seçtirme kurumu mu? Akıl kârı bir iş değil...

Üstelik bu tercihi yapanların bazıları bu tercihten dolayı suçlanmışken, bazıları tanık sayılıyor. Neden? Cevap yok!... Mustafa’yı değil de Önder’i seçmek suç teşkil eden bir davranış ise, neden Önder’i seçenlerin bazıları suçlanırken, bazıları suçlanmıyor? İddianame bizi İnan Kıraç’ın toplantıya katılmayıp kapalı zarf içinde temsilci aracılığıyla gönderdiği oyu kabul etmemek, vekâleten kullanılan oyu 2013’te geçersiz saymak suretiyle usulsüzlük yapmakla da suçluyor.

İÇTİHAT DEĞİŞİKLİĞİNİ ÖNGÖREMEME SUÇU

Bu davanın açılmasının, bunca mağduriyetin yaşanmasının arka planındaki isimlerden olan, gazeteye yönelik bu kirli kumpasın içerisinde aktif bir rol üstlenen, hırsları aklının önüne geçip, gazetenin, siyasi iktidarın desteği ve girişimiyle kendilerine devir ve teslim edileceği beklentisi içinde bulunan ve bu operasyon sürecinde tanık sıfatıyla yer alan Alev Coşkun, 25 Eylül 2017 tarihli duruşmadaki tanık ifadesi esnasında mahkemenize bir Yargıtay kararı sunmuştu. İddiasına göre, bu Yargıtay kararı kendi tezlerinin doğruluğunu apaçık kanıtlıyordu. Neydi bu Yargıtay kararı? Duruşmada, müdafilerin sorusu üzerine mahkemenin başkanı, kararın numarasını ve kararı veren hukuk dairesini açıkladı. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin 2002 tarihli bir kararıydı. Karar, vakıf toplantılarında vekâlet yoluyla oy kullanmanın mümkün ve geçerli olduğunu, vekâletnamenin bir şekil şartına da tabi olmadığını vurguluyordu. Nitekim, adı geçen tanık, aynı kararı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’ne verdiği isimsiz ihbar dilekçesinin ekinde de kullanmıştı.

İşte, Yargıtay’ın vakıf hukuku uyuşmazlıklarına bakmakla görevli hukuk dairesinin içtihadı bu şekilde olduğu için 2013 yılında yapılan seçim 2014 Ocak’ta Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün isteği doğrultusunda yılında tekrarlandığında, tanığın uyulmasını talep ettiği bu içtihat doğrultusunda hareket edilmiş, vekâleten kullanılan oylar kabul edilmiştir. Şimdi gelinen noktada ne oldu biliyor musunuz? Siz vazgeçtiniz kararı beklemekten. Asliye hukuk mahkemesinde görülen iptal davasının istinaf kararında, “vakıflarda vekâleten oy kullanılması olanaklı ve geçerli değildir” denildi. Üstelik bu kararda Yargıtay’ın yine aynı dairesinin, yani 18. Hukuk Dairesi’nin 2016 tarihli yeni bir kararına dayanılmış. Buna göre demek ki Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 2016 yılında görüş ve içtihat değiştirmiş. Daha önceki istikrarlı ve yerleşik içtihadı, vakıflarda vekâlet yoluyla oy kullanmak geçerlidir yönünde olan 18. Hukuk Dairesi, 2016’da tam tersi bir görüş ve içtihat noktasına gelmiş, vakıflarda vekâlet yoluyla oy kullanılamaz demiştir.

Şimdi, bu duruma göre, 2014 yılında geçerli olan Yargıtay içtihadına uygun bir toplantı ve seçim yapan bizler, aynı dairenin 2.5 yıl sonra içtihat değiştireceğini düşünemedik, öngöremedik diye suçlanmış oluyoruz.

Yanlış anlaşılmasın, Yargıtay’ın herhangi bir konuda görüş ve içtihat değiştirmesi gayet doğal, olağan bir durumdur. Doğal ve olağan olmayan, Yargıtay’ın bugün ak dediğine iki yıl sonra kara diyeceğini bilemedik, öngöremedik diye suçlanmaktır.

DEMOKRASİ VE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ UTANCI

Yayın politikası değişikliğinin, böylesi bir iddianın bu mahkemede, bu yargılamanın konusu yapılması Cumhuriyet gazetesinin, burada yargılanan mensuplarının değil, Türkiye’nin demokrasi ve basın özgürlüğü utancıdır.

Heyetiniz oyçokluğu ile tutukluluğun devamına karar verirken, taşıdığım sıfat dikkate alınarak denetim görev ve sorumluluğum olduğuna vurgu yapıyor. Yani gazetenin içeriğine, yayınına, haberlerine, yazılara ilişkin önceden bir denetim, kontrol görevim olduğu kanaatinde heyetiniz. Oysa ben sorgumda belirtmiştim. Dinlediğiniz diğer sanıklara, iddia tanıklarına, eski genel yayın yönetmenlerine de sordunuz. Hep aynı cevabı aldınız: Burası Cumhuriyet gazetesi... Burada editoryal bağımsızlık vardır... Burada yönetim kurulu üyeleri, icra kurulu üyeleri yayınları, gazeteyi önceden denetleyip, kontrol etmez, edemez... Manşetlere, hangi haberlerin yayımlanıp yayımlanmayacağına, ne şekilde yayımlanacağına, köşe yazarlarının yazılarına karışılmaz.... Ertesi gün çıkacak gazete önceden yönetim kurulunun bilgisine ve onayına sunulmaz. Hep böyleydi; umuyor ve diliyorum ki bundan sonra da, gelecekte de böyle olur.

CUMHURİYET’İN YALNIZ ADI KALIR

Cumhuriyet gazetesine yönelik bu operasyonun arkasındaki amaç açık ve nettir. Siyasi iktidar, Cumhuriyet gazetesinin bağımsız ve özgür bir basın kuruluşu olarak yayıncılık yapmasından, iktidar güdümüne girmemesinden, gerçeklerin, siyasi otoritenin olmasını emrettiği gibi değil de aslında olduğu gibi olduğunu kamuoyuna aktarmasından fevkalade rahatsızdır. Bunun hesabı sorulmakta, bedeli ödetilmektedir. Cumhuriyet gazetesini kapatmanın, bu ülkenin en eski, kadim, uluslararası düzeyde tanınmış, güvenilir ve saygın bir gazetesini kapatmanın ulusal ve uluslararası zeminde yaratacağı tepki göze alınamamıştır. Bu nedenle gazetenin kapatılarak susturulması yerine gazeteden ayrılmış ama siyasi iktidara yaslanarak, bu gazeteyi tekrar ele geçirmek isteyen bazı kifayetsiz muhterislere devretmek daha iyi bir tercih olarak görülmüştür. Bu plan uygulamaya konulmuştur. Bu yargılamaya neden olan operasyonun, soruşturmanın arkasında yatan hesap budur. Ama bilinsin ki hesap tutmamıştır... Tutmayacaktır...

Biliyoruz ki, siyasi iktidarın yancısı olmayı kabul ederek, onun desteği, yardımı ve lütfuyla Cumhuriyet gazetesi yönetimine dönecek olmayı hayal edenler vardır. Böylesi bir zillete düşmüş olanlar, majestelerinin muhalefetini yapma taahhüdü karşılığında Cumhuriyet gazetesi yönetimini ele geçirmiş olsalardı dahi, o takdirde yayımlayacakları gazetenin yalnızca adı Cumhuriyet gazetesi olacaktır. Hiç kimse 94 yıllık kadim ve saygın bir gazetenin devamı olarak görmeyecektir bu şekilde ele geçirilmiş bir gazeteyi... Gazetenin adından daha çok çizgisi, içeriği, duruşu öne çıkar.

Sizler bilirsiniz ama bilmeyenler için söylüyorum. Zülfikâr, Hz. Ali’nin kılıcının adıdır. Mevlana’nın şu sözlerini nakletmek isterim: “Tut ki Ali’den miras kaldı sana Zülfikâr. Sende Ali’nin yüreği yoksa... Zülfikâr neye yarar…”

Bu yargılamada şu ana kadar bırakınız insana ve gerçeğe sırt çevrilmesini, yasaya ve hukuka bile sırt çevrildiği kanaatimi ifade etmek isterim. Bırakınız insan kokusu taşıyan bir çözümü, hakkaniyet ve adalet, ölçülülük ve insafın kırıntısına bile muhatap olamadık. En ağır tedbir olan tutuklama yoluyla peşinen cezalandırılmış olduk. Şimdiye kadar olmadı... Olamadı... Artık benim için çok geç... Ama belki başkalarına hukukun ve adaletin geç de olsa geri geleceğine, gelebildiğine dair bir umut ışığı yakılabilir.

Savcıdan dayanağı olmayan mütalaa

Cumhuriyet davasında mütalaasını açıklayan savcı Hacı Hasan Bölükbaşı, eski genel yayın yönetmenimiz Can Dündar ve İlhan Tanır’ın savunmalarının alınamaması nedeniyle haklarındaki davanın ayrılmasına karar verilmesini talep etti. Bölükbaşı, mütalaasında, çürütülen tanık ifadelerine, gazetemiz hakkında diğer basın- yayın kuruluşlarında yayımlanan aleyhte yazılara yer verdi. Haber ve köşe yazılarımızı suçlamaya delil olarak gösteren Bölükbaşı, lehte olan tanık beyanlarındaki ifadeleri de cımbızlayarak suçlamalarına dayanak yaratmaya çalıştı.

Savcı Bölükbaşı, muhasebe servisi çalışanımız Emre İper ile ilgili mütalaasında ise Emre İper’in ByLock programını kullanmadığına ilişkin her türlü şüpheden uzak delil elde edilemediğini iddia etti. Emre İper’in Twitter hesabından paylaştığı mesajı okuyan Bölükbaşı, İper’in bunlarla algı oluşturmaya çalıştığını, cebir ve şiddet içeren yöntemleri masum gösterecek, darbe girişiminin başarılı olması yönünde temennide bulunarak propagandasını yaptığını ileri sürdü. İper, ByLock kullanıcısı olduğu iddiasıyla 9 ay cezaevinde kalmış, Mor Beyin isimli programla çalışan Freezy isimli müzik uygulamasının içine yerleştirilen ByLock ağına yönlendirme kumpası mağduru olduğu ortaya çıkmıştı.

Bölükbaşı, mütalaasında, gazetemiz İmtiyaz Sahibi Orhan Erinç, Genel Yayın Yönetmenimiz Murat Sabuncu, İcra Kurulu Başkanımız Akın Atalay, yazarlarımız Aydın Engin, Hikmet Çetinkaya, Hakan Kara, Kadri Gürsel, okur temsilcimiz Güray Öz, muhabirimiz Ahmet Şık, avukatlarımız Bülent Utku ve Mustafa Kemal Güngör, çizerimiz Musa Kart, yöneticimiz Önder Çelik’e yöneltilen örgüte yardım suçlamasıyla cezalandırılmalarını talep etti. Bölükbaşı, İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay’ın tutukluluğunun devamı yönünde karar verilmesini istedi. Kitap eki yönetmenimiz Turhan Günay ile yöneticilerimiz Günseli Özaltay ve Bülent Yener’in ise bu suçlamadan beraat etmeleri yönünde karar verilmesini talep etti. Muhasebe çalışanımız Emre İper’in ise terör örgütü propagandası yapma suçlamasıyla cezalandırılmasını talep etti. Savcı Cumhuriyet Vakfı yöneticilerine yöneltilen hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçlamasından ise beraat kararı verilmesini istedi. Ahmet Kemal Aydoğdu’nun ise örgüt yöneticiliği suçlamasıyla cezalandırılmasını talep etti.

Bölükbaşı, 11.10’da okumaya başladığı iddianamenin tekrarı niteliğindeki mütalaasını okumayı 15.00’te bitirdi.

 

CANLI BLOG 

18:27 İstanbul 27’inci Ağır Ceza Mahkemesi ara kararını açıkladı. Gazetemiz İcra Kurulu Başkanı Av Akın Atalay'ın tutukluğunun devamına karar verildi. Can Dündar ve İlhan Tanır hakkında infaz bekleniyor. Bir sonraki duruşma 24-27 Nisan 2018 tarihleri arasında Silivri Adliyesi'nde gerçekleşecek.

18:15 Heyet ara kararını açıklamak üzere salona bekleniyor. Sanıklar ve izleyiciler içeride yerini aldı.

17.41- Biliyoruz ki, siyasi iktidarın yancısı olmayı kabul ederek, onun desteği, yardımı ve lütfuyla Cumhuriyet gazetesi yönetimine dönecek olmayı hayal edenler vardır. Böylesi bir zillete düşmüş olanlar, majestelerinin muhalefetini yapma taahhüdü karşılığında Cumhuriyet gazetesi yönetimini ele geçirmiş olsalardı dahi, o takdirde yayınlayacakları gazetenin yalnızca adı Cumhuriyet gazetesi olacaktı. Hiç kimse doksan dört yıllık kadim ve saygın bir gazetenin devamı olarak görmeyecektir bu şekilde ele geçirilmiş bir gazeteyi… Gazetenin adından daha çok çizgisi, içeriği, duruşu öne çıkartacaktır. Mevlana’nın şu sözlerini nakletmek isterim: -Bilmeyenler için söylüyorum. Zülfikar, Hz. Ali’nin kılıcının adıdır.- “Tut ki Ali’den miras kaldı sana Zülfikar / Sende Ali’nin yüreği yoksa / Zülfikar neye yarar…” Tut ki Cumhuriyet gazetesini ele geçirdiniz. Son diyeceklerim şunlardır: Hakimliğin çok zor, sorumluluğu çok ağır bir meslek ve kutsal bir görev olduğu genel olarak kabul edilen bir kanaattir. Bundan ötürü birçok etik ilkeye tabidir. Bangalor Yargı Etiği ilkelerini ve diğerlerini, yani sizin gayet iyi bildiğiniz mesleki etik ilkeleri anımsatacak değilim. Sadece, bundan 42 yıl önce verilmiş bir karardaki tanımlamaya değineceğim. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 31 Aralık 1976 tarihli kararında, hakimlerin görevine dair şöyle bir tanımlama yapılmış: 'Hakim; insana, gerçeğe, tabiata, olağana sırt çevirmeden, uyuşmazlığa insan kokusu taşıyan bir çözüm bulmak zorundadır. Bu yargılamada şu ana kadar bırakınız insana ve gerçeğe sırt çevrilmesini, yasaya ve hukuka bile sırt çevrildiği kanaatimi ifade etmek isterim. Bırakınız insan kokusu taşıyan bir çözümü, hakkaniyet ve adalet, ölçülülük ve insafın kırıntısıyla bile muhatap olamadık. "En ağır tedbir olan tutuklama yoluyla peşinen cezalandırılmış olduk. Şimdiye kadar olmadı…Artık benim için çok geç… Ama belki başkalarına hukukun ve adaletin geç de olsa geri geleceğine, gelebildiğine dair bir umut ışığı yakılabilir.

17.33-  Yani gazetenin içeriğine, yayınına, haberlerine, yazılara ilişkin önceden bir denetim, kontrol görevim olduğu kanaatinde heyetiniz. Oysa ben sorgumda belirtmiştim. Dinlediğiniz diğer sanıklara, iddia tanıklarına, eski genel yayın yönetmenlerine de sordunuz. Hep aynı cevabı aldınız: Burası Cumhuriyet gazetesi… Burada editoryal bağımsızlık vardır. Burada yönetim kurulu üyeleri, icra kurulu üyeleri yayınları, gazeteyi önceden denetleyip, kontrol etmez, edemez… Manşetlere, hangi haberlerin yayınlanıp yayınlanmayacağına, ne şekilde yayınlanacağına, köşe yazarlarının yazılarına karışılmaz. Ertesi gün çıkacak gazete önceden yönetim kurulunun bilgisine ve onayına sunulmaz. Hep böyleydi; umuyor ve diliyorum ki bundan sonra da, gelecekte de böyle olur. Sayın Heyet, meteoroloji dairesi düzenli olarak hava durumunu, yağışı, sisi, rüzgarın yönünü, kuvvetini açıklar; işi, görevi budur. Eğer işini düzgün yapmaz, eksik ve yanlış veriler, bilgiler yayınlarsa çok büyük felaketlere, yıkımlara, kayıplara neden olabilir. Savaşlarda, askeri operasyonlarda meteorolojinin verdiği, yayınladığı bilgilere göre planlama ve uygulamalar yapılır. Hareket planları, operasyon zamanlamaları, konumlanmalar hep meteorolojik bilgilere göre düzenlenir. Muhtemel ki terör örgütleri de meteorolojinin yayınladığı bilgilerden aynı şekilde yararlanıyordur. Aklı başında hiç kimse bu bilgilerden terör örgütleri yararlanıyor diye meteoroloji dairesini onun uzmanlarını yöneticilerini terör örgütlerine yardımla suçlamaya kalkışmaz. Peki, gazeteler gerçeği, olanı yazınca, terör örgütleri bundan yararlanıyor, kendi propagandası için kullanıyor diye neden suçlanır? Ne yapmalı gazeteler ve gazeteciler? Yalan mı yazmalı? Gerçeği gizlemeli mi? Sayın Heyet, Cumhuriyet gazetesine yönelik bu operasyonun arkasındaki amaç açık ve nettir...

Siyasi iktidar, Cumhuriyet'in bağımsız ve özgür bir basın kuruluşu olarak yayıncılık yapmasından, iktidar güdümüne girmemesinden, gerçeklerin, siyasi otoritenin olmasını emrettiği gibi değil de aslında olduğu gibi olduğunu kamuoyuna aktarmasından fevkalade rahatsızdır. Bunun hesabı sorulmakta, bedeli ödetilmektedir. Cumhuriyet gazetesini kapatmanın, bu ülkenin en eski, kadim, uluslararası düzeyde tanınmış, güvenilir ve saygın bir gazetesini kapatmanın ulusal ve uluslararası zeminde yaratacağı tepki göze alınmamıştır. Bu nedenle gazetenin kapatılarak susturulması yerine gazeteden ayrılmış ama siyasi iktidara yaslanarak, bu gazeteyi tekrar ele geçirmek isteyen bazı kifayetsiz muhterislere devretmek daha iyi bir tercih olarak görülmüştür. Bu plan uygulamaya konulmuştur. Bu yargılamaya neden olan operasyonun, soruşturmanın arkasında yatan hesap budur. Ama bilinsin ki bu hesap tutmamıştır… Tutmayacaktır.

17.27- O kişileri temsilen Altan Öymen, Kani Beko ve Rıza Türmen isimleri savunma tanığı olarak gösterilmiş, son oturumda ikisi dinlenmiştir. Yayın politikası değişikliğinin, böylesi bir iddianın, bu mahkemede bu yargılamanın konusu yapılması Cumhuriyet gazetesinin, burada yargılanan sanıkların değil, Türkiye’nin demokrasi ve basın özgürlüğü utancıdır. Heyetiniz oy çokluğu ile tutukluluğun devamına karar verirken, taşıdığım sıfat dikkate alınarak denetim görev ve sorumluluğum olduğuna vurgu yapıyor. Yani gazetenin içeriğine, yayınına, haberlerine, yazılara ilişkin önceden bir denetim, kontrol görevim olduğu kanaatinde heyetiniz.

17.19- Nitekim adı geçen tanık aynı kararı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine verdiği isimsiz ihbar dilekçesinin ekinde de kullanmıştı. Yargıtay’ın vakıf hukuku uyuşmazlıklarına bakmakla görevli olan 18. Hukuk Dairesinin içtihadı bu şekilde olduğu için 2013 yılında yapılan, Vakıflar Genel Müdürlüğünün isteği üzerine 2014 yılında tekrarlandığında tanığın uyulmasını talep ettiği bu içtihat doğrultusunda hareket edilmiş, vekaleten kullanılan oylar kabul edilmiştir. Şimdi gelinen noktada ne oldu biliyor musunuz? Asliye hukuk mahkemesinde görülen iptal davasının istinaf kararında 'vakıflarda vekaleten oy kullanılması olanaklı ve geçerli değildir. Üstelik bu kararda Yargıtay’ın yine aynı dairesinin, yani 18. Hukuk Dairesi’nin 2016 tarihli yeni bir kararına dayanılmış. Buna göre demek ki Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 2016 yılında görüş ve içtihat değiştirmiş, önceki içtihatını 180 derece değiştirmiş. Daha önceki istikrarlı ve yerleşik içtihadı, 'Vakıflarda vekalet yoluyla oy kullanmak geçerlidir' yönünde olan 18. Hukuk Dairesi, 2016’da tam tersi bir görüş ve içtihat noktasına gelmiş, vakıflarda vekalet yoluyla oy kullanılamaz demiştir. Şimdi bu duruma göre, 2014 yılında geçerli olan Yargıtay içtihadına uygun bir toplantı ve seçim yapan bizler, aynı dairenin 2,5 yıl sonra içtihat değiştireceğini düşünemedik, öngöremedik diye suçlanmış oluyoruz. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi'in o kararı veren üyelerini de bizim vakfı ele geçirme eylemimize iştiraktan bile suçlayabilirsiniz. Yanlış anlaşılmasın, Yargıtay’ın herhangi bir konuda görüş ve içtihat değiştirmesi gayet doğal, olağan bir durumdur. Doğal olmayan Yargıtay’ın bugün ak dediğine iki yıl sonra kara diyeceğini bilemedik, öngöremedik diye suçlanmaktır. Yayın politikasının değiştirildiği iddiası bir fiil değil, bir değer yargısıdır. İddia makamının ve Cem Küçük, Hüseyin Gülerce, Latif Erdoğan, Rıza Zelyut, Alev Çoşkun, Namık Kemal Boya, Mehmet Faraç gibi kamuoyunda pek saygın(!) duruşları ve tavırları ile tanınan iddia tanıklarının sübjektif, belirli bir maksada yönelik değer yargılarıdır. Buna karşılık olarak Cumhuriyet gazetesini on yıllardır okur olarak takip eden binlerce, on binlerce okur ise yukarıda belirtilen tanıkların ve iddia makamının bu değer yargısını reddetmektedir.

17.11- FETÖ/ PDY, PKK/KCK ve DHKP/C terör örgütlerine yardım etmekle suçlanıyoruz. İddianameye göre suçumuz buymuş. Peki, ne yapmışız da bu suçu işlemişiz? Hangi davranışımız, hangi eylemimiz bu suçlamaya temel oluşturmuş? Bilindiği gibi Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 225. maddesine göre 'Hüküm, ancak … suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilebilir.' Dolayısıyla esas soru, 'Suçumuz ne' sorusu değil, 'hangi davranışımız suçlanmamıza neden olmuş', 'suça ilişkin eylemimiz nedir' sorusudur. Bu davada benim de aralarında olduğum bazı sanıklar, Cumhuriyet Vakfı ya da bağlı şirketinde yönetim kurulu üyesi yahut imza yetkilisi oldukları iddiası ve gerekçesiyle yargılanıyor. Aralarında gösterildiğim, yasal bir temeli ve izahı olmasa da gerek iddianamede, gerek mahkeme heyeti nezdinde diğer sanıklardan ayrı ve ayrıcalıklı bir değerlendirmeye, en ziyade muameleye mazhar kılınmamın nedenini zannederim ileride hükümle birlikte ben de öğreneceğim. İddianamede yönetim kurulu üyelerine isnat edilen fiiller şunlardı:

1- Cumhuriyet Vakfında boşalan bir yönetim kurulu üyeliği için 2 Nisan 2013 tarihinde yapılan seçimde iki aday arasından (A)’yı değil de, (B)’yi seçmiş olmak...

2- Cumhuriyet gazetesinin yayın politikasını değiştirmek.

3- Terör örgütlerine yardım etme suçunu oluşturan manşet, haber, röportaj ya da köşe yazılarının gazetede yayınlanmasına olanak tanımak, engellememek..." Bu tür haber ve yazıları denetim ve kontrole tabi tutmamak. Diğer bir deyişle, sansür uygulamamak! Yeri gelmişken belirtmek isteriz ki, bizim gurur duyduğumuz bir davranış biçimini, bir gazetecilik geleneğini yani editoryal bağımsızlık ilkesini, savcılık suçlama nedeni yapmıştır. Ne denilebilir ki!. İsnat edilen bu fiillerle ilgili olarak esas hakkındaki savunmamız sırasında söyleyeceklerimiz olacaktır. Bu aşamada, tutukluluk hali değerlendirmesine dair çerçevede şunları belirtmek isterim. Vakıflar ve Dernekler, yönetim kurulu üyeliği seçimlerini yaparlarken adaylar arasından hangisini seçeceğini önceden savcılık kurumuna danışmak, izin ya da talimat almak gibi bir yükümlülük altında mıdır?" Değilse, bize neden A’yı değil de B’yi seçtiniz diye bir suçlama yöneltiliyor? Eğer seçtiğimiz kişiye yönelik bir terör örgütü üyeliği suçlaması olsa idi, bize neden bir terör örgütü üyesini seçtiniz denilebilirdi. Ama böyle bir iddia yok. Öyleyse, nasıl olup da Mustafa Pamukoğlu değil de 34 yıllık Cumhuriyet çalışanı ve eski yönetim kurulu üyesi Önder Çelik’i seçtik diye suçlanırız? Karşımızdaki kurum savcılık mı, yoksa Mustafa’yı seçtirme kurumu mu? Akıl karı bir iş değil. Üstelik bu tercihi yapanların bazıları bu tercihten dolayı suçlanmışken, bazıları tanık sayılıyor. Neden? Cevap yok!... Mustafa’yı değil de Önder’i seçmek suç teşkil eden bir davranış ise, neden Önder’i seçenlerin bazıları suçlanırken, bazıları suçlanmıyor? İddianame bizi İnan Kıraç’ın toplantıya katılmayıp kapalı zarf içinde temsilci aracılığıyla gönderdiği oyu kabul etmemek, vekaleten kullanılan oyu 2013’te geçersiz saymak suretiyle usulsüzlük yapmakla da suçluyor. Aynı heyet bu davanın açılmasının, bunca mağduriyetin yaşanmasının arka planındaki isimlerden olan, gazeteye yönelik bu kirli kumpasın içerisinde aktif bir rol üstlenen, hırsları aklının önüne geçip, gazetenin, siyasi iktidarın desteği ve girişimiyle kendilerine devir ve teslim edileceği beklentisi içinde bulunan ve bu operasyon sürecinde tanık sıfatıyla yer alan Alev Coşkun, 25 Eylül 2017 tarihli duruşmadaki tanık ifadesi esnasında mahkemenize bir Yargıtay kararı sunmuştu. İddiasına göre, bu Yargıtay kararı kendi tezlerinin doğruluğunu apaçık kanıtlıyordu. Neydi bu Yargıtay kararı? Duruşmada, müdafilerin sorusu üzerine mahkemenin başkanı, kararın numarasını ve kararı veren hukuk dairesini açıkladı. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin 2002 tarihli bir kararıydı. Karar, vakıf toplantılarında vekalet yoluyla oy kullanmanın mümkün ve geçerli olduğunu, vekaletnamenin bir şekil şartına da tabi olmadığını vurguluyordu."

16.50 - Akın Atalay bayanına devam ediyor: Savcı mütalaasında AB fonları nedir diye polemik yaptı. Türkiye'deki yargıçların çoğu insan hakları gibi fonlardan yararlanarak eğitim aldılar. Onlar bağımsızlığını yitirmiş mi oluyor?

Bu davanın hazırlayıcısı, soruşturmanın amiri olan savcının konumuna ve içinde bulunduğu durumuna birkaç defa değindik. Bize FETÖ suçlaması yönelten savcının kendisi FETÖ üyeliğinden yargılanıyor.

Cem Küçük gibi bir zamanlar FETÖ'nün yancısı olduğunu biliyoruz, bunların arasında dediğine göre "patron baskısıyla" Gülen'i övücü yazı yazmış Rıza Zelyut da var. Geçen duruşmada Leyla Tavşanoğlu da dinlendi, İbrahim Yıldız'dan izin aldığını söyledi.

"Yıldız'ın ifadesi de okundu. 'Hayır bana döndükten sonra söylendi" dedi Yıldız. Hangisi doğru söylüyor bilmiyoruz ama bizi ilgilendirmiyor.Ama burada akıl tutulması yaratan biz sanığız, Pensilvanya'ya giden Tavşanoğlu, kendisine izin verdiğini söylediği Yıldız tanık.

Gelelim Doğan Satmış'a. Bu iddianamede suçlama konusu yapılan haber ve manşetlerin çoğunluğu onun yayın danışmanlığı dönemine ait. Ama her ne hikmetse tutuklanmadan önceki 20 günlük sürede yayın danışmanlığı yapan ve bu döneme dair iddianamede suçlama konusu olan tek bir yayın dahi olmayan Kadri Gürsel sanık, suçlama konusu olduğu dönemki yayın danışmanı Doğan Satmış tanık.

Satmış diyor ki 'Dündar tutuklu olduğu dönemde gazeteyi biz yapıyorduk. Hiç taviz vermedik' Burada yargılanmamıza neden olan haber ve manşetlerin bir kısmını o yapmış öyle diyor.

'Azez Düğümü' manşeti, Satmış döneminde atılmış. Tabi biz hiç korkaklığa teslim olmadık 'biz atmadık' demedik, tanık gelip 'biz attık' dedi. Neden olan kişi tanık. O zaman sormak hakkımız değil mi? Zaman gazetesiyle ortak manşet atmaya neden olan kişi tanık, bizse sanık.

O adı geçen tanıklarla, Satmış ile Faraç ile ilgili şunu söyleyeceğiz: Cumhuriyet gazetesi toplumun bu döneminde gerçek haber susuzluğunu gideren nadir kurumlardan biridir.Diğer gazete ve medya mecralarının çoğunluğu siyasi otorite ve yandaşları tarafından tehdit ediliyor.

Bu her iki tanık, Satmış ve Faraç, farklı dönmelerde Cumhuriyette çalışmış kişiler. 'Onurlu bir insan suyunu içtiği kuyuya taş atmaz' diyor Amin Maalof. Bu iki insan taş atmakla kalmadı, iftira atmak zilliyetine de düştüler. Allah kurtarsın.

Cumhuriyet Vakfı'nda yapılan seçimin de, yayın politikası değişikliğinin de suçla ve suçlamayla alakası olamaz. Eğer suçlamaya temel oluşturan haber ve yazılar hiç yayınlanmamış olsaydı usulsüz olduğu iddia edilen seçim de, yayın politikası değişikliği iddiası da ceza davasına konu edilecek miydi? Ya da şöyle soralım: 2013 yılı öncesinde yer alan görevliler değişmemiş olsaydı, suçlamaya neden gösterilen haber ve yazılar yine de yayınlanmış olsaydı bunlar suç olarak mı değerlendirilecekti?

Ya da abartıp şöyle diyelim: Vakıf oturdu ve gazetenin bugün birçok yayın kuruluşunun yaptığı gibi siyasi iktidar doğrultusunda yayın yapmasına karar verdi. İktidarın hoşuna gitmeyen şeyleri yayınlamama kararı verdi. O zaman yayın politikası değişikliği nedeniyle ceza davası mı açılacaktı? Yayın politikası bakış açısına göre değişen bir değer yargısıdır, ceza hukuku değer yargılarıyla değil eylem ve fiillerle uğraşır.

16.20 - Verilen aranın ardından duruşmaya tekrar devam ediliyor. Tutuklu İcra Kurulu Başkanımız Avukat Akın Atalay söz aldı. 

Akın Atalay beyanında şu ifadeleri kullandı:

Esasında çok daha kısa, tutukluluk çerçevesinde bir değerlendirme yapacaktım ama mütalaadan sonra daha geniş bir beyana gerek gördüm. Mütalaanın temel özelliği iddianamenin neredeyse birebir. aynı olması. Ondan ben de soruşturmanın başına dönme ihtiyacı duydum. Sanık arkadaşların çoğu 5 Kasım'da tutuklanmış, benim hakkımda da yakalama kararı çıkarılmıştı. 12 Kasım'da döndüm ama dönmeden 9 Kasım'da açıklama yapmıştım.

Atalay, 9 Kasım'da yaptığı açıklamayı okuyor: Anlaşılan odur ki epeyce bir süre sizlere seslenme, anlatma, açıklama yapma fırsatım olamayacağı için bu defa uzun yazıyorum. Yaşadığımız gözaltı ve tutuklama sürecini, kişisel durumumu, kararımı ve bazı gözlemlerimi öncelikle çalışma arkadaşlarımla paylaşmak istedim. Buraya kadar anlatımımdan artık yurda dönüş ve ardından -sizleri göremeden- belirsiz bir müddet zorunlu ikamete tabi tutulacağımız anlaşılan Silivri'ye gidiş zamanının geldiğini anlamışsınızdır. Bu dönüşü "kahramanlık" olsun diye yapmadığımı, genellikle serinkanlı olarak ve duygularımdan ziyade akıl ve mantık süzgecinden geçirerek ortak yararlar için en doğru kararı vermeye çalıştığımı bilmenizi isterim.

Dönüş kararını vermemdeki temel belirleyiciler;

1-Gazetemizin başını öne eğdirmemek,

2-Cumhuriyet gibi köklü bir geçmişe, onurlu duruşa ve haklı bir saygınlığa sahip bir gazetenin, başkan vekili ve İcra Kurulu Başkanı üzerinden "kaçaklık", "firar", "suçlu" gibi olumsuz iftiralara maruz kalmasına neden olmamak,

3-Türkiye'nin demokratik, laik bir cumhuriyet, insan haklarına dayalı sosyal bir hukuk devleti olması için yılmadan mücadele eden insanlarına ve ülkemin güzel geleceğine olan umudumu ve inancımı eylemli olarak da göstermek,

4- Kaçma şüphesiyle tutuklanan dokuz arkadaşımızın aleyhinde olacak şekilde "bakın işte bazıları nasıl kaçtıysa, serbest kalırsa bunlar da kaçabilir" şeklinde bir mazereti kullanabilmelerini engellemektir.

Değerli arkadaşlar, sizden sonra kamuoyuna da duyuracağım gibi 11 Kasım 2016 günü, Türkiye saatiyle saat 12:00'de İstanbul'a Atatürk Havalimanı'na inmiş, yurda dönmüş olacağım. Ondan sonrasını hep birlikte göreceğiz, izleyeceğiz.

Hani dedik ya boyun eğmeyiz diye, FETÖ'ye üyelikten yargılanan bir sanığı, tarafsız ve bağımsız yargı görevlisi olarak görmemiz ve onun bizi (kendisinin üye olmakla suçlandığı) bir örgüte yardım etmekle suçlamasına daha doğru deyişle kara mizah türünün başyapıtı olacak bir oyuna dahil olamayız, olmayız.

Eğer o FETÖ üyesi sanık, kendisinin de üyesi olduğuna dair kuvvetli şüphe ve olgular bulunduğu iddia edilen örgüte kimlerin yardım ettiğini gerçekten arıyorsa, Cumhuriyet gazetesi ve onun mensupları, yöneticileri, yazarları doğru adres olamaz.

Doğru adres, kendisine muhtemelen 'Bu soruşturmayı aç, Cumhuriyet'i sustur, bunu yaparsan seni diğer meslektaşların gibi ihraç etmeyiz, hatta Yargıtay'da iki müebbet hapisle yargılandığın davadan beraati hak edersin' diyenlerdir.

'Cumhuriyet Vakfı'nı ve Cumhuriyet gazetesini ele geçirmiş, yayın politikasını değiştirmişsiniz, bu hususta ifadenizi verin' diye sormuşlar. Bu konuda savcıya verilecek cevap bellidir: Sana ne! Sana mı soracağız, senden izin mi alacağız?

Ne zamandan beri gazetelerin yayın politikasını savcılar belirlemeye başladı! Yayın politikasını beğenmiyorsanız almaz ve okumazsınız, hepsi bu. Onun ötesi sizin haddinizi de, yetkinizi de aşar.

Suçumuz "usulsüz toplantı yaparak gazetenin ele geçirilmesi" ise, usulsüz toplantıya ve karara katılanlardan (Arcayürek dışındaki) üçü (Erinç-Çetinkaya-Atalay) bu suçun sanığı, ikisi (Balbay-Yıldız) neden ve nasıl tanığı oluyorlar?

Şundan dolayı müsterihiz: Gazetenin bağımsızlığını koruduk, kimseye peşkeş çekmedik, hiçbir siyasi/dini/ekonomik güç odağıyla gizli/illegal, dolaylı/dolaysız, ilişkimiz, irtibatımız, iltisakımız, yardımımız, tanışıklığımız olmadı.

Akın Atalay'ın tutuklanmadan önceki mesajı

15.30 - Duruşmaya bir saat ara verildi.

15.10 - Savcı; Ahmet Şık, Akın Atalay, Hikmet Çetinkaya, Orhan Erinç, Önder Çelik, Musa Kart, Mustafa Kemal Güngör, Hakan Kara, Güray Öz, Bülent Utku, Aydın Engin, Kadri Gürsel ve Murat Sabuncu'nun "Örgüte üye olmamakla birlikte örgüte yardım suçundan" (TCK 220/7)  7,5 yıldan 15 yıla kadar hapsini talep etti.

Emre İper'in örgüt propagandası yapmaktan (TMK 7/2) cezalandırılması talep edildi.

Ahmet Kemal Aydoğdu hakkında terör örgüt yöneticiliğinden cezalandırılması talep edildi.

14.45 - Savcı Bölükbaşı mütalaasında iddialarını  sanıklar bakımından genelleştirerek devam etti:

Terör örgütü eylemlerinin kınanmaması bile örgütlerin lehine hizmet eder, sanıklar bu örgütlerin lehine yayın yapmış, lehe algı yaratmak faaliyetinde bulunmuştur. Yayınlar masum değerlendirilemez.

249 kişinin şehit olduğu 2000 kişinin yaralandığı darbe girişiminin vahim tablosu ortadayken yapılan yayınlar masum değildir. Türkiye'yi ulusal ve uluslararası alanda terör destekleyicisi olarak gösterilmesi basın özgürlüğü faaliyeti içinde değildir.

Özetle, sanıkların Atatürk ilkelerine bağlı, basın özgürlüğü kapsamında yayın yaptıkları savunmalarına itibar edilmesi mümkün değil.

Silahlı terör örgütlerinin eylemlerini haklı ve masum, Türkiye'nin bunlara karşı haksız olduğunu gösterecek şekilde haber ve yazıların yayınlanması basın özgürlüğüne uymamaktadır. FETÖ'ye, belli bir amaç uğruna da olsa destek olmak asla kabul edilemez.

Türkiye, özellikle uluslararası alanda zor durumda bırakılarak, IŞİD gibi terör örgütlerini desteklediği algısıyla uluslararası hukuk sorumluluğu altına sokulmak amaçlanmıştır.

MİT TIR'larının yeniden Dündar tarafından yayına sürülmesi Suriye krizinin derinleştiği döneme denk düştüğüne ilişkin Halil Berktay'ın Serbestiyet'te yayınlanan yazısı Cumhuriyet ve FETÖ ilişkisini çözümlüyor.

Toplumu etkilemek ve akıllarını karıştırmak için bilgi ekleyip çıkararak, gerçekleri değiştirerek eylemleri meşrulaştırmaya çalışmış, kaos ortamı oluşturmaya çalışmış, lobi şirketleriyle anlaşma yapıp Türkiye'yi Avrupa karşısında zor duruma düşürmeye çalışma amacına uygun algı yaratmaya çalışan terör örgütünün kendi organları Zaman ve Bugün'den sonra bunu Cumhuriyet'le yürütmüştür. FETÖ, Zaman, Kanalturk gibi yayın organlarının inanırlığını kaybetmesi üzerine aynı hedefte buluştukları Cumhuriyet'i seçti. Atatürkçüleri tasfiye etmek adına vakfın yöneticisi olan Akın Atalay, Hikmet Çetinkaya ve Orhan Erinç süreci başlattı. Örgüte üye olmamakla birlikte yardım ettikleri suretiyle Akın Atalay'ın tutukluluğunun devamına karar verilmesini talep ederim.

14.20 - Savcı Bölükbaşı özetle, AkSilahlanma ile ilgili aynı hashtag ile yapılan haberlerin sanıkların bazılarının ortak hareket ettiğini gösterdiğini ileri sürdü.

Bölükbaşı, "İddianamede İper'in Bylock kullandığı bilgisi yer aldı. Fakat bilirkişi Koray Peksever, telefonunda Bylock kullanımına rastlayamadı, yüklendiğini de bulamadı. İper'e ByLock kullandığından bahisle üyelikten dava açılmışsa da sanığın programı kullandığına dair her türlü şüpheden uzak delil elde edilemedi. Ancak 15 Temmuz sonrası tweetlerinde darbe girişiminin başarısızlığa uğramasından memnuniyetsiz tavır sergiledi" diye konuştu.

Savcı Bölükbaşı, Emre İper'in 15 Temmuz sonrası tweetlerinde kullandığı "sanal darbe", "darbe edebiyatı" gibi ifadelerini "terör örgütü lehine algı oluşturma" çabası olarak değerlendirdi. Bölükbaşı, "Bu, örgütün propagandası yönünde yapılan beyanlar basın ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez" dedi.

13.55- Savcı: Terör emellerine yönelik yayınlar basın özgürlüğünün arkasına sığınılarak savunulamaz. İfade özgürlüğü her zaman çok da masum amaçlarla kullanılmıyor, tarihte eleştiri adıyla önce yıpratılmış sonra çökertilmiş devletler var. Basın yayın faaliyetlerinde her zaman kamu yararı, toprak bütünlüğü gözetilmeli. Haber yapılırken kullanılan ifadeler de önem taşıyor, ifade bir tahkir ya da karalamaya basın özgürlüğü açısından değerlendirilemez. Bu devlet güvenlik meselesinde daha da önemli. Bu ifadeler daha güvenli seçilmeli.

13.17- Savcı:Osman Kavala ile Aydın Engin arasındaki cep telefonu görüşmesi tespit edilmiş olup, bu mesaj içeriklerine göre kimseden emir talimat maddi destek almadıklarına yönelik beyanlarının aksine, Engin'in AB fonları ya da STK'lardan fon aradığı anlaşılıyor. Aydın Engin'in söz konusu mesajlarına bakıldığında savunmalarda ısrarla bağımsız ve emir almadıkları yayınlarını AB'den fon arayarak nasıl sürdürecektir? Savunmaları aksine gazete PKK, KCK, DHKP-C ve FETÖ PDY'ye destek olan bir yayın faaliyeti yürüttüğü anlaşılmaktadır. Devlet ve toplumun sürekliliği için her özgürlük gibi basın özgürlüğünün de sınırı vardır. Sınırsız özgürlüğün anarşi doğuracağı insan hakları teorisyenleri tarafından kabul edilmiştir. (Savcı, hangi teorisyenlerden bahsettiğini belirtmedi)

13.00 - Savcı Hacı Hasan Bölükbaşı, mütaalasında yer verdiği tanık ifadeleri özetini bitirdi. 

Bölükbaşı şöyle devam etti:

Yayın ve faaliyetler, gazete, gazete sitesi ve sosyal medyadaki yayınlar göz önünde bulundurulunca örgüt içindeki hiyerarşiye dahil olmamakla birlikte örgüte yardım iddiasıyla kamu davası açıldı. Sanıkların talebi savunması olan Basın Kanunu'nun 11. maddesiyle, yayınlanan haberlere ilişkin yasal dava açma süresi burada uygulanamaz. Münferit olarak haberler değil bir yayınlama faaliyeti yargılama konusudur. Bağımsız yayın yürüttüklerini beyan etmişseler de sanıkların tarafsızlıktan uzak, gerçek dışı örgütlerin emelleri lehine yayıncılık düzenlemiştir...

11.10 - Savcı Hacı Hasan Bölükbaşı mütaalasını (görüşünü) açıklıyor: Üye olmamakla birlikte yardım suçundan kamu davası açılan Can Dündar ile üyelik suçlamasıyla kamu davası açılan İlhan Tanır tüm aramalar karşı bulunamadığı için iki sanık hakkındaki kamu davasının tefriki, yakalama kararının sürmesi mütalaa ettik. Cumhuriyet gazetesinin basın özgürlüğü ile bağdaşmayan hukuka aykırı yayın yapması sürecinde, yönetim kurulu seçimi etkili olduğundan, seçimde, İnan Kıraç'ın oyu Akın Atalay'ın müdahalesiyle kabul edilmedi. Vakıf Senedine ve hukuka aykırı işlemlerle Cumhuriyet gazetesinin yayın poliitkasının değiştirilmesi sürecinde ilk adım atıldı. Toplantı nisabı oluşmadan toplantı yapıldı, bu şekilde yönetim kurulu seçimi yapılması usulsüz. Aynı seçimde başkanın oyu 2 oy kabul edilerek senede aykırı davranıldı. Vakfın 11 üyesi olması rağmen Önder Seçim'in seçildiği toplantıya 6 üye katılıp, 7 üye şartı gerçekleşmediğinden bahisle bu üye seçimlerinde alınan kararlar senede aykırı. Bu seçime dair iptal kararı hala istinaf aşamasında. Akın Atalay özellikle etkin rol oynayarak, Erinç ve Çetinkaya'nın birlikte hareket etmesini sağlayacak şekilde gazete poltikasını değiştirerek PKK/KCK/DHKPC eylemlerine yardım niteliğinde ortam sağladı. Balbay, Coşkun gibi Atatürk ilkelerine bağlı kişiler tasfiye edildi Gazetede etkin söz sahibi olan vakıf yönetimi bu şekilde dizayn edildi. Dündar ile birlikte Aydın Engin, Murat Sabuncu, Ahmet Şık, İlhan Tanır gibi yayıncı ve muhabirlerin görevlendirmesiyle, belli amaçlara bağlı yayın politikası sürdüren ve okurlarıyla kuvvetli etkileşimi olan gazetenin 90 yıllık geçmişi ve kuruluş felsefesi değişime uğradı. 

SAVCI CUMHURİYET'İN YAYIN POLİTİKASINI SUÇLAMA KONUSU YAPTI

MİT TIR'ları gibi kamuyu yanlış yönlendirici, Türkiye'nin terörü destekleyen bir devlet olduğu yönünde algı yarattı. Zaman, Taraf, Bugün gazetelerinin taraftarları dışında kamuoyundaki itibarı kaybolduğu için örgüt Cumhuriyet'i bir araç olarak kullandı. Terör örgütlerinin eylemlerini gerçekleştirmeye yardım eden, sevimli ve meşru gösteren, Türkiye'yi terör örgütlerine yardım ediyor gibi gösteren faaliyette bulundu. Gazeteye bir bakımdan el konuldu, kurucu Yunus Nadi'nin amaç ve hedeflerinin dışına çıktı. Cumhuriyet bu dönemde FETÖ, PKK, DHKPC savunucusu ve kollayıcısı oldu. Basın özgürlüğüyle bağdaşmayan bir şekilde terör örgütlerinin eylemlerini meşru göstererek onların amaçlarına zemin hazırlayacak yayın faliyetine girdi. Seri röportajlarla bu örgütlerin amacı örtülmek istendi. Yayın faaliyeti basın özgürlüğü ile açıklanamaz. 17-25 Aralık döneminde ve sonrasında artık kaçan olan savcılarla röportajların yer alması, Can Dündar ile birlikte bu kişilerin kahramanlaştırılması dikkat çekici. Cumhuriyet devletçi, ulusalcı, lakin çizgisi 2013'ten sonra birden değiştirilip devleti hedef aldı. Cezaevinden çıktıktan sonra Balbay FETÖ'yle ilgili görüşlerini açıkladığı için yazılarına son verilmesinden dolayı mağdur edildiğini açıklamıştır. Güncel olaylarla ilgili görüş ortaya koyuyor gibi olsa da Aydın Engin'in terör örgütlerini desteklediği, "Fakirhaneme Malikane Dediler" haberiyle terör örgütünün başının masum gösterilmesi de yayın politkasının değişikliğinin göstergesi. Bu Alev Coşkun'un ifadesinde de belirtildi. Ayşe Yıldırım'ın Kandil haberinde, barıştan ziyade terör ve kargaşayla beslenen örgütü kamuoyunda olduğundan farklı gösterecek ve övücü beyanlara yer verildi. Yazıda gençler ve sivil toplum kuruluşlarının son derece hassas olduğu çevre ve orman konusu, kadın ve erkek eşitliği konularıyla ilgili, örgüt üyelerinin yaşam tarzı üzerine, kamuyu ilgilendirmeyen ve merak unsuru olmayan nitelendirmeler yapıldı.

SAVCI, ATATÜRK'ÜN SÖZÜNDEN 'DARBE ÇAĞRISI' ÇIKARDI

"Yurtta Sulh" manşetiyle, 15 Temmuz'daki "Yurtta Sulh Konseyi" isminin benzerliği dikkat çekicidir. Gülen hareketi terör örgütüdür demedim" diye açıklamalarda bulundu, yayılan Karayılan'a ait röportaj ile internet sitesi sorumlusu terör örgütünün açıklamasını basmaktan cezalandırıldı. Zaman ile aynı manşet kullanıldı. Ankara'da TAK tarafından üstlenilen bombalı saldırının ardından Zaman ve Cumhuriyet aynı "Devletin Kalbine Bomba" manşeti yayınladı. Benzerliğin tesadüf olduğu, başka örnekler olduğu belirtilse de çizgisi farklı Zaman ile Cumhuriyet'in aynı manşeti atması tesadüfle açıklanamaz. Sabuncu'nun beyanına göre gazete toplantılarına katılan Gürsel, "Erdoğan Babamız Olmak İstiyor" yazısında Erdoğan'ın sigara eleştirilerine yönelik görüşlerini yazıyor gibi gösterse de en sonunda devlete yönelik isyan gibi antidemokratik görselleri meşru gösterdi. Kadri Gürsel 'Erdoğan Babamız Olmak İstiyor' yazısında asiliği normal, meşru ve kabul edilebilir olarak yansıttı. Aydın Engin, 15 Temmuz'dan iki gün önce "Cihanda Sulh Peki Yurtta Ne" başlığı ile kaleme aldığı yazısının başlığıyla, 15 Temmuz'u gerçekleştiren asker üniformalı teröristlerin kendilerine verdiği isim arasında benzerlik bulunuyor. Bu basit bir tesadüf değildir. cumhuriyet.com.tr 'de 15 Temmuz'da ve darbeden saatler önce "Bir haftadır yoktu" başlığıyla Erdoğan'ın yeri yayınlandı. "Sokaktaki Tehlike" başlığıyla darbeyi protesto edenlerin Ankara Garı saldırısı için yapılan anıta saldırdığı, Hatay ve Malatya'da Alevi mahallelerinde gerginlik yaşandığı, Gülen cemaatine ait Samanyolu Koleji'ne saldırı olduğu, Suriyelilere ait ev ve işyerlerinin ateşe verildiği, Kadıköy'de içki içen gençlere mitingten dönen Ak Partililerin saldırdığı şeklinde ilk bakışta  haber gibi duran ama aslında özgürlüğünü aşan beyan ve tasniflere yer vererek darbe girişimini eleştirenlere karşı yayın yapan, darbe girişimi ile amaçlanan hedefe hizmet eder yönde yayın yapıldı. Halkı birbirine düşürecek yayınlar yapıldı. "Sokaklarda demokrasi yok" denerek darbe girişimine karşı sokaklarda nöbet tutanlar hedef gösterildi. Ahmet Şık'ın MİT TIR'larının durdurmasıyla ilgili savcıyla yaptığı röportajda, eski savcı Aziz Takcı'nın yaptıkları meşru gösterilmeye çalışıldı. Ahmet Şık'ın Cemil Bayık ile röportajında PKK'nin meşru bir silahı örgüt olduğu algısı oluşturmaya çalışıldı, açıklamalarını kamuoyuna ulaştırarak propagandası yapıldı. Ahmet Şık'ın Twitter'da kullandığı beyan ve paylaşımların iddialar ile benzerlik taşıdığı, eylemleri savaş olarak kabul ettirmeye çalıştığı, güvenlik güçlerine katil gibi nitelemeler yaptığı görüldü. Her ne kadar Şık'ın FETÖ mağduru olduğu savunulsa da, iddianameye konu röportaj ve açıklamalar dikkate alındığında DHKP-C, PKK hedefleri doğrultusunda hareket ettiği gibi FETÖ ile hareket eden savcılara ilişkin haber ve röportajlar var. Bu örgütler [DHKP-C, PKK, FETÖ ] ortak düşman üzerinden benzer emellere sahip ve yöntemleri bir üst akla bağlı. Bu nedenle Şık'ın savunmasına itibar edilemez. Can Dündar ve Erdem Gül tutuklandıktan sonra Fuat Avni "geçmiş olsun" diye yazdı. Akın Atalay ve Murat Sabuncu FETÖ'ye yönelik operasyonlara karşı paylaşımlar yaptı, FETÖ lehine algı yaratmaya çalıştı. Sanık vekilleri ByLock ve FETÖ sanıklarıyla sürekli görüşme olmadığını çoğunun SMS'ler olduğunu beyan etse de, bu kişilerin Cumhuriyet ve Atatürkçü olduklarını beyan eden sanıklar ile bir kere bile olsa iletişim kurmaları hayatın olağan akışına aykırı. Daha önce bu savcılara eleştirel yaklaşan Cumhuriyet'in 17/25 Aralık'tan sonra birden yolsuzluk soruşturmasını yapan savcılarla röportaj yapmaları dikkat çekici. MİT TIR'ları haberleri tahmine dayalı yayınlardı. Kamuoyunda algı yaratıp TC hem yurt içinde hem de uluslararası camiada itibarsızlaştırılmaya çalışıldı, bu şekilde IŞİD'le mücadele eden Türkiye'nin Fırat Kalkanı Harekatı'na ağır darbe vuruldu.

11.05 - Mahkeme Başkanı Abdurrahman Orkun Dağ: Mahkememizin usul işlemleri tamamlandı. Müşteki müdahil taraf olmadığına göre iddia makamından esasa yönelik olarak mütalaasını talep edebiliriz.

11.00 - Mahkeme heyetinin yerini almasıyla duruşma başladı. Mahkeme Başkanı Abdurrahman Orkun Dağ, "Biz Ahmet Kemal Aydoğdu ve Emre İper için KOM'a yazı yazdık ama cevap yok" dedi.  Ahmet Kemal Aydoğdu'nun BTK verileri için beyanı soruldu. Soru üzerine Ahmet Kemal Aydoğdu, BTM verileri üzerine konuştu.

10.45 - Tutuklu İcra Kurulu Başkanımız Avukat Akın Atalay salona getirildi. Avukatlar ve izleyiciler salona alınıyor.



"TÜRKİYE'NİN UTANÇ DAVASI"

Duruşma öncesi CHP Medya Komisyonu üyesi milletvekilleri Tuncay Özkan, Barış Yarkadaş, Sezgin Tanrıkulu, Atilla Sertel, Nihat Yeşil ve CHP Parti Meclisi'nden Erbil Aydınlık ve Gamze Pamuk Ateşli Silivri Cezaevi önünde basına açıklama yaptı.  Grup adına basın açıklamasını okuyan CHP İzmir Milletvekili Tuncay Özkan, "Silivri Cezaevi'nin önünde olmak arkadaşlarımla benim ne yazık ki 12 yıllık kaderimiz. Bu kaderden kurtulmak istiyoruz. Biz artık gerçeğin, hakikatin Türkiye için gömülü olduğu bu Silivri Cezaevi yerleşkesinden, bu cezaevi mantığından kurtulmak istiyoruz. Adalet istiyoruz, özgürlük istiyoruz, mutluluk istiyoruz" dedi. 

Cumhuriyet gazetesi davasının aslında "hakikatin yokedilme davası" olduğunu ifade eden Özkan, davanın Türkiye'nin utanç davalarından biri olduğunu söyledi. Silivri'de tutsak olan gazeteciler, milletvekilleri için özgürlük istediklerini de söyleyen Özkan, "Bu böyle devam ederse felakatimiz olacak. Bunu herkesin anlaması lazım. Konuşan, düşünen eleştiren herkesin cezaevine tıkılması, herkesin adliyeye taşınması Türkiye'yi toptan bir cezaevine dönüştürür. Suç ve suçluyla mücadele böyle olmaz. Bu iddianamelerde suç yok, suçlu yok. Türkiye kandırılmaktadır. Biz hakikati biliyoruz. Türkiye için adalet, özgürlük, barış, huzur ve mutluluk istiyoruz. Bir an önce bu davaların sona ermesini Cumhuriyet gazetesi davasından yargılanmakta olan Akın arkadaşımızın da diğer arkadaşlarımız gibi özgürlüğe, ailesine, Türkiye'ye, gazetesine kavuşturulmasını bekliyoruz. Bu davadan beklentimiz özgürlüktür" diye konuştu.

Açıklamanın ardından milletvekilleri duruşmanın yapıldığı binaya girdi. 

Cumhuriyet davasının 7. duruşması: Akın Atalay’a özgürlük

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler