Gezi Direnişi 6 yaşında

AKP iktidarının ötekileştirici ve baskıcı politikalarının sonucu olarak, her kesimden yüzbinlerce yurttaş Gezi Parkı’nda bir araya geldi. Hükümetin politikaların protesto edildiği eylemler Türkiye’nin dört br yanına yayıldı. Gezi direnişi Türkiye tarihinin en büyük direnişi olarak tarihe geçti.

Yayınlanma: 30.05.2019 - 22:48
Abone Ol google-news
 

 Direnişin üzerinden 6 yıl geçti. Direniş sırasında onu aşkın kişi hayatını, 36 yurttaş ise gözünü kaybederken binlerce yurttaş ise yaralandı. Gezi’de hayatını kaybeden isimler için ise adalet bir türlü gelmedi. Uzun bir süre iddianameler dahi hazırlanmazken, direniş sırasında hayatını kaybeden gençlerin davalarında failler tutuksuz yargılandı. Davaların büyük çoğunluğu “güvenlik” gerekçesiyle başka illerde görüldü. Faillerin bazıları beraat ederken, bazılarına ise ödül gibi cezalar verildi. 22 yaşındaki Ahmet Atakan’ın dosyası ise hiç açılmadı. Gezi direnişine katıldıkları için yüzlerce insan yargılandı ve beraat etti. Ancak yıllar sonra Gezi direnişi yeni bir yargılanmanın konusu oldu. Gezi’ye katılan 16 önemli isim, “Türkiye Cumhuriyet hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini engellemeye teşebbüs” ve “Gezi olaylarını finanse etmek” suçlamasıyla 24 Haziran’da yargıç karşısına çıkacak. Gezi 6. yılında yeniden yargılanacak.

TÜRKİYE’Yİ SARDI

27 Mayıs gecesi saat 22.00 sıralarında iş makineleri Topçu Kışlası için Gezi Parkı’na girdi. Bir duvar yıkıldı. 5 ağaç yerinden söküldü. Ağaçların yerinden söküldüğünü duyan Taksim Platformu üyeleri ve aktivist gençler parkı korumak için Gezi Parkı etrafında toplanmaya başladı. 50 kişi parkta çadır kurarak sabaha kadar nöbet tuttu. Nöbetler sırasında polisin ara ara müdahalesi oldu. 30 Mayıs günü ise Gezi Parkı’nda 3 gündür nöbet tutan gençlere saat 05.00 sıralarında polis müdahale etti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi zabıtaları gençlerin çadırlarını yaktı. Eylemcilerin dağıtılmasıyla iş makineleri yeniden parka girdi. Çadırların yakılmasıyla İstanbul’un her tarafından on binlerce yurttaş Gezi Parkı’na aktı. Direniş böylelikle tüm Türkiye’yi sardı. 

‘Çocuklarımızı unutturmayacağız’

Gezi Direnişi’nin üzerinden 6 yıl geçti ama çocuklarını kaybeden ailelerin acısı hiç dinmedi. Çocuklarını kaybetmekle kalmayan anneler onlar için hukuk mücadelesi verirken bir kez daha umutlarını yitirdiler. Yaşama sevincini kaybeden ama çocukları için hukuki mücadelelerini son nefeslerine kadar sürdüreceklerini söyleyen anneler şöyle konuştu: 

Ahmet Atakan’ın annesi Emsal Atakan: 6 yıl içerisinde hep adalet aradık. Oğlum için daha bir dava açılmadı. Biz katilleri tanıyoruz, emri kimin verdiğini de biliyoruz. Oğlumun dosyasında bir kaç savcı değişti. Bizden DNA testi için kan talep edildi. Gittik kan verdik. Seneler geçti hala adliyede bekletiliyor. Bizim günlerimiz hasretle geçiyor. Hayatımız alt üst oldu. Hayata olan sevgimiz, mutluluğumuzu elimizden aldılar. 6 yıl boyunca acım hiç azalmadı. Sürekli ağlamaklı haldeyiz. Gözyaşı döküyoruz. Gencecik oğlumdan, canemden ayırdılar beni. Adalet yok. Hatta bize destek olan insanlar hakkında dava açılıyor, yargılanıyorlar. Söylenecek çok söz var. Boğazım düğümleniyor. İyi değiliz. Ahımız var. Gittiğimiz her yerde adalet istiyoruz. Başka çocuklar öldürülmesin, analar ağlamasın diyoruz. Biliyoruzki bizin çocuklarımız bir daha geri gelmeyecek. Gezi sevgiydi, kardeşlikti. Doğayı savunmaktı. Bizim çocuklarımızı öldürdüler. Gezi Türkiye’nin en onurlu direnişiydi. Biz anneler ağlamasın diye sembolik olarak bir günlük açlık grevi yaptık soruşturma açıldı. Benim acım hiç dinmiyor. Gün geçtikçe yaramız büyüyor. 

Ali İsmail Korkmaz’ın annesi Emel Korkmaz: 6 yıldır Aliş’imin kokusunu her şeyini özledim. Ali’nin ölümüyle hayatımızda her şey değişti. Onun ölümüyle eksiğiz. 6 yıldır Ali İsmail için adalet arıyoruz. Suçlular cezalandırıldı ama ödül niteliğinde ceza verildi malasef. 19 yaşında bir genci öldüren katillerin cezası bu olmamalı. Acısını yaşıyoruz. Benim oğlumda hukukçu adaleti olan inancı kalmadı. Ali’yle birlikte biz de yaşayan bir ölüyüz. Hayata devam etmek zorundayız. Geride kalan evlatlarımız, torunlarımız için ayakta kalmak zorundayız. Alişimi yaşatmak adına vakıf kurduk. O vakıf bizim için bir görev Ali İsmail yaşarken bir çok şeyi yapan bir çocuktu. Vakıfta bir çok çocuğumuza burs veriyoruz. Ali eğitimini tamamlayamadı. Başka çocukların eğitim hayatlarına katkıda bulunuyoruz. 6 yıl önce neşe dolu hayat, dolu insanlardık. Çevremdeki insanlar benim şarkılarımla evde olduğumu hissederdi. Sürekli iş yaparken şarkı söylerimdim. Her yerde Ali İsmail var. Ali’nin ölümüyle beraber şarkı benim hayatımdan çıktı. Hala Ali’nin özlemini yaşıyorum. Balkona çıktığım zaman Ali İsmail geri gelecek diye bekliyorum. O kadar zaman geçmesine rağman ölümüne alışamadım. Ali 14 yaşında açık kalp ameliyatı oldu. 3 gün yoğun bakımda kaldı ve sonunda ayağa kalktı bunun da altından kalkar diye düşündüm. Hala gelecek diye bekliyorum. İmkansız olduğunu biliyorum genede bekliyorum. 

Berkin Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan: 6 yıl içerisinde adalet adına yol alamadık. Ahmet Atakan’ın halen soruşturması yok. Bizim davamız hala sürüyor. Halen bir yol alamadık biz adalet beklerken onlar kendilerini mağdur gösterdiler. Böyle bir soruşturma açılmış bizim davalarımız bir yere varmazken 24/25 Gezi’nin davası var. Hayatımız kalmadı hayat denilen bir şey kalmadı daha doğrusu o gitti bizde yokuz bir tarafımız her zaman eksik hayatmızın bir tarafını kopardılar bizden aldılar. bir yerde kitlendik kaldık. Fakat kesinlikle durmak yok daha sıkıca sarılacağız. Daha da üstlerine gideceğiz. Hukuki yollardan ne kadar hakkımız varsa kullanıcaz. Bunun peşini ne olursa olsun bırakmayacağız. Acımızı içimize gömüp adalet peşinde koşacağız. 

Abdullah Cömert’in annesi Hatice Cömert: Hayatımız çok kötü. Herşey altüst oldu. Çöktüm. Sırtımda kayma oluştu 3 tane platin konulacak. Bir hafta önce kalp krizi geçirdim. Abdullah’ım hayattayken sapasağlamdım. Hayata pozitif bakardım. Yaşama sevincimi kaybettim. Bu his ben ölene kadar kalbimde kalacak. Hep adalet istedim ama adaleti göremedim. 12 duruşmaya gittik geldik adaletsiz kararlar verildi. Abdullah adalet istedi, özgürlük istedi. herkes iyi şartlarda yaşasın istedi. Abdullah’ı unutturmayacağım. Hiç bir anaya Allah o acıyı göstermesin. Bugün mezarını ziyaret edeceğim. 

Mehmet Ayvalıtaş’ın babası Ali Ayvalıtaş: 6 yıl geçmesine rağmen bizim hayatımızda hiç bir şey değişmedi biz kaldığımız yerdeyiz. Ne ileri ne geriye gidiyoruz.  Gün geçtikçe Mehmetin davası daha da  kötüye gidiyor. Adaletin hiç işlemediği bir düzendeyiz. Gazetecilerde ölüyor, dayak yiyor., Yargı çıtı çıkarmıyor. 2 Haziran Mehmet’in yıl dönümü köprüde anma yapıcaz. 6 yıl içinde hayatımız gittikçe mantarlaştı hala bir boşlukta yürüyorum. Bir karıncayı bile incitmeyen çocuklarımız öldürüldü. Bir ekmeği birbiriyle bölüşen çocuklardı. 

‘Gezi  kayayı delen incirdi’

Eskişehir’de düzenlenen Gezi direnişi eylemlerinde esnaf ve sivil polislerin döverek öldürdüğü üniversite öğrencisi Ali İsmail Korkmaz’ın annesi Emel Korkmaz’ın, oğlunun ölümünün ardından verdiği adalet mücadelesi, gazeteci-yönetmen Kazım Kızıl tarafından belgeselleştirildi. Kızıl anne Korkmaz ile yaptığı röportajlardan en zorlandığı anın Ali İsmail Korkmaz’ın odasına girdiği an olduğunu söyleyerek, “Daha önceleri hem özel hayatımda hem de belgesel çekimlerim dolayısıyla yakınını kaybeden bir çok insan tanımıştım; Somalı madenci aileleri, Suriyeli mülteciler, Vanlı depremzedeler, Cizreli anneler… Dolayısıyla bir çok farklı yas tutma şekline de tanık olmuştum. Bununla birlikte Emel Anne’nin yas tutma şekli çok farklıydı; saçlarında, yüzünde, ellerinde ve özellikle gözlerinde yasını görürken bir yanıyla da üretmeye, ısrarla hayatın içinde olmaya, başka binlerce hayata dokunmaya devam ediyordu” diyor. Kızıl ile Ali İsmail Korkmaz’ın öldürüldüğü gün olan 2 Haziran tarihinde gösterime girecek olan, “Emel anne” belgeselini konuştuk.

-Bu belgeseli çekmeye nasıl karar verdiniz?

2017’nin Ekim ayıydı sanırım, daha önce başka bir vesileyle tanıştığımız Utku Kalı aradı ve Emel Korkmaz’ın Kasım ayında İstanbul Maratonu’na katılacağını, bu maratona dair kısa da olsa bir şeyler çekip çekemeyeceğimi sordu. Ben de normalde bu tür “ısmarlama” videolar çekmediğimi ama Ali İsmail Korkmaz Vakfı (ALİKEV) istiyorsa çekebileceğimi söyledim. Sonrasında nasıl bir şeyler istediklerine dair konuşurken bunu hikayeleştirmeyi; bir kaç gün öncesinde Hatay’a gidip Emel Anne ile biraz çekim yapmayı, onlarla birlikte İstanbul’a gitmeyi ve böylece toplamda yaklaşık 10 dakika olacak bir “hikaye” videosu çekmeyi önerdim. Ancak Hatay’a gidip de Emel Korkmaz ile tanışınca, beraber vakit geçirip İstanbul’a maratona gidince hikayenin odağı olan maratondan yavaş yavaş uzaklaşmaya başladım. Maraton için çekimler yaparken bir anda “Ben Emel Anne’nin belgeselini çekmek istiyorum” dedim. Çünkü Emel Korkmaz daha bir çok başka insan gibi benim için de Emel Anne’ye dönüşmüş durumdaydı. 

Daha önce hem özel hayatımda hem de belgesel çekimlerim dolayısıyla bir çok insan tanımıştım yakınını kaybeden; Somalı madenci aileleri, Suriyeli mülteciler, Vanlı depremzedeler, Cizreli anneler… Dolayısıyla bir çok farklı yas tutma şekline de tanık olmuştum. Bununla birlikte Emel Anne’nin yas tutma şekli çok farklıydı; saçlarında, yüzünde, ellerinde ve özellikle gözlerinde yasını görürken bir yanıyla da üretmeye, ısrarla hayatın içinde olmaya, başka binlerce hayata dokunmaya devam ediyordu. Yönetim Kurulu Başkanı olduğu vakıfta yaptıkları; okumak isteyen üniversite gençelerine burs sağlayabilmek adına hem mecazi hem de gerçek anlamıyla “koşturması”, her yıl İstanbul Maratonu’na aktif bir şekilde katılması, Afrika’da önce su kuyusu, sonraki yıl ise bostan açması, farklı kesimlerden bir çok insanı birleştirebilme gücü ve tüm bunları yaparken de bir değişime ve dönüşüme yol açması, bitmez tükenmez enerjisi ve duruşu çok ilham vericiydi… Ben de tanıma fırsatı yakaladığım Emel Anne’yi; yaptıklarını, yapmak istediklerini, hayallerini, motivasyonunu ve özellikle de hiçbir zaman tam anlamıyla hissedemeyeceğim acıyı dönüştürme hikayesini bir belgesel vasıtasıyla aktarmak istedim. 

-Çekimler sırasında neler hissettiniz? 

Daha önce Gezi direnişinde hayatını kaybeden canlarımızın aileleriyle karşılaştığımız anmalar, davalar olmuştu. Ancak garip bir şekilde hiçbirinde ailelerle direk bir temasım olmamıştı, sanırım bundan imtina etmiştim, o cesareti kendimde bulamamıştım. Bunu daha sonra bir çok kişiden de duydum; onlar da benzer duyguyu yaşadıklarını anlattılar. Bir “elini kolunu nereye koyacağını bilememe” durumu sanırım bu… Bu yüzden belgeseli ilk çekmeye başladığımda oldukça zorlandığımı itiraf etmeliyim. Her ne kadar Emel Anne çekimlerden önce ondan rica ettiğim gibi beni ve kamerayı görmezden gelse de (ve bunu değme aktrislere taş çıkarak şekilde yapıyordu) evlerinin içine, en mahrem alanlarına girmek, sürekli ailenin yanıbaşında kameralarla olmak, en özel sohbetlerine tanık olmak bir “diken üstünde olmak” halini de beraberinde getiriyordu. Emel Anne’yi tanıdıkça bu belgeseli çekmeye karar vererek aslında nasıl da büyük bir yükün altına girdiğimi de fark ettim çünkü Emel Korkmaz bir çok farklı sıfatı ve kavramı içinde barındıran bir kişilik; bir yanıyla o bir Emel Korkmaz, bir yanıyla Emel Anne, bir taraftan vakfın yönetim kurulu başkanı, sevgi ve umut dolu, müthiş bir farkındalığa sahip olan bir kadın, bir yanıyla çok komik diğer yanıyla bulunduğu her ortamın bazen açıktan bazen görünmez otoritesi…

-Peki çekimler sırasındaki en zor anınız hangisiydi? 

Emel anneyle röportaj yaparken Ali İsmail’in odasını bana açtığında oldukça zor anlar yaşadım; ancak bu durumlarda yine ilk yardımıma yetişen Emel Anne’ydi. Onun enerjisine, farkındalığına, fiziksel ve mental gücüne hayran olmamak; ondan ilham almamak mümkün değil. 

-Gezi direnişinin üzerinden 6 yıl geçti neler söylemek istersiniz? 

 Her ne kadar Gezi’nin üzerinden 6 yıl gibi koca bir zaman dilimi geçmiş olsa da böyle yoğun ve büyük bir toplumsal olay için aslında kısa bir zaman dilimi bile denebilir. Üzerinden 6 yıl geçmiş olmasına rağmen hala iktidarın dilinde Gezi direnişi varsa; demek ki bu başlayıp biten bir süreç değil. Hala devam ediyor ve biz ister fark edelim ister fark etmeyelim onun etkileriyle yaşamaya devam ediyoruz. Gezi nostaljik ve romantik bir anı olmanın çok ötesinde. Turgut Uyar’ın çok sevdiğim kitabının ismidir “Kayayı Delen İncir”… Eğer biz hala başımızda kaya gibi, beton gibi duran bu baskıcı, hak-hukuk tanımayan iktidara karşı bir şeyler yapabilmenin umudunu taşıyorsak bunun en büyük motivasyon kaynağı, bize kayada açtığımız deliklerden nefes aldıran şey Gezi direnişidir. 53 yaşında bir kadını, Emel Korkmaz’ı koşturan sebep Ali İsmail’in hayalleri, yapmak istedikleri evet…  Bununla birlikte bu hayallerin vücuda gelmiş hali de Gezi’nin ta kendisidir. Evet kaya delindi ve biz de o açılan deliği git gide bazen hızlı bazen yavaş ama sürekli şekilde büyütüyoruz; yeni dallarımız uç veriyor, serpilip büyüyoruz. Ta ki kayayı gölgemizde güneşsiz, karanlıkta bırakana kadar da sürecek bu…

Gezi’de iki kuşak 

Gezi direnişi başladığı günlerde Elif Demirel İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde 1. sınıf öğrencisiydi. Final haftasıydı. Gezi’de birşeyler olduğunu duydu. Arkadaşlarıyla beraber Gezi Parkı’na gitti. O günden sonra hergün Gezi direnişindeydi. Direnişi kendisiyle beraber annesi Sevim Demirel de katıldı. İki kuşak, iki kadın direniş alanındaydı... 

-Anne, kız olarak direniş alanındaydınız... Gezi direnişi sizler için neler ifade ediyordu? 

S.D. : Gezi direnişine bir anne ve bir kadın olarak katıldı. Benim için bu direniş çok önemliydi. Birilerinin artık yeter demesi ve rahatlaması gerekiyordu. Her kesimden insanın söyleyecek çok sözü birikmişti.

E.D. : Gezi benim için çok fazla şey ifade ediyor ama o günleri yaşarken elbette böyle düşünmüyordum. Çünkü şaşkındım, neler yapabileceğimizin yeni yeni farkına varıyor gibiydim. Bilhassa biz kadınların... Gezi'yi yaşadığım günler bana cüret ve büyük bir farkındalık ifade ediyor o yüzden. Bu memleket için, bu dünya için güzel şeyler isteyen bir sürü insan var ve beraber ne çok şey yapabiliriz aslında... Yanı biz halktık ve hiç de az değildik.

-Beraber direnişe katılmak nasıl bir duygu? 

S.D.: Kızım ile orada olmak gurur verici bir histi benim için. Zaten biz genellikle beraber hareket ederiz. 

E.D.: Annemin benimle beraber alanda olması güzel bir histi ama şaşırtıcı değildi. Çünkü yapmam gereken bir şeyi yapıyor ve olmam gereken yerde oluyordum. O da bir anne ve her şeyden önemlisi bir birey olarak orada bulunuyordu. Gurur veren bir şey belki de. Haklı olduğuna inancın artıyor çünkü anneler yanılıyor olamaz.

-Gezi direnişinde çocuğunu kaybeden anneler oldu. Kızınız için kaygılandınız mı? 

S.D.: Evet ne yazık ki bazı anneler çocuklarını kaybetti. Bu çok üzücü ve kaygı verici bir durumdu. Bana göre hala öyle çünkü bu acılar kolay unutulacak acılar değil. Ben de kaygılandım tabii ki ama o kaygıya kendini kaptırırsan suya sabuna dokunmadan, sana sunulanı kabul ederek güvenli evinde oturman gerekir. Kaygı her daim mevcut ama mücadele etmek gerekiyor.

-Yeni bir direniş alanı olsa tekrar katılır mıydınız? 

S.D.: Tabiki 

E.D.: Elbette katılırdım. Hayat devam ettikçe mücadele devam etmeli çünkü. Özellikle biz kadınların her zaman meydanlarda olmasını ve hayatları için bir savaşcı edasıyla savaşmaları gerektiğine inanıyorum. Çünkü bizim bu hayattan ve düzenden herkesten fazla alacağımız var. Almadan da gitmeyeceğiz.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler