Deniz Çakır: Teslim mi olacağız?

Deniz Çakır, “Vicdan kıymetli bir duygu, umut kıymetli bir duygu, şükran kıymetli bir duygu ve insan hoyrat hayat düzeni içinde yaşarken önce kendine bunları hatırlatmalı. Gücü yetiyorsa çevresindekilere de hatırlatmalı. Bunları birine hatırlatmaksa ekstra kıymetli” diyor.

Yayınlanma: 02.03.2019 - 20:48
Abone Ol google-news

Fotoğraflar: Vedat Arık

“İşimi yapıyorum. İyi insan olmaya, doğru bildiğimi yapmaya doğru durmaya devam ediyorum.”

 Oyuncu Deniz Çakır, yeni dizisi Vurgun’un setiyle, Derya Alabora ile oynadığı tiyatrosu Beyaz’ın sahnesi arasında, zamanla yarışıyor. Beyaz’ın ikinci sezonu. Vurgun’un ilk dört bölümü yayımlandı. Çakır, Vurgun’da aşkını yıllarca kalbine gömmüş bir anneyi, Beyaz’da ise hayallerini gerçekleştirememiş bir kız kardeşi oynuyor. Aslında o hep, hayatla derdi olan kadınları oynuyor. Ekrana ya da sahneye taşıdığı kadınların derdiyle, kendi ‘derdini’ unutuyor. Şu sıralar en çok hoyratlıktan, çocuklara, hayvanlara ve doğaya vurulan darbelerden dertli. “Kimsenin içini o kadar girmedim ama hakikaten yaşıyor mu yaşamıyor mu diye anlamadığım insanlar var. Hayat öyle bir şey değil. Hiçbir şey durduğu gibi durmuyor. Biraz uyum sağlamak gerekiyor, teslim olmadan. Körü körüne teslimiyet maalesef yapabildiğim bir şey değil, belki yapabilsem daha huzurlu bir hayatım olurdu ama benim söz ettiğim akışla flört etmek” diyor. Çakır’la yeni dizisini ve hayattaki ortak dertlerimizi konuştuk. 

-Vurgun’da yer almaya nasıl karar verdin?

İlk önce kalemi çok sevdim. Her zaman önce kaleme çok ehemmiyet veriyorum projelerde. Senaryonun iyi olması gerekiyor. Çünkü, senaryo oynama güdüsünü çok tetikliyor. Size bir karakter veriyorlar ama o karakterin yazılış biçimine inanmıyorsanız, istediğiniz kadar iyi oyuncu olun, olmuyor. Küçüklükten beri, herkes şarkıcılara hayran olurken, ben yazarlara hayran olurdum. Ve güvendiğim bir yapımcıyla çalışıyorum. Güzel de bir ekip. Oyuncu kadrosu da oyuncu insanlardan oluşuyor. Birbirimizle paslaşabiliyoruz.

-Bir anneyi oynuyorsun… Reyhan.

Anne olsam belki de anneyi oynamak bu kadar maceralı gelmezdi. Olmadığın birini oynamak daha keyifli. Zaten insan olmak, insan kalmak, duyarlı olmak, duyarlıyken dik durabilmek zorken bir de anne olunca hayat daha da yorucu ama şahane. Garip bir şekilde oynadığım çocukları da anneleriymişim gibi sahipleniyorum. Sette bazen ‘kendine gel Deniz, onların annesi sen değilsin’ dediğim oluyor kendime. Çocuklar ve hayvanlar kurtarılmış bölge. Sabahlara kadar dizi çekiyoruz. Bazen bu tempoda hayata dokunmayı kaçırabiliyoruz. Uyuduğun uyandığın anı hatırlıyorsun, arada hep çalışıyorsun. Tertemiz kalanla göz göze gelmeyi, ona dokunmayı ihmal edebiliyorsun. Ama yamacımda bir bıdırığın olması bana çok iyi geliyor. Çocuklar da beni seviyor. Birbirimize iyi geliyoruz.

-İlk bölümdeki ağlama sahnen çok etkileyiciydi. Nasıl o kadar içten ağlayabildin?

İşte, senaryoya inanmakla alakalı. Çok ağlama sahnesi oynadım. Oynadığım karakterler hep ağladılar. Ben yapay gözyaşı kullanan birisi de değilim. Senaryoda ‘ağlar’ deyince ağlamak zorunda hissetmiyorum kendimi, gerçekten ağlamam geliyorsa ağlıyorum. Senarist sana bir referans veriyor orada. Dolayısıyla 50 kere üst üste ağlayamayacağın için sahiden, yönetmenin profesyonelliği de devreye giriyor. Yormadan, tekrar tekrar alıp, duygunu köreltmeden sana olanak sunması da çok önemli. Ben hep duyguya özen gösteren yönetmenlerle çalıştım.

“Anne olmayı tabii ki düşünüyorum. Hayattaki en kıymetli duyguyu çocuklarla kurduğumu düşünüyorum. Zamanı geldiğinde inşallah olur. Bir kadına verilmiş en büyük ödül annelik. Her şey doğru olduğunda olmalı...”

-Reyhan, annelik ve aşk arasında bir seçim yapıyor.

İnsanın en vazgeçilmez şeyi çocuğu. Çocuk için yapılmayacak bir şey yok bence. Ama bütün anneler çocuklarını seçer genellemesine katılmıyorum. Çünkü bir sürü anne görüyorum, maalesef çocuklarını seçmemiş, maalesef bir sürü çocuk ebeveynine annelik yapıyor bu ülkede, dünyada her yerde. Çocukluğunu yaşayamamış, büyümek zorunda kalmış çocuklarla dolu etrafımız. Dolayısıyla her anne anne değil ki, keşke öyle olsa, çocuklar çocuk olarak yaşayabilseler, sorumlulukları da zamanı geldiğinde sırtlarına yüklense, anneler de annelik yapabilseler.

-Ne düşünüyorsun Reyhan’ın seçimiyle ilgili?

Reyhan’la flörtüme yeni başladım. Her bölümde, her sahneyi oynarken bir şeyi keşfediyorum. Keşfimi senarist izliyor, yazdığına bir şey daha ekliyor. Sanırım on bölüme kadar, senarist ve oyuncu arasında flörtleşme sürer, karakterin merkezinde. Reyhan’ı anladığım yerler de var anlamadığım yerler de var. Kızdığım da oluyor. Çok benim kafada biri değil Reyhan. Evet çocuk için her şey yapılır ama ben olsam hayatıma devam ederdim, 10 yıl bir adamı beklemezdim. Onu her zaman kıyımda tutardım, o kıymetlim olurdu ama hayat bir hediye. Hakkını vererek yaşamamız gerekiyor. Her gün yeni bir gün. Reyhan kadar düne bağlı kalarak yaşamak ıstırap verici.

“Reyhan’ın kadınlığı ister istemez uyanacak. Ben de merak ediyorum. Aşık olduğu adam karşısında olunca, o baş edilebilir bir şey değil çünkü...”

-Deniz Çakır, hayatın hakkını verebiliyor mu peki?

İnsanız bazen yapamayabiliyoruz. Bu temennimiz. Ama hep kendimize hatırlatmamız gerekiyor. Bir sürü şey oluyor. Dün gördüğümüz arkadaşlarımız hayatta olmayabiliyorlar, dolayısıyla gün bugün. Eften püften şeylere de o kadar kafayı takmamamız gerekiyor. Hayat güzel, ne olursa olsun. Her şey bizim yaşamamız için var, acısıyla tatlısıyla. Keder olmasaydı, keyifli anların, mutluluğun kıymetini anlamayacaktık.

-Her güne bu düşünceyle mi başlıyorsun?

Müzikten çok destek alıyorum. Her sabah alarmım bile şarkı. Dönem dönem değişiyor ama bir şarkıcı uyandırıyor beni. Ama en önemli duygu büyüdükçe öğrendiğim, hep söylüyorum, şükran duymak. Eskiden babaannem söylerdi pek anlamazdım. ‘Kızım şükret’ derdi, ‘aman babaanne ya neye şükredeyim’ derdim. Şimdi anlıyorum, şükretmenin, minnet duymanın ve bunu sesli olarak da dile getirmenin kıymetini. En zor durumda bile. Nefes alıyorsun işte, yaşıyorsun. Şükür ki içimde bir yaşama enerjisi var. Şuraya baktığımda (Boğaz) Allahım ne kadar güzel martılar diye gerçekten içim pır pır oluyor. Kimsenin içine o kadar girmedim ama hakikaten yaşıyor mu yaşamıyor mu diye anlamadığım insanlar var. Her şeyleri yolunda görünüyor ama gerçekten yaşıyorlar mu onu da anlamıyorum. Aynı ifade yüzlerinde... Hayat öyle bir şey değil ki. Bak az önce yağmur yağıyordu şimdi durdu, az önce dalgalı değildi deniz, şimdi motor geçti, dalgalar balıkların dünyasını değiştirdi, sonra martı geldi balığı yedi, her şey değişti. Hiçbir şey durduğu gibi durmuyor. Biraz uyum sağlamak gerekiyor, teslim olmadan. Körü körüne teslimiyet maalesef yapabildiğim bir şey değil, belki yapabilsem daha huzurlu bir hayatım olurdu ama benim söz ettiğim akışla flört etmek.

TESLİM Mİ OLACAĞIZ?

-Nasıl uyanıyorsun sabahları?

Ben kaygılı bir tipim. Çok kaygılı bile uyansam, yatak odamın penceresinden gördüğüm yeşil bahçe, kedilerim beni karşılıyor. Yağmur yağmışsa yapraklar daha yeşil oluyor. O yeşil ruhuma değdi mi o kaygı tamamen gitmese de yük azalıyor. Sonra kendime müzik açıyorum, kahvemi yapıyorum. ‘Hayat bu’ diyorum. Şartlarımız bunlar. Bunlarla yaşamayı öğreneceğiz. Ne yapacağız? Teslim olup, kaderimiz buymuş mu diyeceğiz? Böyle bir tip hiçbir zaman olmadım. Olmayacağım. Ne olursa olsun olmayacağım.

-Hayatla ve kendinle barışıksın yani...

Şöyle de anlaşılsın istemem. Çok pozitif değilim tam tersine, hop diye kaygılar sarar beni ama geldik gidiyoruz. Beslenecek çok fazla şey bulabiliyorum kendime. O yüzden hayatın merkezine tek bir şey koyamıyorum. Şu an oyunculuk yapmak en keyif aldığım şey, üstüne para vererek yaparım ama hayatın merkezi değil. Yarın dansçı olmaya karar verebilirim. Çalışıp da yapamayacağım hiçbir şey olmadığını düşünüyorum. Herkesin içinde her şeyi yapabilecek güç var bence.

BİR SOKAK KÖPEĞİNİ SEVDİĞİNDE MUTLU OLMUYORSAN BİR DOKTORA DANIŞ

- İçindeki o gücü açığa çıkaramayanlara tavsiyen var mı?

Dene. Durma. Hiçbir şey denemeden bayrağı indiren insanlar var. Çok zor hayatlar var, benim hayatım ne ki, çok üzülüyorum o hayatları gördükçe, nefes alamayacak gibi hissediyorum ama denemek lazım. Başka bir şey yapmak lazım. Devamlı söylenen, şikayet eden ama hiçbir şey yapmayan insanlar çok kalabalık. Ben de çok şikayet ediyorum. İçimdeki Deniz dır dır dır konuşuyor. Ama durmuyorum. Git yazı yaz, git yürü, git köpek sev... Bir sokak köpeğinin kafasını sevdiğinde mutlu olmuyorsan da git bir doktora danış. İnsanlığınla ilgili bir kendini sorgula. O köpek sana öyle baktığında hakikaten içine çocuk girmiş gibi olmuyorsan, git kendinle bir ilgilen. Kendine iyi gelecek bir şeyler yap. Azıcık iyi olmaya çalış.

BİR SEV ÖNCE...

-İyi mi çok, kötü mü sence?

Çok kötü var. Kötüye meyletmek çok kolay, birileri hakkında vır vır konuşmak çok kolay, birine iftira atmak, yalan söylemek çok kolay. Ama rahat uyuyabiliyor musun bunları yaptığında? İyilik yaptıkça devamı geliyor. Bence sevginin enerjisi, kötülükten çok daha yüksek. İnsanlar içlerini açabilseler sevgiye. Sevmek... Bırak bir karşılık bekleme, bir dur, bir sev önce… Varsın hata olsun o sevgin, kazık ye, önce o duyguyu kendine öğret… Yargılamıyorum da kimseyi korkuyoruz ve hemen tabularımıza sığınıyoruz.

-Annelikten ve çocuklardan söz ettik. Senin çocukluğun nasıldı?

Kesik kesik çocukluk anılarım. Belki de o kadar mutlu bir çocukluk geçirmediğim içindir... Mutsuz bir çocukluk geçirdim de diyemem... En çok hatırladığım babaannem, beni babaannem büyüttü annem babam çalıştığı için. En kıymetli anılarım hep babaannemle. Tip olarak da benzerim babaanneme.

BABAANNEM ARTIK RAHAT

-Dizilerini izliyor mu babaannen?

Tabii ki. Akladım nihayet kendimi. İlk dizilerimde kötü kadın olduğum için çevreye açıklama yapmak zorunda kalıyordu, torunum aslında böyle değil diye şimdi anne olunca çok rahat. İyi karakter oynadığım için gurur duyuyor. Eskiden içinde bir kaygı vardı. Artık onun babaannesiyim diyebiliyor.

-Seni ilk izlediğinde ne demişti?

İlk beni tiyatroda mezuniyet oyunumda izledi. Macbeth oynamıştık. Anneannemin ve babaannemin tepkileri çok ilginçti. Leydi Macbeth ölür, uşak girer “kraliçemiz öldü” efendim der. “Allah göstermesin” dedi anneannem sesli bir şekilde. Sesi sahnede duyuldu. Babaannem ise başka bir temsile gelmişti. Çıktığım her sahnede şu fısıltı duyuluyordu babaannemden, ‘benim torunum’, ‘benim torunum.’ (gülüyor) Anneannem hayatta değil. Babaannem Ankara’da. Özlüyorum onu ama özleme duygusunu seviyorum. Birilerinin uzakta olması da güzel. Gidecek, kaçacak bir yerine oluyor.

- Bu sıralar seni en çok rahatsız eden şey ne?

İnsanların uslübu o kadar hoyratça ki. İncelikler diye bir şey vardı ya hani incelikler. Kıymetli şeyler.

EŞİTİZ İŞTE...

-8 Mart yaklaşıyor. Kadınlara yönelik şiddete dair neler söylersin?

Çok üzülüyorum, içim acıyor artık. Erkeğin kendinde bu hakkı görmesini algılayabilmem mümkün değil. Ama ben geçmişe göre umut görüyorum. Kadınlar olarak daha çok yan yana durabiliyoruz. Birbirimizi uyandırıp senin böyle bir hakkın var diyebiliyoruz. Kendimce tiyatroda seçtiğim oyunlar, bir kadının derdi olan oyunlar. Yazarak bir şeyler anlatmaya çalışıyorum. Her şey ama kendi içinde bitiyor. Gene dönüp umuda geliyorum.

-Kadın olduğun için hiç ayrımcılığa maruz kaldın mı?

Çoook her zaman. Magazinde bile... Bilerek ya da bilmeyerek bir kadından bahsederken bir maldan bahsediyorlar, aynı şeyi erkek yaptığında onun hakkıymış gibi bahsediyorlar. Böyle bir uslüpsuzluk var mı? Ben kadına ayrımcılık gösterilmesinden de yana değilim. Eşitiz işte. Birbirimize iyi davranalım, birbirimizi iyi ağırlayalım. İnsan insanı iyi ağırlamayı öğrensin. Kadını erkeği yok bunun. Yaşam içinde birbirimizle flörtümüz iyi olsun. Allah iyi insanlarla karşılaştırsın derdi babaannem.

- Babaanneyi çok andık, adı neydi?

Türkan.

-Babaannelerimizin dediğine geldik mi diyorsun...

Eskiden herkes iyi derdim. Özünde herkes iyi ama üzgünüm kötü insanlar var. Kolay diye kötüyü seçip, gamsız gamsız uyuyan... Ama onlara da yazık. Üç günlük dünyada kötü insan olarak yaşamak. Bilmiyorum iç hesaplaşmalarını, bir parça vicdan vardır herhalde içlerinde, kendi ıstıraplarını yaşıyorlardır bilemiyorum ki, keşke girebilsem insanların zihinlerine.

-Ne yapardın?

Anlamaya çalışırdım, gerçekten anlayamadığım bir şey birine sebepsiz kötülük yapmak ve karşındakini umursamamak, karşındakinin bir dünyası olduğunu, bir ailesi olduğunu, senin cümlenin onun içinde nasıl bir yer edeceğini, belki zayıf bir anına denk gelip kocaman bir yara açacağını önemsemeden böyle konuşmak…

-Ya başarı?

Çok görece bir şey. Yaptığım şey başarılı bulunuyorsa, çok sevdiğim için keyif aldığım için başarıdır. Anahtar severek yapmak bence.

-Boş zamanlarında ne yapıyorsun?

Oyun izlemeye çalışıyorum. Mesleğimle alakalı sosyalleşmeyi de seviyorum, yorgun da olsam, kendime iş ararım. Miskin değilim çok, evimde zaman geçirmeyi de severim Evde yol arkadaşım var kedim Şati.

-Şati?

Şatifilli den geliyor. Halil Ergün, Ferhunde’ye derdi.

-Ferhunde, o dönem hayatımıza nasıl damga vurmuştu?

Benim ilk en kıymetlim Ferhunde. Hepsi özel karakterlerdi ama Ferhunde beş sene sürdü. Son gözdemiz on yıldır kadınlığını askıya almış Reyhan.

- Ben Kemal’in (Erkan Petekkaya) uyandığında Reyhan’a verdiği tepkiyi sevmedim. Reyhan, on yıldır onun uyanmasını bekliyordu...

Zor bir şey. On yıl, Kemal için bir gün gibi. Kimse istemez böyle bir şeyin başına gelmesini. Dizide sevdiğim şey, kimse körü körüne kötü değil, başlarda size kötü gelebiliyor ama herkesin nedenleri var.

“İncelikler yap bakalım, sana iyi gelir belki, insan olduğunu hatırlarsın, belki başka şeyler olur. Umut kıymetli bir şey. Harika bir duygu umut. Hayatımın bu kadar çalkantılı bir döneminde bu cümleyi kuruyorum. Geldik gidiyoruz. Hakkını versene yaşamanın elinden geldiğince, hayat sana yer açtığı kadar. Sen de biraz hayatı zorla.”

 

GÜMÜŞLÜK'TE ÖLDÜRÜLEN 8 CANA

Kimin yaptığı araştırılıyor, kesinlikle bulunması gerek. Gümüşlüğün simgesidir köpekleri. Evden çıkarsın yarenlik eder. Tanıdığımız, çok tatlı, sevecen, dost köpeklerdi. Tanımasak bile kimin haddine bir canlıya zarar vermek. Bunu benim kafamın alması mümkün değil. Ha bir köpeği öldürmüşsün ha bir bebeği ha bir yetişkini. Farkı yok. Bunu yapan hayatına nasıl devam edebiliyor? Çocuğu, annesi, babası yok mu? Aklım almıyor. İnanamıyorum. Zaten hayvanlara yapılan eziyetler ortada. Yasa da çıkmadı. Nasıl çıkmaz böyle bir yasa? Ben elimden ne geliyorsa sonuna kadar yapacağım. Kim ne destek isterse, hayvanlarla ilgili, çocuklarla ilgili her türlü hazırım. Birilerinin elini taşın altına koyması gerekiyor. Ne gerekiyorsa yapalım. Bu katilleri diyorum artık bulup Gümüşlük sokaklarına asalım. Gezemesinler cinayeti işledikleri yerlerde rahat rahat. Bu dünya bizim değil ki. Biz kimiz? Sokağı onların elinden nasıl alırız?

DOĞA TALANINA

Hiç mi canın yanmıyor yahu? Dokunma bizim canlımıza, ağacımıza, kuşumuza, böceğimize, toprağımıza. Senin gözün hiç mi güzeli görmek istemez. Sadece cebine indirdiğin parayla mı ilgileniyorsun? Lanet olsun yine indir paranı cebine ama doğaya dokunma. Göz estetiğimizi bozma. O kadar hoyratız ki, kendimizin kıymetini bilmiyoruz ki doğanın kıymetini bilelim. Her şey, önce insanın kendi kıymetini bilmesiyle başlıyor. Biz kendimize değer vermiyoruz ki... Kendimize yaptığımız ayıp, farkında değiliz ama.

HOYRATLARA...

Aynaya bak. Kendine iyi gelecek şeyler yap, mutlu ol yoksa çevreyi de mutsuz ediyorsun. Mutsuzluğunu çevreye bulaştırmaya çalışma. Hayatta çıkış noktası ara. İyi olacaksın, o zaman güzel bakmayı hatırlayacaksın. Bahar geliyor, çiçekler açıyor. Baksana ne kadar güzel. Bana bak, bana bak diye, beni kokla, beni kokla diye bangır bangır bağırıyor. Her yer mis ama sen dümdüz gidiyorsun. Bazı insanlar o kadar kapatmış ki doğaya kendini, bakmıyor ki o çiçeğe, ağaca. Niye ona zarar vermemeyi düşünsün. Önce ona bakacak onun güzelliğini görecek ki sonra zarar vermeyeyim diyecek. Görmüyor ki o, çiçeği o ağacı. Yeşille siyah arasında onun için renk farkı yok. Ağacı da aynı renk görüyor köprüyü de. Sen ona ay şu yeşil ağacı kesme nasıl diyebilirsin ki. Yeşil ne diyecek, algısı o kadar tek renk.

KADINLARA...

Susma diyorum. Susma çünkü gittikçe çoğalacak kızının başına da gelecek. Yapma bunu kader haline getirme…Hiçbir kadın başına gelenlerden dolayı kendini yalnız hissetmemeli. Kadınlar, başıma bu geldi, bu devam edecek kaderciliğinden kurtulmalı. Her gün yeni bir gün. Hayata ve kendilerine şans vermeleri gerekiyor. Sadece okumayan kadın işkence çekmiyor. Sadece kırsal kesimde yaşayan kadın dayağa maruz kalmıyor. Kadınlar ‘ben bunu yaşamak istemiyorum’ diyerek ses çıkarmalı. En çok para kazananından, en az para kazananına, en ünlüsünden, en ünsüzüne herkesin başına gelebilecek bir şey ve kimsenin susmaması gerekiyor. Kimsenin kimseye fiziksel ve ruhsal olarak şiddet uygulamaya hakkı yok. Kadın, erkek fark etmez. Şiddetin faili erkekler ellerini kollarını sallayarak geziyor. Yasalar çıkıyor ama doğru uygulanıyor mu? Savcıların, yargıçların doğru örnekleri çoğaltması lazım. Şiddetin her türlüsüne karşı elimden ne geliyorsa yaparım. Kadın, erkek, çocuk, hayvan, özellikle çocuk. Allah çocuklara zarar verenlerin cezasını bin türlü versin nasıl bir ceza varsa, bunları yapanlara duygumun karşılığı bir sözcük yok Allah onları nokta, nokta, nokta.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler