Hayat Devam Ediyor...

20 Ağustos 2013 Salı

Bu ülkeyi seviyorum, üç gün uzaklaşsam, huyunu suyunu özlüyorum. Çünkü hiçbir ülkede bu topraklardaki çeşitlilik, insanı sürekli “Yahu bu da mı oldu?” diye gülümseten insan manzaraları yok.
Dikili’den başlayalım. Kalabalığın hiç eksik olmadığı ana caddede küçücük boyu ve sevimli yüzüyle bir midilli her akşamüstü arzı endam ediyor. Öylesine sevimli ki, insan okşamak istiyor; öyle mi, okşamak mı istiyorsunuz, o zaman iki lirayı yanı başında duran sahibine vermek zorundasınız. Fotoğraf çektirmek beş lira, küçük çocuklar neredeyse deliriyorlar:
“Ben buna binmek istiyorum, ne olur beni bindirin!” O zaman çıkarın on lirayı. Üç dakikalık dolaşma bu paraya, ama çocuk bu inmek istemiyor, kaç on liralar gidiyor. Ama midilli öyle bir şirin ki, helal olsun diyorsun.
Heybeliada’dayım, beyaz uzun pardesüler giymiş, başları sımsı
kı bağlı iki gencecik kız, bisiklete binmişler, rüzgâra doğru bisiklet sürüyorlar. Beyaz pardesülerin etekleri rüzgârla uçuşuyor. Yüzleri mutluluktan kızarmış. Onların mutluluğu çevredeki herkesi etkiliyor. Ben düşünüyorum; iktidar kışkırtmaktan vazgeçse, bu ülke kendi yolunu pek bir güzel çizecek. Yüzyıllardır çizdiği gibi. Yıllardır tüm kışkırtmalara karşın iç savaştan uzak kaldığı gibi.
Dikili sokaklarında bir anne oğul ilerliyor. Anne şişman, başı bağlı tam bir Anadolu kadını. Oğul sadece kısacık bir şort giymiş, elinde bir tasma ve tasmanın ucunda küçücük ama çok küçük bir köpek. Oğul annesinin beline sarılmış, yürüyorlar. Annenin kangal ve kurt köpeğinden başka köpeklere pek de köpek gözüyle bakmadığına adım gibi eminim. Ama bu köpek oğulun tercihi. O da ne, köpek çok itibarlı, yoldan geçenler sürekli köpeği durdurup mıncıklıyorlar. Köpek de şımardıkça şımarıyor ve yoldan geçen iri yarı bir sokak köpeğine havlamaya başlıyor. Sokak köpeği bizimkine şöyle bir bakıp, yüzünde küçümseyen bir ifade, ağır ağır mekândan uzaklaşıyor. Küçük köpeğe bir aferin bir aferin!
Bu ara gittiğim her yerde bir forma satılıyor ya da hemen hemen her genç insanın sırtında bu forma. Beşiktaş forması bu ama hemen sol tarafında
Che’nin en güzel resmi. Ben Galatasaraylıyım ama gönlüm artık Beşiktaş ve Çarşı’ya doğru akıyor. Çarşı tüm kıyılarda efsane olmuş durumda. Ve kime sorsam Beşiktaşlı ve ardından şöyle bir söz geliyor: “Çarşı her şeye karşı!”
Sahillerdeki küçük ilçeler, adeta küçük bir Türkiye. Ve her kıyıda, buna İstanbul Adalar da dahil, normal bir insanı delirtecek bir müzik salgını var. Örneğin, bir yaz evine konuk olduğum Heybeliada’da bayağı ciddi bir para ödeyip gittiğimiz plajda hafiften çıldırma noktasına geldim. Kırk beş dakika içinde, tam üç kez
“Yatcaz, kalkcaz”, “Yatcaz, kalkcaz” gibi değerli(!) sözler söyleyen bir parça hafiften beynimi yemeye başladı. Bir çare bulmalıyım, ne yazık ki yanımda kulak tıkacı ve herhangi bir kulaklık yok. Ama ne demişler, demokrasilerde çareler tükenmez. Kuşadası Ticaret Odası’ndaki arkadaşlarımı ziyaret ettiğimde, Kuşadası’ndaki işletmelerin müzik dernekleriyle toplu bir telif anlaşması imzaladıklarını öğrenmiştim. Dernek, telifsiz çalınan parçaları tespit etmiş ve telif sormaya başlamış. Bunun neticesi işletmeler telif anlaşmasına mecbur kalmışlar.
Bu durumu anımsayınca, koca bir
“Yaşasın!” çekerek, doğrudan işletmeden sorumlu müdürün yanına gittim ve “Bu çaldığınız şarkıların telifini ödüyor musunuz” diye sordum. “Ne telifi?” dediler, ben de Kuşadası’ndaki durumu anlattım. “Yerinizde olsam Türkçe pop çalmam” dedim. Bana teşekkür ettiler ve az sonra tüm plajda Hotel California çalmaya başladı. Aynı yöntemi birkaç yerde daha denedim ve plajlar o gün dünya müziğinin en has parçalarıyla, daha bir şenlikli oldu. Siz de deneyebilirsiniz, ayrıca çok haklıyım. Telif ödemiyorlar.
Şu anda Dikili’deyim, 7. Tiyatro Buluşması bitti. İktidarların
“halka bedava su dağıttığı için” sakıncalı bulduğu Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven’le Roman mahallesini gezip, daha sonra Seferhisar’a geçeceğim. Çarşamba günü, Seferhisar’da bir ormanın ilk fidanları dikilecek. Ormanın adı Can Yücel Devrim Ormanı olacak ve Uğur Mumcu’dan Ethem Sarısülük’e , Nesimi’den Hrant Dink’e kadar yitirdiğimiz tüm sevdiklerimiz için, birer fidan dikeceğiz, Ali İsmail için bir fidan da ben dikeceğim. \tCan oğlumuz için.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları