Topal tarih, kör talih

06 Mart 2022 Pazar

Jean François de La Barre, 1745 doğumlu bir aristokrattı. Bütün aristokratlar ne varsıl ne de talihliydiler. Çocuk yaşında hem annesini hem babasını kaybeden, parasız pulsuz Jean François, teyzesi tarafından büyütüldü.

Fazla da büyümesine fırsat kalmadan, “dinsiz” diye öldürüldü.

9 Ağustos 1765 günü, Paris’i ikiye bölen Seine Nehri üzerinde yapılan en eski taş köprü olmasına karşın “Yeni Köprü” adını taşıyan Pont Neuf üzerindeki tahta haçın, bıçakla çizilmiş olduğu görüldü.

Amiens Katolik Kilisesi Baş Papazı De La Motte, günümüzde şeriatçı hoca ve mollaların sık sık geçirdiği türden bir sinir krizi geçirdi, halkı galeyana getirdi ve Paris adliyesi baş yargıcını, tahta haçı çizen “imansızı” hemen bulup yakalamazsa afaroz etmekle tehdit etti.

Paris polisi, başladı potansiyel bir suçlu aramaya. 

Pont Neuf köprüsündeki tahta haçı, kimin bıçakla çizdiğine dair hiçbir ipucu ve tanık yoktu. Kimse bir şey görmemişti.

DİZ ÇÖKMEYEN SUÇLUDUR

Ancak...

Tahta haçın çizilmesinden iki ay önceki Paskalya yortusunda, kilise erkânının ilahiler söyleyerek sokaklarda dolandıkları pazar yürüyüşünde, üç gencin diz çöküp haç çıkarmadığı, yani kutsal putları selamlamadığı görülmüştü. Bu üç gencin isimleri Gaillard d’Etallonde, Jean François de La Barre ve Moisnel’di. Tahta haçı da olsa olsa onlar çizmişlerdi...  

Halkın galeyana gelen dini duygularının nasıl teskin olacağı çok iyi bilindiğinden, Gaillard d’Etallonde pılıyı pırtıyı toplayıp Hollanda’ya kaçtı. 

Jean François de La Barre kaçamazdı, çünkü parasızdı.

Üstelik 9 Ağustos günü Paris’te olmadığını kanıtlayacak durumdaydı, niye kaçsındı?

Oysa yoksul öğrenci odasında yapılan aramada yasaklı üç kitap ve beterin beteri, Voltaire’in Felsefe Sözlüğü bulununca; 9 Ağustos’ta Paris’te bulunup bulunmadığının önemi kalmadı, ideal suçlu olarak tutuklandı.

Üçüncü zanlı Moisnel de tutuklanmıştı. 

FELSEFE OKUMAK HARAM

Yargılandılar. 

4 Haziran 1766 günü Paris Parlamentosu, on beş yaşında olduğu için erişkin sayılmayan Moisnel’i para cezasına çarptırdı, Ettallonde kaçmıştı, ellerinde iler tutar zanlı bir La Barre kalmıştı: Genç adamı “dinsizlik” suçundan idama mahkûm ettiler. 

Ama nasıl bir idama...

1 Temmuz 1766 günü, Jean François de La Barre’ın önce dili koparıldı, sonra kafası kesildi ve cesedi, odasında bulunan Voltaire’in Felsefe Sözlüğü’yle birlikte ateşe atılıp yakıldı.

Henüz 19 yaşındaydı. 

Krallık rejiminin işbirlikçisi Katolik kilisesinin tüm etki, yetki ve ayrıcalıklarını ilga edecek 1789 Devrimi’ne daha vardı. 

Cehaletten beslenen cani yobazlığın masum kurbanı La Barre; halkın yüzyıllardır din sömürüsüne karşı biriktirdiği öfkenin kralın kellesiyle birlikte çoğu din adamının da canını aldığını, kiliseleri yakıp yıktığını görecek kadar yaşasaydı, sadece 42 yaşında olacaktı.

HORTLAYAN ORTAÇAĞ

Fransa laiklik tarihinin Kubilay’ı sayılan Jean François de La Barre, 15 Kasım 1794’te imzalanan Ulusal Antlaşma sayesinde suçsuzluğu ilanla Şövalye unvanını kazanmıştır. 

Ülkedeki laiklik savunucusu sivil toplum örgütlerinden biri de Chevalier de La Barre adını taşır. Fransa’daki din tarihi kanlı mı kanlıdır ve laik hukuk da zaten, dinsel fanatizme karşı verilen kanlı savaşlar sonrası kazanılmıştır.

Genelinde Hıristiyanlık, özelinde Katolik mezhebi yalnızca 233 yıl öncesine kadar dokunulmazdı ve tabularını bırakın inkâr, tartışmak bile suç olup, cezası işkenceden geçirildikten sonra idamdı.

İslamiyet, Hıristiyanlıktan 611 yıl sonra doğdu. Hıristiyan Batı, ortaçağ zihniyetiyle kanlı kilitlere vurulduğu din esaretinden, iki yüzyıl önce kurtuldu. Ama Hıristiyanların çıktığı karanlığa, Müslümanlar girdi.

1978’den öteye İran’daki Şii molla rejimiyle başlayan, ardından Sünni Taliban’dan IŞİD’e hemen tüm Müslüman ülkelere bulaşan fanatik şeriat yorumunda dinin nasıl bir maddi manevi terör biçimine alet edildiğine bakarak; halen İslamiyetin ortaçağını sürdüğünü söyleyebiliriz. 

LAİKLİK BİTTİ, KALKAN YOK...

Ne yazık ki daima cehaletten beslenen yeni gaddarlarla aynı çağda yaşıyor, iki binli yılları onların gerici ve faşist zihniyetiyle paylaşmak zorunda kalıyoruz.

Üstelik, varlık içinde yokluk çeker gibiyiz: Türkiye, İslam âleminde dinsel yobazlığa karşı laiklik kalkanıyla donatılmış biricik ülkeydi. 

Laiklik rafa kalktı, kalkan delindi.

Ne gariptir ki tek umut, aslında paradoksal: Tepeden tırnağa yozlaşmış toplumda, siyasal İslamcı yöneten ve yönetilenlerin çoğunun sözde mümin olup, “para ettiği” ölçüde dine sarılmaları. Başka bir deyişle, siyasal İslamın hükmü parayla sürüyordu, o da bitiyor. Her şerde bir hayır vardır sözü belki de doğrulanır ve somut yokluktan soyut varoluş doğabilir.

Yoksa en azından bizim ömrümüz, ancak laik düşüncenin geçit verebildiği Aydınlanma Çağı’nı görmeye yetmeyecek, bu kesin.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları