İklim pazarlıkları sonuçsuz kaldı

04 Temmuz 2009 Cumartesi

Müzakerelerin amacı, süresi 2012’de dolacak olan Kyoto Protokolü’nün yerine, küresel ısınmaya karşı alınacak tedbirleri somutlaştıracak, uygulamaya geçirecek yeni bir protokolün hazırlık çalışmalarıydı.  Konferansa katılan bütün ülkeler küresel ısınmanın yerküremizin geleceğinin önündeki en büyük tehdit olduğunda, en büyük tehlike olduğunda hemfikir ancak iş bu tehdidi, bu korkuyu bertaraf edecek yaptırımları uygulamaya,  tedbirleri almaya gelince her ülke bin dereden su getiriyor.

Üzerinde en çok pazarlık edilen konu, artık hepimizin de bildiği üzere, sera etkisi yaratan karbon gazlarını kimin ne oranda azaltacağı. Bir başka tartışmalı husus ise, küresel ısınmaya karşı alınacak önlemlere katkıda bulunabilmeleri için az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelere nasıl bir mali yardım yapılacağı konusu. Her iki konu da ülkelerin ekonomilerini doğrudan etkilediği için müzakereler çok çetin geçiyor ama sonuç ne diye sorarsanız, işte orası biraz muallâk,  bu sene Bonn’da hükümetlerin üzerinde uzlaştıkları tek konu bu iklim pazarlıklarında uzlaşmalarının mümkün olmadığı! 

BM İklim Konferansı’ındaki pazarlıkların sonuçsuz kalmasının ardından WWF Küresel İklim Girişimi Lideri Kim Carstensen’ın yaptığı açıklama durumu çok çarpıcı biçimde özetliyor aslında. Şöyle demiş Carstensen  “Bu durum tembel öğrencilerin olduğu bir sınıfa benzetilebilir. Sınıf arkadaşlarının arkasına saklanarak bu işin içinden çıkabileceklerini ve öğretmenlerinin onları fark etmeyeceğini umuyorlar.” Bu tembel öğrencilerin çoğunluğu da AB ülkeleri ve ABD gibi gelişmiş ülkeler aslında. Nasılsa bilim adamlarına göre küresel ısınma en çok “az gelişmiş” ülkeleri vuracak; belki onların arkasına saklanırsak küresel ısınmanın zararlı etkileri bize uğramaz diye düşünüyor olmalılar. Nitekim aynı konferansta Dünya Bankası’nın hazırlayıp sunduğu bir rapora göre, Türkiye'nin de içinde bulunduğu Adriyatik'in doğu kısmı ve Türkiye'nin Akdeniz Kıyıları havzası da en çok olumsuz etkilenecek bölgelerden biri. Üstelik yine Türkiye’nin dâhil olduğu bu bölgelerde küresel ısınmanın daha da hızlı ilerlediği tespit edilmiş rapora göre…

Bu durumda, Türkiye bu konuda somut adımlar atılmasını teşvik eden ülkelerin başında gelmeli esasında. İçimize su serpen bir nokta ise Türkiye’de sivil toplum örgütlerinin bu konudaki farkındalığının  her geçen gün artıyor olması. Örneğin, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Dünya Çevre Günü’nde 2009 Çevre Raporu’nu yayınlayarak hem kamuoyunun hem de hükümetin ilgisini bir kez daha bu konulara çekmeye çalıştı. Rapor çok önemli bilgiler ve istatistikler içermesine karşın hepsini paylaşmak için yerimiz yeterli değil, ancak “ Kyoto protokolü”nü en iyimser yorumla en fazla bir “iyiniyet göstergesi” olarak görebileceğimizi, ama aslında tamamen ticari kaygılarla hazırlanmış bir protokol olduğunu açıklayan bölümü,  raporu bulup okumanızı öneririz. Kyoto’nın hazırlanışındaki ticari kaygıların nasıl da, kürenin geleceği ile ilgili kaygıların önüne geçtiğini bu raporda okuyabilir, farklı bir bakış açısından ve pek de pembe olmayan gözlüklerden Kyoto Protokolü’nü görebilirsiniz. Okuyunca da, ne Bonn Konferansı’ndaki gösterişçi pazarlıkların sonuçsuz kalışına, ne de süresi dolan Kyoto’nun yerini alacak olan yeni anlaşmanın ölü doğma ihtimaline şaşarsanız.

Gelişmiş ülkeler ve özellikle ABD, her konuda Dünya liderliğine oynuyorken, iş yerküremizi görüp göreceği en büyük felaketten kurtarmaya gelince kimse ilk adımı bile atmaya cesaret edemiyor. Oysaki küresel ısınma, iş o raddeye geldiğinde, zengin-fakir, az gelişmiş-çok gelişmiş ayırt etmeyecektir.

Nitekim, Aral Gölü’nde yaşanan çevre felaketi sonucunda koskoca gölün % 80’ninin buhar olup uçması, Amazon ormanlarının her gün biraz daha yok olması, Grönland’ın buzullarının gün be gün biraz daha eriyerek sulara karışması bunun sonucunda oranın evsahipleri olan kutup ayılarının ya açlıktan ya da boğularak ölmeye mahkum hale gelecek olmaları, hatta o kadar uzaklara gitmeye gerek yok,  Van Gölü’nün her gün biraz daha doğal zenginliklerini yitirmesi, virüs taşıyan kenelerin ortaya çıkması ve hızla üremesi gibi bir çok normal olmayan gelişme, aslında doğanın yardım çığlıkları…

“Kurtarın beni “diye haykıran Yerküre’mizi daha fazla duymazlıktan gelemeyiz, kendi ellerimizle bozduğumuz doğal dengeyi düzeltmek yine bizim boynumuzun borcudur. Bu noktada, Dünya’yı kurtaracak adımları atmaya cesareti olan ülkeler de geleceğin Dünya’sının liderleri olacaktır. Aksi takdirde zaten belki de “geleceğin dünyası”ndan bahsetmemize gerek dahi olmayacaktır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları