"Kaybetmeye devam edeceğiz!"

24 Ocak 2009 Cumartesi

Bilim adamları uyarıyor, mevcut anlayış ve tutum sürdürülürse,  önümüzdeki on yıl içerisinde Kuzey kutbundaki buzulların eriyeceği (Nitekim, Independent’da çıkan bir habere göre, ABD ulusal buz ve kar veri merkezi Kuzey Buz Denizi’nde geri dönüşü olmayan buzsuz yazların sanıldığından da yakın zamanda gerçekleşeceğini açıkladı)   , tatlı su kaynakları için savaşların çıkacağı, gıda kaynaklı isyanlar, küresel ısınma kaynaklı toplu göçler olabileceği, küresel ısınma sonucu mevsimlerin dengelerinin bozulacağı, kışların kış olmaktan çıkacağı, doğanın ahenginin bozulacağı ve daha başka başka haberler… Küresel ısınma nedeniyle, Batı’nın ünlü tarihi kentlerinin fare istilasına uğradığı, bunun sonucunda da tarihte kalan veba kırımına benzer salgın hastalıklarla karşı karşıya kalınacağı gözükmekte, daha şimdiden çocuklar arasında çok yaygınlaşan astım rahatsızlıklarının nedeni olarak da kedi büyüklüğündeki fareler gösterilmektedir. Kentlerin içme sularına kimyasalların karıştığı, içerisinde ağır metallerin, arseniğin, civanın bulunduğu, yapılan laboratuar incelemelerinde saptandığı bilinmektedir. Bunların da sağlığımızı nasıl tehdit ettiğini siz düşünün. Yine, denizlerden çıkan balıkların siyanürlü olduğu, ağır metal kalıntıları taşıdıkları başka bir acı gerçek. İçerisinde yaşadığımız plastik, saten boyalı evlerimizin, bize radon gazlı zehir soluttuğunu biliyor muyuz? İşin ilginç yanı, bunlar yaşamımızı tehdit edenlerden sadece birkaçı ve bütün bunlara sebep olan da, gerçekleştiren de yine biz insanlar, yani Nasrettin Hoca ‘nın dediği gibi bindiğimiz dalı maalesef  kesmişiz.

Peki, neden böyle, neden önlemler etkisiz, yetersiz kalıyor?  Yoksa küresel ekolojik kriz çok daha derin, çok daha köklü, çok daha yapısal nedenlere, çözümsüzlüklere mi dayanıyor; yoksa aşırı, aç gözlü tüketimle damgalanmış ve nihai amacı sınırsız kar sağlamak olan şu anki neoliberal dünya düzeninden kaynaklanıyor olabilir mi? Bu görüş dünyada gittikçe daha çok taraftar topluyor. Aşırı tüketimin önüne geçilmesi, neo liberal kapitalist düzenin değiştirilmesi ya da doğa ile uyumlu işleyebilecek yapısal değişikliklerin gerçekleştirilmesiyle, küresel krizlere çare bulunabileceğini düşünen birçok grup, sivil toplum örgütü ve platformlar oluşuyor. Daha adaletli, daha eşitlikçi dünya düzeninin kurulması için, dünyanın Sanayi Devrimi öncesi doğal yaşam ruhuna kavuşması ve tazelenmesi için, güçlenmesi için, ruhlarımızı ve belleğimizi hipnotik trans halinden kurtararak, gerçeklerle yüzleşilerek,  çözümsüzlükleri çözüme mutlaka kavuştururarak, ancak yaşamımızı sürdürmemiz olanaklı olacaktır. Aksi takdirde, var olan kötülükleri , tehditleri , cevabını veremediğimiz sorunların varlığıyla, onları yok sayarak, uyutarak ya da unutmaya çalışarak, çocuklarımızın geleceği aydınlık ve parlak olmayacaktır.

İnsanlar arasında ve yerkürede,  eşit ya da adil olmayan,  besin dağılımı ve tüketimi olduğunu biliyoruz. Bir tarafta temel besin maddelerine bile ulaşamayan yoksullar, karınlarını doyurabilmek için pazar ve çöp artıklarından gıda arayanlar, Afrika’da açlıktan ölenler, diğer tarafta aşırı gıda tüketimi, obezite ve şişmanlık sorunuyla boğuşanlar. Ekonomik üstünlüğü olanlar, yeryüzünün sunabildiği tüm nimetlere ulaşabilen mutlu azınlık, ihtiyacından çok daha fazlasını fütursuzca tüketebiliyor, israf ediyor, yok ediyor. Tüketmek, çoktan ihtiyaçları karşılamak için yapılan bir davranış olmaktan çıkmış,  sosyal statü göstergesi haline gelmiş, doymak bilmez bir iştahla doğal kaynakları talan ederek yağmalıyorlar. Doğanın sadece ve sadece kendileri için yaratıldığını, kendilerine ait olduğunu düşünüyorlar. Oysaki doğayı kendilerine hizmet etmesi için yönetenler, kontrolleri altına alarak dengeleriyle, doğallığıyla oynayanlar aslında doğanın düzeninin bir parçası olduklarını keşke kavrayabilselerdi,  bugünkü durumun günahkârları olmazlardı.
Doğanın dengesi içinde gerçekleşen her olayın bir nedeni vardır.  Doğa düzenine, insanoğlu tarafından yapılan her müdahale doğal döngünün bozulması, ya bir ormanın, ya bir canlı türünün ya da başka bir doğal hayatın yok olmasıdır.

Küresel krizlere karşı daha fazla özelleştirme, daha çok piyasalaştırmayla çözüm bulunamayacağını haykıranlar,  temiz su, hava ve toprağın insan hakkı olduğunu ve ticarileştirilemeyeceğini, bu gibi doğal kaynakların piyasa anlayışının insafına terk edilemeyeceğini krizi yaratanlara çözüm olarak sunmaktadırlar. Her türlü ilişkide olduğu gibi, doğayla insanoğlunun ilişkisinde de kazan-kazan dengesi bozulduğunda, bir tarafın kar etme, çıkar sağlama hırsı baskın çıktığında sonuçta kazanan kimse olmuyorsa, neoliberal, kapitalist düzenin aktörleri, tıpkı kendi kazanırken işçisinin  kaybetmesine aldırış etmedikleri için nasıl uzun vadede sadık işçisini kaybediyor ya da verimsizleştiriyorsa, aynı anlayışla kendisine hiçbir zaman sadakatsizlik etmeyen doğayı da küstürdüğünün, verimsizleştirdiğinin ve körelttiğinin farkında olmalı artık.  Sınırsız kar anlayışını ve tüketimi her şeyin üzerinde tutanların, sadece ve sadece kendi kazancını, çıkarını düşünenlerin sürdürülebilir hayatları olmayacaktır. Bugün doğanın kazanmasına hala izin vermezlerse, yarın doğa da onların yaşamasına kesinlikle izin vermeyecektir.

[email protected]



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları